SON TV

Zafer kazanmadınız sadece savaşı kaybetmediniz

Dün baktım da PKK’nın kurulduğu 27 Kasım 1978’den buyana tam 35 yıl geçmiş. Eminim ki bugünlerde PKK’lılar silahlı eylemle geçen bu 35 yılın muhasebesini yapıyorlar.

Amacımız neydi?

Hedeflerimiz nelerdi?

Şimdi hangi noktadayız?

Hedeflerimizden hangilerine ulaştık?

Hangilerine ulaşamadık?

Amacımız ne ölçüde gerçekleşti?

Gelin hep beraber bu sorulara yanıt verelim.

PKK’nın kuruluş amacı bağımsız, Marksist-Leninist komünist bir Kürt devleti kurmaktı.
Bunun için öncelikli hedefi Türkiye’nin, Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı coğrafyasında devlet otoritesini kırmak, yerine kendi otoritesini inşa etmekti.

Ama bugün gelinen noktada bu hedeflerin tutturulduğunu söylemek mümkün değil. Evet can kayıplarıyla sonuçlanan ses getirici eylemler var ancak “otoriteyi ele almak” olarak adlandırılabilecek türden bir sonuç yok.

Ama yapılan bunca eylemin neticesinde sadece Türkiye’nin değil aynı zamanda dünyanın da gündemine “Türkiye’de bir Kürt sorununun varlığı” yerleştirildi.

Şimdi PKK’nın lideri Abdullah Öcalan’ın ağzından örgütün amaç değişikliği yaptığı açıkça ilan ediliyor. “Bağımsız bir Kürt devleti”nden söz edilmiyor. Aynı şekilde “Marksist-Leninist Komünist devlet”te unutulup gitmiş.

Şimdi bana biri “PKK başarılı bir örgüt müdür?” diye sorsa hiç düşünmeden “Hayır, başarısızdır” derim.

Eğer PKK ilk başta amacını “Kürt sorununu Türkiye’nin bir numaralı sorunu yapacağım, bunun için eylemlere başlıyorum” diyerek ortaya koymuş olsaydı kuşkusuz aynı yanıtı veremezdim. Hatta sadece Türkiye’nin değil dünyanın da önemli sorunlarından biri haline getirdiği için hedeflerini bile aştığını söyleyebilirdim.

Aynı soruyu bir de Türkiye Cumhuriyeti açısından sorabiliriz. Yani Türkiye, PKK’ya yönelik yürüttüğü politikasında başarılı oldu mu?

Bu politikanın amacı neydi?

Hedefleri nelerdi?

Gelinen noktada durum ne?

Hangi hedeflere ulaşılabildi?

Amaçlanan ne ölçüde gerçekleşti?

PKK eylemleri ilk patlak verdiğinde dönemin devlet yöneticilerindeki anlayış “Bunlar bir avuç çapulcu” cümlesiyle özetleniyordu. Açıkçası devlet PKK’yı “ciddiye” bile almamıştı. Ama yanıldıkları kısa sürede ortaya çıktı.

Bugünden geriye bakıldığında farklı farklı partiler iktidara gelse de PKK’ya ilişkin politika pek değişmedi.

Devletin amacı PKK’yı tamamen ortadan kaldırmak, yok etmekti. PKK bir “iç güvenlik meselesi” olarak nitelendirilmişti.

Eylem yapan militanlar yakalanıp cezaevine konarsa PKK da bitecek, sorun halledilecekti.

Ancak onca silah, araç, gereç ve askere rağmen bu başarılamadı. Binlerce PKK militanı yakalandı, binlercesi “ölü ele geçirildi”. Ama her defasında daha fazlası eylem yapmak için yerini aldı.

Devlet ideolojik alanda da amaçladığı pozisyona gelemedi. Önce “Kürt yoktur, onlar dağ Türkleri’dir” dendi; tutmadı. PKK’ya halk desteğini engellemek üzere stratejiler geliştirildi ama başarılı olunamadı. Öyle ki bugün gelinen noktada Kürt nüfusun yoğunluklu olduğu illerde PKK tarafından işaret edilen kişiler belediye başkanlığı koltuğunda oturuyorlar üstelik de oyların yarısından fazlasını alarak.

Keza devlet ilk başta yasaklama getirdiği Kürtçe için de bir takım adımlar atmak durumunda kaldı. Kürtçe müzik, Kürtçe kitap, Kürtçe gazete derken devlet kendisi Kürtçe yayın yapar hale geldi. Mahkemede Kürtçe savunmayı kabul etti.

“Gerilla savaşında öldürülen her bir gerillaya karşılık 10 güvenlik görevlisi kaybı normaldir, askeri planlamalar bu esas üzerine yapılır” tespitinden yola çıkılarak denildi ki “Bugüne kadar PKK karşı yürütülen harekatta neredeyse bir PKK militanına karşı bir güvenlik görevlisi şehit verildi. Bu önemli bir başarıdır”.

Evet bu sonuç doğrudur. Yani bir militana karşı bir güvenlik görevlisi dengesi kurulmuştur. Ancak sözügeçen 1’e 10 kayıp planlaması 50 yıl önceki gerilla savaşlarında yaşanan gerçekliktir. Geçen 50 yılda meydana gelen savaşlarda kullanılan teknolojik ilerlemeler düşünüldüğünde bu dengenin aynı kalması düşünülemez.

Dolayısıyla bir başarı varsa da bunu kesip zafer olarak görmek pek mümkün değil. Tüm bunlara bakıldığında Türkiye Cumhuriyeti’nin de PKK’ya karşı yürüttüğü politikada başarılı olduğu pek söylenemez.

Zaten hayat bunu göstermekte. Gelinen son noktada PKK başlangıçtaki hedeflerine ulaşmaktan çok uzaktır. Ama devlet de PKK’yı bitirebilmiş değildir. Ancak bir denge sözkonusudur. Taraflar bu dengeyi bozmakta güçsüzdür.

Evet PKK sarp dağlarda etkindir. Ama devlet PKK’yı şehirlere sokmamıştır. Devlet bu mücadelede başarıya ulaşmıştır.

Devlet dağlarda PKK’nın peşine düşmüş ama bulup yok edememiştir. PKK da bu mücadelede başarıya ulaşmıştır.

Yani aslında kazandıkları için değil kaybetmedikleri için, yendikleri için değil yenilmedikleri için sevinebilirler. Tabii ki bu sevinci biraz mahçup halde göstermek gerekir.

Geçmiş deneyimler hatırlandığında bugünlerde bu “mahçup sevinç” önemli bir husus olarak ortaya çıkıyor. Zira geçtiğimiz yıllarda da iktidardan PKK’ya bir “el” uzatılmıştı. Ama Habur sınır kapısında PKK’lılar sevinçlerini öyle bir göstermişlerdi ki herkes “Yahu bunlar zafer kazanmadı ki neden böyle seviniyorlar” demişti. Sonuçta iktidar geri adım atmak durumunda kalmış süreç başarısız olmuştu.

Geçtiğimiz Nevruz’da da bir benzeri yaşandı. Nevruz alanına Türk Bayrağı getirilmeyerek bir “zafer” iması yapıldı. Süreç yine daha başında yara aldı. Oysa PKK’lıların şunu anlaması lazım. Ortada “kazanılan” bir mücadeye yoktur. Sadece “kaybedilmeyen” bir mücadele vardır.

Türkiye kamuoyu da şunu akıldan çıkarmamalıdır. Önümüzdeki onyıllar boyu daha ayakbağı olacak Türkiye’yi tökezletecek kronik bir sorun bugün rafa kalkabilir. Bu da önemli bir kazançtır.