Dolar neden yükseliyor? ABD’nin Dolar operasyonu

Doçent Doktor Cemil Erarslan, SON TV için doların neden yükseldiğini ve Amerika’nın dolar üzerindeki operasyonunu analiz etti.

8 Kasım 2016’da ABD’nin 45. başkanı olarak seçilen ve 20 Ocak 2017’de başkanlık koltuğunu Barack Obama’dan devralan Cumhuriyetçi Donald Trump hükümeti, aradan geçen sürede izlediği politikalar ile hem ABD içinde hem de dünyada oldukça tartışmalı bir konuma ulaşmıştır.

ABD’nin Soğuk Savaş döneminde en önemli müttefiklerinden birisi olan ve 1990’lı yılların başında Stratejik Ortak olarak ilan ettiği Türkiye’ye karşı son yıllarda gerek askeri ve dış politik gerekse de ekonomik olarak izlediği siyaset, müttefiklik ilişkisi ile bağdaşmamakta ve amiyane tabirle hasımlık düzeyine erişmiş görünmektedir.

Doç. Dr. Cemil Erarslan

21. Yüzyılda savaşların ve işgallerin askeri operasyonlardan çok ekonomik ve finansal saldırılar ile yapıldığı göz önüne alınacak olursa, son zamanlarda Türkiye ekonomisinde yaşanan döviz kuru ataklarının salt iktisadi ve mali göstergeler ile açıklanması pek mümkün değildir. Bunun için ekonomik gelişmelerin dış politik, askeri ve küresel güç denklemleri içerisinde değerlendirilmesi gerekmektedir.

Bu yazımızda ABD yönetiminin elindeki en önemli parasal enstrüman olan doları, ulusal ekonomileri finansal spekülatif saldırılara açık hale getirmek için nasıl kullandığı son dönemde Türkiye’de yaşananlar özelinde aktarılmaya çalışılacaktır.

ABD DOLARI NASIL KÜRESEL BOYUT KAZANDI?

1944 yılında ABD’nin New Hampshire eyaletine bağlı Bretton Woods kasabasında İkinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası ödemeler sisteminin belirlenmesi için yapılan ve içinde Türkiye’nin de bulunduğu 44 ülkenin katılımı ile yapılan bir toplantıda, 1 Ons Altın’ın değeri 35 ABD dolarına sabitlenmiş ve ABD Merkez Bankası olan Federal Reserve Bank (FED), kendisine söz konusu sabit parite üzerinden dolar getirene altın, altın getirene de dolar vermeyi taahhüt etmiştir. Böylece ABD doları dünyada rezerv para olarak resmen kabul edilmiş ve IMF’ye üye tüm ülkeler merkez bankalarında dolar rezervi bulundurmaya başlamışlardır. 1971 yılında Başkan Nixon’ın doları devalüe etmesi ve FED’in altın penceresini kapatarak, kendisine dolar getirene altın vermeyip, altın getirene dolar vermeye devam etmesine ve 1973 yılında yaşanan Petrol Krizi sonrasında Bretton Woods Sistemi çöküp ulusal paraların dalgalanmaya bırakılmasına rağmen, günümüze kadar neredeyse tüm dünya ülkelerinin merkez bankalarının ABD dolarını rezerv para olarak kasalarında tutmaya devam etmesi neticesinde dolar deyim yerindeyse dünya parası olmuştur.
1973 yılı sonrasında doların sabit kurdan altına bağlılığının kalkması FED’e karşılıksız dolar basma hakkı ve senyoraj geliri elde etme fırsatı verdiği gibi, merkez bankalarının dolar rezervi tutmaları ve ülkelerin ihracat ile ithalat işlemlerinin dolara endekslenmesi de ABD dolarına olan küresel talebin güçlenmesine ve talep yasası gereğince doların dünyada ki değerinin zaman içinde artmasına yol açmıştır.

ABD TİCARET SAVAŞLARINI NEDEN BAŞLATTI?

Trump öncesinde ki ABD yönetimleri de dolar silahını ulusal ekonomileri geçmiş yıllarda finansal ve ekonomik krizlere düşürmek için kullanmış olsa da, hiçbir dönemde mevcut Trump iktidarı kadar aşırı korumacı bir iktisat politikası izlenmemiştir. Trump’ın iktidara gelir gelmez kaçakçılığı önlemek için Meksika sınırına duvar inşa ettirmesi, göçmen karşıtı bir tutum takınarak Türkiye’nin de dahil olduğu bir çok ülkeye vize sınırlaması getirmesi, ABD’nin ekonomik büyüme oranlarını artırmak için kurumlar vergisinde geniş çaplı indirimlere gitmesi, aralarında Çin, Rusya, Türkiye gibi ülkelerin de olduğu bir çok ülkeden yapılan başta çelik ile alüminyum ürünleri olmak üzere bir çok tarımsal ve sanayi malı ithalatına yüksek oranlı ek gümrük vergileri getirmesi ve buna vergi uygulanan ülkelerin misilleme yaparak tepki vermesi sonrasında büyük bir küresel ticaret savaşının fitili ateşlenmiş oldu.

