SON TV

Aldatılmak ve Çözüm

Aldatılmak ve Çözüm – Birliktelikler ve Perde Arkası – Özden Gelen Fısıltılar – Yapay Benlik – 4 –

“Aldanmışım! Resmen geri zekalıymış.. Öküz ya öküz, bildiğin öküz! Aptal! Hayvan! Nasıl kandırdı beni!.. Beyinsiz”.

Cümlenin İçsel Çevirisi: Seçimlerim, içimdeki değer mekanizmama aynadır. Çünkü seçimlerimi içsel değerlendirmeme göre yaparım. İçimdeki duyguların muhatap tarafından tetiklenebilir oluşu, değer yargılarımla örtüşüp örtüşmemesiyle alakalıdır. Aksi halde etkilenmezdim. Aldatıldığımı düşünmem ise aslında kendi kendimi aldattığımı bana gösteren bir delil benim için.

“Zamanla değişti. Böyle değildi ki..”

Cümlenin İçsel Çevirisi: Kişi tesiri altında olduğu kişiye veya duruma göre değişir. Karşımdaki benim tesirim altında olsaydı, bana göre değişmesi gerekirdi. Benim dışımdaki bir etkene göre değiştiyse de bu aslında benim tesir edememe problemimdir. Sorun burada olabilir ve çözüm de sorunla beraber sunulmaktadır belki. Eğer önceden sorun yoksa ve sonradan ortaya çıktıysa bu belki de benim değişme sürecimle alakalıdır. Benim değişimim, onun bana göre hareket etmesinin önüne geçmiş olabilir. Ortak değerlerimiz ortak bir değişimi sağlayacak durumda olmadığından bağımsız değişimler ortak değişimlerin önüne geçebilir. Ondan bağımsız değişmeme rağmen, onun bu değişime ayak uydurmasını bekliyorsam da bu baskıdır. Bu baskı muhatabımı çevresine göre değişimine benim sürüklemem anlamınada gelir. Ben değişirken o bana “değişim baskısı” uygulamadığı halde, onun bana uyum sağlaması için benim yaptığım baskı adaletsiz olur. Eğer muhatabımda bana değişim baskısı uyguluyorsa bu ikimizin birbirimizi en başında değerli buluşumuzun dış tesirlerin etkisinde kalmışlığımızla alakalı olduğundandır. bu durumda önceleri birbirimize kendi gözlerimizle bakamadıysak ona beni tanıma fırsatını vermek, bu durumu düşünen biri olarak bana düşer. Yani madem öyle beni tanımasını sağlamalıyım.

“Beni tanımasını nasıl sağlarım”

Onun beni dolayısıyla benimde onu tanıyamadığım konusunda kendimi şartlandırdığım an onu ikna etme kavgamı bitirmeliyim. bu beni yüzeye çıkarır. sorunun dışına çıkarır ve düşünebilmemi analiz edebilmemi sağlar. O halde beni anlamasını beklemeden kendimi anlatmalıyım.

“Belki de o hep aynıydı, ben değişmiş olabilir miyim?”

Kendime göre “Çözüm bu olmalı” dediğim ve kendimi haklı gördüğüm ne kadar tepki varsa, problemin temelinde aslında benim ona olan baskım ve farkında olmadan onu benimle değişime – değişmeye sürüklemem de olabilir. Bu durumda değişmesini ona karşı koz olarak kullanıp dile getirirsem bana karşı mekanikleşmesine sebep olurum. Bana karşı mekanikleşirken çevresine karşı duyarlılığı artar ve bana karşı mekanikleşmesi benden alamadığını başkasında aramaya iter. Bu durumda suçlu ilan etsem bile hatta yakalasam bile çözüm olmayacaktır.

“Banane ne hali varsa görsün bunu ben neden düşünüyorum o lanet düşünsün.”

Varsayalım o lanet kişinin düşünmesini bekledim tüm bunları. Düşünen çözüm bulur. Başka bir yerde o çözümüyle hayatını rayına oturtmuşken bense arabeksi bir hal ile dut yemiş bülbül makamında ağıtlar yakarım. suçlar dururum ve her suçlayışım suçlama potansiyelimi artırır ve artık çözümden çok sorun görmeye başlarım muhtemelen mutlu olabileceğim içsel ve dışsal tüm kapıları kapatmış olurum.

