SON TV

Hukuki Gündem

Bu yazı tanışma amaçlı diyebilirim. Tabi nede olsa ilk. Sürecin devamında gündemi ve özellikle gündemdeki hukuki konuları, bu konuların gündeme etkisi paradoksu üzerinde uzun uzun konuşacağız.

Özellikle son 7-8 senelik dönem sadece Türkiye için değil komşu ve diyalog ülkeler içinde çok hareketli oldu. Gerek Avrupa Birliği müzakereleri ve içerisindeki yapılan köklü ki bana göre inkılap niteliğinde hukuki zemin arayışları. Muhalefet cephesi ve yasaların Anayasa Mahkemesine taşınma süreçleri, Yeni Anayasa çalışmaları, Dört artı Dört artı Dört süreci ve etkileri gibi…

Tabi ayrıca Türkiye’nin Cumhuriyet Tarihinden bu yana en derin yapılanma iddialarının peşinden yürütülen dava süreçleri, Ergenekon, Balyoz, İnternet Andıcı, ayrıca KCK, Avukatlara yönelik Soruşturma ve Tutukluluk süreçlerinin ülke siyasetine ve gündemine ait etkileri…

Açıkçası saymak ile bitiremeyeceğim. Ancak periyodik olarak bu konu başlıkların hepsine genel anlamda değinmeye çalışacağım. Bu noktada teknik ayrıntılara takılmayı planlamıyorum, sonuçta bu yazıların anlaşılabilir olması gerekli, fazla detaylara dalmak da çok doğru değil. Akademik veyahut mesleki anlamda çalışma süreci ayrıdır, burada fikirlerimizi paylaşmak ayrıdır. Bakalım bu kendi çapımda bir macera olacak orası kesin ama neticelerini zaman gösterecek tabi ki.

4. YARGI PAKETİ

Ceza evlerinde durum nasıl, bu güne kadar ki yasal süreci ve 4. yargı paketini değerlendirmek gerekirse, tutukluların durumunu nasıl etkileyecek? Geçen 2 Sene içerisinde toplu yasal düzenlemeler yapıldı. Kamuoyunda Yargı Paketleri olarak da adlandırılan bu İlgili Kanunlarda Yapılan Değişikliklerde 4. Pakete de gelindi. Şimdi karar Cumhurbaşkanı’nda. Ancak süreci değerlendirdiğim zaman, açık bir şekilde görülüyor ki Hükümet, geçmiş zaman içerisinde yaşadıkları mağduriyetlerin tekrarlanmaması gayreti içerisinde. Özellikle tutuklu yargılama konusunda çok hassaslar. Yargılamanın seri ve hızlı şekilde olmasını, sürecin şahsi mağduriyetler oluşturmaması yönünde ciddi gayret içerisindeler. Biraz da hassaslar, Sayın Başbakan’ın özellikle cezaevinde kalmış bir kişi olması, empati kuvvetini ciddi noktalara taşımış gibi duruyor.

Kaldı ki son yasal düzenlemeler özellikle hükümlüler için ciddi lehe haller oluşturuyor. İnfaz Kanununda aranan Açık Ceza İnfaz Kurumunda geçirilecek 6 ay ve devamı süresinde Şartlı Salı Verme hükmü hafifletilerek, son bir senesi kalmış tüm hükümlülerin yararlanması sağlanacak. Bu ne mi demek, şöyle ki 1 sene ceza infazı olan kişi cezaevine girmeksizin, adli kontrol altında cezasını çekebilecek. Bunun kaç kişiyi etkileyeceğini düşündüğünüzde sağlanması istenen yarar yani ıslah bence daha etkin bir şekilde yaşanacak ve topluma uyum süreci bu şekilde aşılacak. Bunun gibi birçok yasal değişiklik olacak ancak bu konulara daha sonra değineceğim.

BAŞBAKANIN AÇIKLAMALARI VE TUTUKLU MUVAZZAFLAR

Tutuklu yargılanan muvazzaf ve emekli subaylar ile ilgili Sayın Başbakanın da açıklamaları oldu. Bu konuyu birkaç başlık altında değerlendirmek gerekli. Sonuçta tutukluların bir kısmı muvazzaf bir kısmı ise emekli subay. Emekli subayların tutukluluk süreçlerinde, ceza istemine konu olan katalog suçlamalar, kuvvetli suç şüpheleri, muhatap oldukları cezaların miktarları ve kaçma şüpheleri yönünün ağır bastığını; ancak muvazzaflar da ise iştigal ettikleri mercilerin delilleri karartma, yargılamayı etkileme şüphesinden kaynaklandığı inancı içerisindeyim. Tabi iddianame veyahut dosyanın içeriğine ilişkin beyanda bulunmak şu aşamada doğru değil, yürütülmekte olan davalar hakkında açıklama yapmanın sürece zararı olacağı inancında olanlardanım.