S&P, FİTCH VE MOODY’S’DEN ÇİFTE STANDART

2017 yılının Ağustos ayında 3.60 seviyesinde olan USD/TL paritesinin, aradan geçen sadece 12 aylık zaman diliminde 6.65 düzeyine kadar yükselmesi, yukarıda açıklamaya çalıştığımız olaylar zincirinin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Elbette ki döviz kurlarının tırmanışında Türkiye’de enflasyon oranlarının TÜFE ve ÜFE bazında çift hanelere çıkması, bütçe ve cari işlemler hesabındaki açıkların artması gibi bir takım yapısal sorunlardan kaynaklı olgularda bulunmaktadır. Fakat söz konusu makroekonomik göstergelerdeki bozulmalardan hiç birisi, Türk Lirası’nın bir yıl içinde bu kadar yüksek oranda devalüe olmasını gerektirecek kadar büyük değildir. Bu süreç içerisinde özellikle Standard and Poor’s (S&P), Fitch, Moody’s gibi uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye ekonomisine ve Türk bankalarına vermiş oldukları ekonomik gerçeklerden uzak kötü kredi notları ve not indirimleri de, yabancı sermayenin ulusal para piyasalarından çıkışını artırarak, maalesef ki Türk Lirası’ndaki değer kayıplarını hızlandırmıştır.

Söz konusu süreçte Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), gerek Geç Likidite Penceresi (GLP), gerekse de Politika Faiz Oranlarını önemli oranlarda artırmasına rağmen, bunun etkileri kısa vadeli olarak kalmıştır. Örneğin 25 Kasım 2016 tarihinde yüzde 8 olan 1 haftalık Repo faiz oranları (politika faizi), 01 Haziran 2018’de yüzde 16.50’ye yükseltilmiştir. Yine dolar kurundaki artışları frenlemek için TCMB, ikinci önemli bir faiz artışını 08 Haziran 2018 tarihinde yaparak politika faizlerini yüzde 16.50’den yüzde 17.75’e yükseltmiştir. Bu faiz artışları sonrasında dolar kuru 4.65’den 4.45’e düşmüştür. Diğer bir deyişle merkez bankası politika faizlerini önemli nispette yükseltmesine ve faizlerde GLP yerine politika faizlerini kullanmaya başlayarak sadeleştirme adımı atmasına rağmen kurlarda önemli bir geri çekilme olmamıştır.

Bu da TCMB’nin faiz artırmasının dolar kurunu düşürmeye tek başına yeterli gelmediğini ispatlamaktadır. Dolayısıyla merkez bankasından her Para Politikası Kurulu toplantısı öncesinde faiz artışı beklentisi oluşturulması, özellikle faiz oranlarının yükselmesinden kar sağlayacak azınlıkta yer alan belirli bir kişi ya da grupların dışında hiçbir kimseye menfaat sağlamamaktadır. Çünkü merkez bankasının faiz oranlarını artırması durumunda, ticari bankalar merkez bankasından daha yüksek maliyetle borçlanmış olacaklarından söz konusu bu maliyet artışlarını müşterilerine yansıtacaklardır. Böylece ihtiyaç, taşıt ya da konut kredisi faiz oranları da yükseleceğinden, vatandaşların krediye ulaşması zorlaşacağından kredi büyümesi duracaktır. Bu da beraberinde ticari hayatın gerilemesine, satışların düşmesine, ekonomik durgunluğa, büyüme oranlarının yavaşlamasına ve milli gelirin düşmesine yol açacaktır.

“TECRÜBEYE VE GÜCE SAHİPTİR”

Reel kesimde yaşanabilecek bu negatif olgular sebebiyle merkez bankasının faiz artışı, döviz kurlarında ki artışların azaltılmasında geçici ve sadece palyatif bir çözümdür. Başta dolar kuru olmak üzere döviz kurlarını düşürmenin temel yolu reel üretimi ve ihracatı destekleyip artırmaktan ve dünya ülkelerinden aldığından daha fazla mal satmaktan yani dış ticaret fazlası vermekten geçer. Türkiye sahip olduğu genç nüfusu ve dinamik ekonomisi ile bunu başarabilecek ve şu anda yaşamakta olduğu ekonomik saldırıları atlatacak tecrübeye ve güce sahiptir.

USD/TL paritesinde 2018 yılının Ağustos ayında yaşanan anormal artışların gerisinde Türkiye ile ABD arasında özellikle sözde rahip Andrew Brunson’ın ev hapsine alınması ile başlayan ilişkilerdeki gerginleşme ve arkasından Donald Trump’ın attığı Türkiye karşıtı twitler ile Türkiye’nin Adalet ve İç İşleri bakanlarına yaptırım uygulanması ve Türkiye’den ithal edilecek bazı ürünlere ilave gümrük vergileri getirilmesi çok önemli rol oynamıştır. Yine 2018 yılının Ağustos ayında ABD’nin İran’a karşı başlattığı ağır şartlar taşıyan yaptırımlara, Türkiye’nin de uymasını istemesi fakat Türkiye’nin buna karşı çıkması ve ABD’nin İran yaptırımlarına katılmayan ülkeleri ağır ekonomik kararlar ile tehdit etmesi de dolar kurundaki tırmanışlara etki eden öncelikli gündem maddeleri olmuştur.