“Değişiyor olmasına olan tepkim ilişkimizi nereye kadar götürecek?”

bana göre değişmesini beklediğim sürece bu bekleyişim onun bana göre değişmesinin önüne geçer. hem neden bana göre değişsinki. seyretmek müdahale etmekten iyidir. bir mehtabı seyretmek gibi. veya coşkunca akan bir ırmağı seyretmek gibi. müdahale etmek yorar. en fazla boğulurum. “değişim arayanın ve bekleyenin aslında değişime ihtiyacı vardır aslını gerçeğini bulana kadar durmaması lazımdır”

“Tepkilerim ben değişirken onu aynı kalmaya mı sevk edecek ?”

Aslında tepkilerim onu değişiminin devam etmesi bakımından aynı kalmaya sevk edicek ve kendi değişimimin önünü kapatıcak. o ben değil ve bende o değilim. onun ben olmasını beklemem benim kendime olan nefretimdir. kendimi muhatabımla kapatmak kendi çirkinliğimi maskelemektir. belkide onun o olarak kalması beni ben olarak gösterdiği için zoruma gidiyordur. kimbilir.

“Tepki gösterirkenki amacım aslında ne ?”

Eğer amacım gerçekten düzelmekse, düzelmek hiçbir zaman bir anda olmaz. Duruma göre bir süreç gerektirir. Peki, düzelmek konusunda bir süreç geliştirdim mi? Yoksa onu suçlayarak olumlu veya olumsuz kendi değişimimi mi muhafaza etmeye çalışıyorum? Ona olan tepkimin temelinde aslında kendi değişimimle alakalı problemlerim mi yatıyor?

Değişikliklerim birlikteliğime içten içe zarar veren şahsi bir duygu yoğunluğu mu? Yoksa birlikteliğimizle alakalı ortaya çıkan bir problem mi? Şahsi bir meşguliyetime saygı duyulmasıysa mesele, bu durumun birlikteliğimize olan katkısı nedir? Birlikteliğimizle alakalı bir problemse değişen; öyleyse bende olmayıp başkasında gördüğü nedir? Bu durumda beklediğim

Eskiden gördüğüm ilgi mi?”

“Birlikteliğimize olan sadakat mi?”

Eğer eskiden gördüğüm ilgiyse beklediğim;

“Daha önce bende görüp tetiklendiği şimdi tetiklenemediği şey nedir?”

“Fiziksel güzellik miydi ilgisinin sebebi?”

Eğer fiziksel bir güzellikten dolayıysa eskiden bana olan ilgisi; o halde onun içindeki tutkuyu tetiklemiş olmalıydı. Bu durumda da bu beni dünyadaki hemcinslerime rakip yapar. Kulvarında bol rakibin olduğu bir arenaya kendi kendimi sokmuşum o halde, zamanında bilmeden. O halde o masumdur, çünkü eskisi gibi değilim fiziksel anlamda ve asla olamam da. Ve işin kötüsü bu durumda kandırılan değil, değişerek muhatabımı kandıran oluyorumdur.

“İlgisi bakımından hoşuma gidenler; bende olanları bana söylemesi mi? Yoksa kendisinde olanı dile getirmesi mi”

Eğer bende olanı dile getirmesi ise, belki artık bunlar bende olmadığı için veya görmediği için dile getirmiyordur. Eğer kendinde olanı dile getirmesiyse bu sevgidir, paylaşımdır. O halde kendisinde olanı söylemesini tetikleyecek durumlar bende kaybolmuştur. Yani sorun kaynağı da çözüm noktası da aslında hep benim.

“Seni seviyorum demiyor hiç bir zaman. Bak bu kadar şey yaşadık, yine demedi.

Cümlenin İçsel Çevirisi ve Çözümü: Beni sevdiğini söylemesini istiyor oluşum; istediğim için söylemesini sağlayacaksa bu onu ikiye böler. Gerçekte kim olduğu ve bana karşı nasıl olması gerektiği.. Gerçekte kim olduğunu bana karşı göstermeme meselesi içsel baskıya sebep olursa, bu durumda aldatılmanın tohumlarını atmış olmaz mıyım?

“Aldatılmaya asla tahammül edemem!”