Bana göre emekli subaylar kriterinde bir istisna eski Genel Kurmay Başkanı Başbuğ’dur. İştigal ettiği merci ve şu anki muhatap olduğu yasal suçlamalar ile tutukluluk halinin ciddi bir çelişki içerisinde olabileceği herkesçe malum sanırım. Bu konuya Sayın Başbakanımız da değindi. Muhatap olduğu suçlamalar elbette ki yargılanmaya müsait ancak bu hususta tutuklu yargılamadan ne gibi bir yarar sağlanacağı biraz denklem dışı gibi.

Yargılama sürecinde tutuklu yargılanma kriterleri Ceza Muhakeme Kanununda mevcut. Aranan şartlar sınırlı. Özellikle 3. Yargı Paketi ile birlikte ciddi anlamda da daraltıldı. Bir defa suçlamadaki katalog veyahut üst sınır kıstası kaldırıldı. Özellikle 109. Madde de yapılan değişiklik ve eklemeler ile Adli Kontrol kurumuna öncelik tanındı. Daha önceki Günlerde muhatap olduğum bir dosyada sorgu hakimi alışagelmişin aksine kararında “kuvvetli suç şüphesinin var olduğu, delillerin mevcut olduğu ve kanunda aranan tutuklama sebeplerinin de oluştuğu ancak tutuklamadan elde edilecek yararın ölçülülük ilkesine uygun olmaması nedeni ile tutuklanma isteminin reddine… adli kontrol hükümlerinin uygulanmasına” şeklinde bir karar verdi. Demek ki oluyormuş. Demek ki adli kontrol hükümleri de uygulanabiliyormuş. Bence alkışlanacak bir karardı. Elimde olsa bu kararı tüm ceza mahkemesi hakimlerine göndermek isterdim. Bu kararda medyada günlerce konuşulan bir soruşturmaya ait. Ancak bu kadar ayrıntı verebilirim.

Burada anlatmak istediğim şu. Tutulama kararları şu anki yargı mevzuatımız çerçevesinde Mahkemelerin iradesine bağlı. Her ne kadar üst mahkemeye itiraz edilebilse de, kimse komşu tavuğuna kışt demez. Gönül ister ki tutukluluk kararlarını inceleyecek mercide Temyiz Merci benzeri özel bir yapıda olabilse. Yargıtay benzeri oluşturulacak dairelerin bu hususlarda da irade ortaya koyabileceği bir zemin hazırlansa. Eminim ki daha olumlu sonuçlar alınabilir. Ancak sürecin devamında Hükümetin de bu konuya daha ayrıntılı el atacağına inanıyorum.

Kaldı ki bu süreçlerin değerlendirmesinde de iki yönlü bakmak gerekecek. Bunlardan ilki günümüz koşulları, ikincisi ise yargılama süreçlerinin ilk günleri. Günümüz koşulları, hem toplumsal hem de devlet kademeleri düzeyinde artık darbe, muhtıra, ders verme metotlarını aştı. Bu saatten sonra kimse tarafından kabul görmez, hazmedilmez. Ancak bu sürecin birde başı vardı. O zamanlar kimse bu noktaları hayal dahi edemezdi. Belki de o günün koşulları içerisinde değerlendirildiğinde elzem kararlar almak zaruri idi. Bunu zaman gösterecek. Tabi benim ki o koşullara dayalı bir yorum. 367, Anayasa Değişikliği başlığında o gün koşullarının dış etkenlere zaafiyeti anlamında bir örnek oluşturabilir.

Hep derim, tutukluluk süreci toplum yapısı ve teknoloji ile alakalı bir kurumdur. Kişiyi tutuklayarak elde edilecek menfaat teknoloji ilerledikçe azalmakta, insanlara ulaşım şartları ise kolaylaşmaktadır. Kaldı ki deminde bahsettiğim gibi toplumun bakış açısı ve hazım sınırları artık muhtemel tehlikeleri de ekarte etmiş durumda. Bu sürecin devamında özellikle muvazzaf subayların tutuklu yargılanmalarına devam etmek şahsi kanaatimce aranacak menfaatin aşılmasına neden olacaktır.

Son bir dip not ile yazımı bitirmek isterim. Sonuçta bu davalarda tutuklu olarak yargılanan subaylarda ister muvazzaf olsun ister emekli, bu ülke için saf tutmuş kişiler. Asker de toplum da bunu görüyor biliyor. Mahkemeler bu tarz yargılamalarda aynı zamanda ülke yapısını da gözetmeli, adil yapısını yansıtmalıdır. Subaylık okullarına başvuruların azaldığı, askeri eğitim talebinin azaldığı düşünüldüğünde hak dağıtılırken ana yapıya da zarar vermemeye gayret etmek gerekir diye düşünüyorum. Herkese Saygı ve Sevgilerimi Sunarım…