Cümlenin İçsel Çevirisi ve Çözümü: Bu benim kendimi kandırıyor oluşumun ortaya çıkmasına olan tahammülsüzlüğüm olabilir mi? Aldatılmaya tahammül edememek ile zihne devamlı bu düşüncenin gelmesi farklı şeylerdir. Aldatılmaya tahammül edememek kişinin kendisine olan güven sorunudur. Kendime karşı olan saygısızlığımı, kendimle olan alakasızlığımi, kendime olan ihanetimi hatırlatıyor olabilir aldatılmak. Aldatılmak elbetteki kötüdür. Fakat aldatma potansiyeli olan biri varsa aldatılma potansiyeli olan biride vardır aynı zamanda. Eğer beni aldatan değer verdiğim biriyse sayfanın en başına dönmüş oluruz. Değer verdiğime karşılığında bir şey almak için değer verdiysem aynı zamanda bu ticari bir değerdir. Ve yaşadığım acı aslında verdiğim değerin karşılıklı bir değer olduğunu yüzüme vuran bir durumdur. Zihne devamlı aldatılma düşüncelerinin gelmesi ise kendime olan güvensizliğim ve kendimi dışarıdan topladığım parçacıklarla puzzle gibi birleştirdiğim ve her bir parçanın kaybında kendimden bir parçanın gidecek olmasının verdiği korkudur. ve bu aslında korkunç bir “yapay benlik” durumudur. Bununla alakalı geçmiş yazılar okunabilir. Örneğin “Ölüm ve yalnızlık” yazısı.

“Neden rahat değilim?”

Cümlenin İçsel Çevirisi ve Çözümü: Asıl meseleye yaklaştık 🙂 İlişkimizde muhatabımı besin kaynağı haline getirmiş olabilir miyim? İçsel değerlerimi ayakta tutacak bir destek; bana ait olan ama bir türlü ulaşamadığım tüm değerleri dışarıdan tetikleyebileceğim bir araç olarak mı kullanıyorum muhatabımı? Bu durumda tüm duygularımın dışarıdan tetiklenmesine ihtiyaç duyacak kadar dışa bağımlıyımdır.

“Neden böylesine saplantılıyım?”

Cümlenin İçsel Çevirisi ve Çözümü: Arka planda gerçekten beni “sevmesini” mi istiyorum, yoksa “seviyorum demesini” mi?

Eğer “seviyorum demesini” istiyorsam; bu aslında güçsüzlüğüm, kendime karşı olan inançsızlığım ve duygularımın aklıma olan galibiyetinin ispatı değil midir? Bu durumda başkasını kendi aklımın yerine koyup, beni istediği şekilde yönetmesini sağlamak mıdır istediğim? Veya duygularıma olan güvensizliğimin sebebi, “İçsel anlamda akıl ve duygu savaşım mı?” Aklımın duygularıma olan hâkimiyetsizliğine karşı, dışarıdaki birinin duygularına hükmetmeye çalışarak aslında kendi içimdeki duygularıma olan hükmedemeyişimi bastırmaya mı çalışıyorum?

“Eğer böyleyse gerçekten seviyor muyum yoksa sevdiğimi sanıp, kendimi buna inandırıp ‘sözde’ sevgimi kullanıyor muyum?”

“Ama herkes böyle” demem daha kötü çünkü sürü psikolojisiyle hareket etmemi sağlar. İçimde hissetmemi değil; birbirimize bakıp hayıflanmayı, birbirimize bakıp şükretmeyi veya birbirimize bakıp başkalarının mutsuzluğundan mutluluk devşirmemi sağlar beraberliğimle alakalı..

“İyi de herkes böyle!”

Cümlenin İçsel Çevirisi ve Çözümü: Bunu söylemem aslında beraberliğimi sıradanlaştırıp, toplumun hassasiyeti değiştikçe beraberliğimizdeki hassasiyeti topluma göre değiştirmeye meyilli olmak demektir. Mecburi hissedilen boşanmamaların ve mutsuzlukların çoğaldığı bir toplumda, çoğunluğun arasında sistemin bir parçası olmamı sağlar. “Kurallara dayalı bir sevgi” veya “kullanma talimatlı bir evlilik”

“Aslında biz oldukça mutluyuz. Beraber çok şey paylaşıyoruz”

Cümlenin İçsel Çevirisi ve Çözümü: Paylaştığımız şeyler neler peki, kendimiz dışında şeyler mi? Kendimizi daha iyi saklamak için, başka şeyler mi gösteriyoruz karşı tarafa? Hediyelerimize, birbirimizden beklentilerimize karar veren birbirimize olan sevgi ve saygımız mı yoksa başkaları tarafından tayin edilmiş günlerde mi belli ediyoruz yine ‘sözde’sevgimizi..

“Birbirimize iltifat ediyoruz. Çok sevdiğimizi söylüyoruz, şakalar yapıyoruz”

Geçende bir çift gördüm birbirlerine sarılıyorlardı ama az sonra kavga edecekleri belliydi. Ticari toplantılardaki insanların inişli çıkışlı halleri gibiydiler. Başkalarının yanında iki vücudun birbirine yapışması; aksesuarlar tamam, set hazır.. Belinden tuttuğu sevgilisini neşeyle savuruyor adam. Hayal malzemesi devşiriliyor ilerideki ayrılıklar için, bu belli. Filmlerden alınmış bir sahne, filmler gibi yalandır. Ölümden kurtulan iki sevgilinin sarılması gibi bir sarılma ve dans. Komut belli sistem tarafından: “Sıradaki ayrılığında gözü yaşlı gecelerin için düşüneceğin şeyi hazırla. O ara sana yeni müzikler, yeni filmler ve hatta yeni kişisel gelişim kitapları satacağım. Ne olmak istediğini sorup, sana yol gösteren kişileri hayatına çıkaracağım. E tabi azıcık para da vermek durumundasın yani” ” Bir başkası sistem tarafından öğretileni bana satacak. Benden başka kimse gerçekten ne olduğumla ilgilenmez değil mi? “ Günaydın!

“Peki o zaman ne yapmalıyım?”

Gerçeğin peşine düş, kendinden başkasını suçlama! Hiç olmazsa sistemin sana sunduklarını deşmezsin. Diş çıkartan bebeğin dişliğe sarılması gibi. En azıdan kendini tırmalarsın. Kim bilir çıkan şey, sana seni en iyi anlatan şey olabilir.

“Nasılll??”

Ben de senin dışında biriyim unutma. Aman tuzağa düşme! Cevap sadece senin bulabileceğin şekilde içinde gizli, birazdan fark edeceksin 🙂

“Muhatabım özel günlerde hediye almayı unuttuğunda uyuz oluyorum!”

Cümlenin İçsel Çevirisi ve Çözümü: Birlikte olduğum kişinin beni sevmesini istiyorsam şunu bilmeliyim ki sevgi talep edilen ve sunulan bir davranış – görev değil; fedakârlıkla elde edilen bir şeydir; tutku ise ticaret gibidir ve zamanı gelince ödemesi yapılmalıdır. Eğer benim birlikteliğim ticariyse, bu durumda yüksek bedeli veren ilişkimizi satın alır.

“Nasıl anlarım ilişkimin temelini, sürecini?”

Örneğin; kıskançlığımdan anlarım. “Rahatsız etmeyecek kadar uzakta – güven verecek kadar yakında” sınırını ihlal ettiğimde anlarım ki bir “reyonda” yım. Sonu gelmeyen bir alışveriş merkezinde, bir reyonda sergileniyorum ama hiç bir zaman alınmıyorum. O yüzden hayatım boyunca alıcıma kendimi ikna etmek için uğraşıyorum. Belli bir zaman sonra da muhatabımın bana bakmasını sağlıyorum. Sonra gözlerini benden almamasını sağlamaya çalışmakla geçiyor ömrüm. Bir reyondaysam doğal olarak böyle geçer ömrüm. Sonra birden hayal âlemimde, reyonda olduğumu unutuyorum ama içsel anlamda hala kıyaslanma korkusu aslında içten içe kendime bir reyonda olduğumu da hatırlatıyor.

“Reyondan alınmak istiyorum!” O zaman beklentisiz olmalıyım, usul usul akan bir ırmak veya bir gül gibi. Bir gül bir alışveriş merkezinin ortasında da aynıdır, kimsesiz bir dağın tepesinde de. Güzelliği buradan gelir. Kendi güzelliğini çevresine ispatlamaya çalışmaz, o zaten güzeldir. İşte o zaman asla bir reyonda olmazsın yani kendini bir reyona sokmazsın.

İnsan neden bir villa ve bahçesinde güller olan bir yer hayal eder ? Balkonunun Ormana baktığı bir yer ve orda olmaktan hoşnuttur. Çünkü orda seyretmek vardır seyredilme telaşı yoktur. Aslında havası suyu sadece bahanedir. Kişinin böyle bir yerde asıl rahatlama sebebi seyredilme telaşı olmamasıdır. yani ormana karşı kahvaltı yaparken huzurludur çünkü “Acaba orman bana bakıyormudur” telaşı vermez orman. Bahçedeki güllerin arasında dolaşmak güzeldir. Güllerin seyredilme telaşının olmamasıdır güllerle kişiyi mutlu hissettiren. O halde acaba seyredilme telaşı – kaygısı ve hatta seyredilme ve bilinme – takdir edilme isteği olabilirmi beni huzursuz ve terk edilir kılan. Yanımda huzurlu olunsun istiyorsam o halde ırmak gibi gül gibi orman gibi kendi güzelliğimle kalmalıyım . kaygısız. o zaman benimle olan tatilde gibi hisseder. seyredilme telaşı gütmez muhatabım ve beraberliğimiz bir tatil olur.

“O neden yapmıyor” Ama bu saçma. gülmü olmak isterim gülden hoşlanan bülbülmü ? bülbülü güle aşık eden beklentisizliğindeki kusursuzluğu. ve bülbülün canını acıtansa bir gülün böylesine telaşsız oluşudur kimbilir 🙂

“Gül demişken; sağ olsun sevgilim bana her zaman gül getirir”

Cümlenin İçsel Çevirisi ve Çözümü: Bunun temelinde tarihler boyunca süregelen ve toplumlarca devamlı değişen kurban ritüeli yatar. İnsanın insan için kurbanı aslında muhatabı taptığının yerine koymasıdır. Kurban tüm dinlerde “Tapılan” için kesilir. Eskiden bazı “insanlar” (!) sevdikleri için insan keserlerdi, yani tapılan kişi, “Tanrı” yerine konulan için. Sonra hayvanlar kurban edilmeye başlandı, şimdi de bitki kesiyorlar. Bir çiçeğin, bir kurbanın “ah” ı altında yaşanan bir romantizm hastalığıdır yaşanan veya ilişkinin kaderi karşılıklı kesilen kurban ritüelleri ve yatak arenasında sonlandırılan kavgalarıdır. “Birbirine tapınarak mutlu olmak” Yani karşılıklı kurban yarışı.. “Bir tanrı, bir de sen” kısmı yalan aslında.. Tanrı; “Ya bi de öteki taraf varsa” korkusuyla ortada gezen ama asla oraya girilmeyen bir konudur. Eğer “Bir tanrı, bir de sen” konusu gerçek olsa sen dediğime ayırdığım zaman kadar, Tanrıya da zaman ayırırdım 🙂 Bu aslında muhatabı Tanrı yerine koyarken, Tanrının kullanılmasından başka bir şey değildir. Yani “Bir tanrı, bir de sen” demek aslında “Bak tanrıyı sevdiğim kadar seni seviyorum” demek değildir. “Bak tanrı arayışımı sende sonlandırdım, seni seçtim tapınmak için! Hatta bak seni Tanrıyla aynı kulvarda değerlendiriyorum” demektir. Böyle bir ilişkinin devamı görülmemiştir. Çünkü bir insan asla bir tanrı değildir. Önce tanrını sonra beraber olacağın kişiyi bulmalıydın belki de 🙂 Bu bakış açısına en uygun çözüm aslında. Neyse, bu ayrıca işlenmesi gereken bir konu sanırım..

“Eskiden balkonlar vardı. Şimdi ise geniş balkonların yerini Fransız balkonlar aldı. Sadece balkon görüntüsü olan sözde balkonlar. Bir adım büyüklüğünde.. Ne güzel evde artık boş yerler oluyor.. Eşya için.”

Cümlenin İçsel Çevirisi ve Çözümü: Eskiden karşılıklı oturulunca konuşulan, paylaşılan şeyler vardı ve toplumun sunduğu şeyler değildi birlikteliğe dair yaşananlar. . İnsanlar içlerindekini kusup boşalmazlardı, paylaşmak için konuşurlardı. Balkonlar aslında günümüzde biten evliliklerin temsilidir, acilen eve katılmalıdır bu yüzden. Ve elde edilen boşluğa buz gibi bir vitrin konmalıdır. Elde edilemeyen mutlulukların saklanarak, sahip olduklarının misafir tarafından ihtişamlı ve büyük gözükmesi için iç mimarlarca döşenen evler..

“Neden ki? İnsanı huzurlu ediyor” Bunu soran kişiye şöyle derim “Çocukluğunda mutlu olduğun evi düşün. O evde eşyalar modern değilken, o evi hatırladığında gözlerini yaşartan mutluluğun sebebi neydi?” Her bir eşyanın hatırası vardı, o yüzden eşyaları kolay atamazdı eskiler. Bir köy evinde eşyaların değeri uzun süre kullanılmayışıyla anlaşılır. Çünkü o eşyada hatıralar vardır, her eşya kalmalı bir hatıraya bekçilik etmelidir bu yüzden. Peki şimdi? Şimdi devamlı değişmeli her şey. Acı hatıraların saklandığını itiraf etmenin maskeli hali. “Eşyalar değişmeli” Eşya değişmeli çünkü eşya benimle vardı. Ben değişemiyorsam, eşya değişmeli. İçimdeki sorunu dışımdaki bir şey tetiklememeli.

“Sorun gitmiş olmaz mı tetikleyen unsur ortadan kalkınca

” Maalesef hayır 🙂 Sadece sorunu tetiklememiş olurum. Ve o sorun başka duygularımı sarar bir virüs gibi. İnsanları, eşyaları ve hatta filmleri de değiştirmeye çalışırım. Aslında filmlerde beni mutlu eden ve devamlı film seyredişim asla kavuşamadığımı aramam veya içimde asla kavuşamadığımı tetikletmemdir dışarıdan. Ben değişemiyorsam, filmler değişmeli. Mutsuzluklarımın üstünü örtmeli sahte görüntüler. Kendi hayatımda sahip olduklarımın tetiklemesi gerekenleri bir artiste tetikletmeliyim. “Acaba neden dizileri çok seviyorum?” O kadar yalnızım ve kendimi bulamamışım ki, bu nedenle mutlaka bir dizide kendimi eşleştirdiğim biri olur. Acaba o kişi hayalim midir? Yoksa asla ortaya çıkmaması için dışarıdan birileri tarafından yapılan sinsi bir baskı mıdır? “Ne işlerine yarar ki, neden böyle bir baskı olsun?” Belki de herkesi aynı yapmak için. Çok kişiyi yönetmek zordur ama herkesi tek bir kişi haline getirmeyi başarırsan, bir kişi yönetmek kolaydır.

İnsanın içinde aradığını dışarıda var ederek içindekiyle hasret gidermesidir yaşadıkları. Giderebilse onunla kalır, kişi tatmin olduğuyla kalır. Devam eden harcamalar, değişen eşyalar evler. Ama asla bulunamayan, bulunamadığı için pes etmenin ise imkânsız olduğu bir arayış. Peki aranan ve de bulanamayan ne? Kimsenin adını koymadığı, dışarıdan yönlendirilen bir arayış. Kısır bir döngü.. Örneğin ince belli bir bardak.. Kişi eliyle tuttuğunda, eli otomatikman kibarlaştıran bir hareket meyli veren bardak. İnce belli bardak.. Bunu tüm kibar eşyalar üzerinden düşünebilirsiniz. İnsanı dışarıdan ince olmaya iten, aşağılayıcı bir suçla itham eden bir bardak. “Kaba şey seni, üzülme bu mekanik şey seni kibar gösterecek” Veya bardağı topluma kabul ettiren sistem. Tabi bardak sadece numune. İnsanın iç inceliğine ulaşamamasını kullanan ve dışarıdan kontrolle kibarlaştıran bir sistem mevcut.

“Medeni toplumlar çok kibar ama” Onları belki de savaşta görmeliyim. Savaşta kişileri kibarlaştıran eşyalar, birden aynı sistem tarafından yok edilir. Bir silah – bıçak ne varsa elinde. Ve hiç dokunulmamış, yontulmamış hayvanlığın birden ortaya çıkması. İçe dokunulmaması için lazım olan hareketlerin dışarıdan temini için yapılan figürler, eşyalar yok olur 🙂 filmlerde de çok kibar gözüküyorlar oysaki. Filmlerde gereçler var. Takım elbise – papyon ismini cismini bilmediğim markalar ve göze hoş gelip dışarıdan insanı güzel gösteren, içi kapatan kıyafetler.. “Eğer ben kendimi bu şekilde dışarıdan bana sunulanla mutlu ediyorsam, sahip olduklarım elimden bir anda giderse kokuşmuş halim ortaya çıkar mı?” Savaş olmasına gerek yok. Gözümü kapatıp kendimle ne kadar kalabildiğimle alakalı bu soru. Duyguların kokusu olan düşünceler su yüzüne çıktığında, ne kadar kalabiliyorum kendimle? Savaşa gerek yok, belki de savaşlar içsel savaşları yok etmek içindir dışarıdan tetiklenmeye alışmış insan için.

“O yüzden modern silah ve modern kıyafetle bir ülkeye girildiğinde, o ülkedeki olduğu gibi giyinen insanların ölümleri beni sadece bir evcil hayvanın ölümü kadar üzüyor”

Evet demeyi isterdim. Ama yakınlarımın ölümü, gerçekten onları sevdiğim için mi üzülmemi sağlıyor? Yani uzun süre ağlamam, arkasından ağladığım kişiyi sevdiğim anlamına mı gelir? “Annen öldü, başın sağ olsun. Neden böylesine ağlıyorsun” “Ben onsuz yapamam” veya “Ona alışmıştım” “O benim için her şeydi” Arka planda aslında kişinin kendine verdiği değer mi var? Yani ben kendime kattığı değeri kaybettiğim için mi ağlıyorum? O halde yabancı bir ülkede öldürülen bir çocuk için milli sosyal platform savaşı başlatırım. 🙂 Gidenin arkasından ağlama sebebim ayrılık, sadece ayrılıksa birliktelik sevgiyle besleniyordur. Ama sevgiyle beslenen birlikteliklerde devşirilen şey sevgidir. Ve sevgi bir güneşse, sevgi arttıkça karanlık kaybolur. Ve sevgi güneşse çevremdeki tüm yıldızlar ışığını benden alır. Veya bir yıldız olmayı seçmişsem de bir sanal güneşin yapay ışığı beni var eder. Ve bu durumda beni var eden için savaşırım. Sevgi ise kişinin benliğini yok eder. Var olmaya devam ediyorsam, artan bir şeyler varsa soğan kabuğu gibi örülüyorumdur. Çoğalıyorumdur dertlerimle birlikte ve dertlerimle birlikte sorunlarım da çoğalıyordur. Her derdime bulduğum çözüm beni mutlu ediyorsa daha büyük bir dert geliyor demektir 🙂 Sevgi azalmamı sağlar, verdiğim kendimdendir. Geriye kalacak olansa tüm sorunların toplamıdır, ve tüm soruların kestirmeden sorulmuş hali ;

“Ben kimim?”

İlişkilerde Suçlamaya Dair Küçük Bir Cümle Tiyatrosu;

– Arkadaşım şu yazıyı sana armağan ediyorum. Okuyup anladığını paylaşır mısın?

“Cahil odur ki; kendi hayatına hâkim değil. Kendi hayatının hâkimiyetini başkasına verir. Onların tesiri altına girer. Sonra onların hükmünden razı olmaz. Sonra bir de gider suçlar, ağlar “Ama haksııııız” der. Ne komik.. Seni üzenler duygularına hâkim olanlardır. Üzen ne kadar haksızsa, sen de o kadar haksızsındır. Bu belki de aptallığın itirafıdır. Kendi yönetimini terk ettiğin insanlara haksız deyip, mücadele edip ağlaman da acizliktir. Kendi suçunu örtmektir. En büyük suç be ahmak, anlasana! Seni üzebilene, üzdüğü kadar hâkimiyet vermişsindir kendinden. “İşgal altına alınmış bir ülkenin, işgal edilmeye değil de, işgalcisi tarafından yanlış veya haksız yönetilmeye olan isyanı” kadar aptalcadır. Ahmakçadır. Karşı tarafı değil, içinizdeki hainleri bulup bedeninizden temizleyin ki alaka kesilsin. Muhatapta suç bulmak ne kadar gereksiz.. Anlayana..

– Hocam.. Anladım da. Geçmişim hep kovalayacak mı böyle beni?

– Geçmişin seni kovalaması mı?? Geçmiş bir insan mı seni kovalasın. Aptalca süslü kelimeler! Romantizm hastalığı cümlelerine yansımış. Geçmişi sırtında taşırsan, her yere seninle gelir. Sen aynıysan, çevren de aynıdır.. Süslü kelimelerin süsüyle kendini makyajlayacağına, gerçeğin elbisesini giy. Sözlerimi de süsleyeyim mi illa ki bir eşya gibi? Eşyalar cümleleri değiştirmez anlayana. Hem geçmiş nasıl takip edecek seni? Taksiyle mi..

Psikolog Hilal İNAN – Eyüp BAĞ