24 Haziran 2018 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçim sonuçları sonrasında 4.75’den 4.55’e kadar düşen dolar kuru, 25 Temmuz 2018 tarihinde rahip Andrew Brunson’ın ev hapsine alınması ve ABD dış işleri bakanı Mike Pompeo’nun kararı yeterli görmemesi ve Brunson’ın serbest bırakılmasını istemesi, sonrasında ABD başkanı Donald Trump’ın attığı twitler ve başkan yardımcısı Mike Pence’nin açıklamaları ile Türkiye’yi tehdit etmesi ve buna Türkiye’nin en yetkili makamlarınca sert tepki verilmesi üzerine 1 Ağustos tarihinde ilk kez 5 TL’yi geçti ve 13 Ağustos 2018 günü yeni bir rekor kırarak 7.24 TL’yi gördü. Sonrasında TCMB ve BDDK’nın aldığı önlemler ile dolar kuru Kurban Bayramı tatili öncesine 5.97 TL’ye kadar düştü. Özellikle de BDDK’nın 13 Ağustos gecesinde Swap işlemlerine yüzde 50 sınır getirmesi, yurt dışından fon getirip TL cinsinden bankalardan borçlanıp döviz alan ve kurları spekülatif olarak yükselten yabancı portföy sahiplerinin işlemlerinin kontrol altına alınmasında oldukça etkili oldu.

DOLAR NEDEN YÜKSELDİ?

Ancak 30 Ağustos 2018 tarihinde Suriye’de eli kanlı Beşar Esad rejiminin Türkiye’ye komşu ve daha önce Astana sürecinde çatışmasızlık bölgesi olarak ilan edilen İdlib’e askeri operasyon yapacağı haberleri, 13 Eylül’deki TCMB Para Politikası Kurulu toplantısı öncesinde faiz artışı yapılacağı beklentileri, Türkiye’nin 5 senelik CDS (Kredi Temerrüt Primi) risk priminin 500 baz puanın üstüne çıkması üzerine dolar kuru 6.77’ye kadar yükseldi. Sonrasında TCMB almış olduğu bir kararla 13 Ağustos’ta sınırsıza çıkardığı interbank piyasasından gecelik borçlanma limitlerini, 13 Ağustos öncesi limitlerin iki katı olarak sınırladı. Bu hamle ile dolar kuru 30 Ağustos 2018 gününü 6.65 seviyesinde kapadı.

Buraya kadar ki özetlemeye çalıştığımız uzak ve yakın geçmiş süreci ile güncel olaylara baktığımızda ABD’nin, istediği noktaya getiremediği ülkeleri dolar silahı ile terbiye etmeye çalıştığı gün gibi aşikardır. Özellikle de Donald Trump’ın başkan seçilmesi ile ABD dolar operasyonlarını daha da pervasızca yapmaya başlamıştır. Türkiye, 3 Kasım 2002 seçimleri sonrasında oluşturduğu siyasi istikrarı ve 24 Haziran 2018 seçimleri sonrasında güçlendirdiği yeni yönetim modeli ile ABD’nin finansal ve ekonomik kuşatmalarını gerek kendi imkanları ile gerekse de dünyanın geri kalanı ile kurmuş olduğu dostane ilişkileri sayesinde elde ettiği ticari ve mali kaynaklar ile aşmaya çalışmaktadır. Türkiye, özellikle 2010 yılından sonra Afrika, Asya ve Latin Amerika pazarlarına açılmasının ve dış ticaretini çeşitlendirmesinin meyvesini yemeye başlamıştır. Katar Emiri Al Sani’nin 15 Ağustos 2018’de ki Türkiye ziyareti sırasında, Katar hükümetinin Türkiye’ye 15 Milyar dolarlık doğrudan yatırım yapacağını açıklaması buna en güzel örneklerden birisidir.

Dolayısıyla son söz olarak Türkiye’nin sahip olduğu yer altı ve yer üstü zenginlikler, genç ve potansiyeli yüksek nüfusu, jeo-stratejik ve jeo-politik konumu, hem batılı hem de doğulu ülkeler ile aynı anda konuşabilen nadir ülkelerden birisi olması, tekstil-inşaat-turizm ve otomotiv gibi rekabetçi sektörleri bulunması gibi avantajları sebebiyle, ABD’nin dolar operasyonları ile ülkemizi köşeye sıkıştırmak istemesine rağmen, bu kuşatmayı yararak ülke ekonomisinde istikrarı yeniden yakalayacağını söyleyebiliriz.


SON HABERLER

İlgili Haberler

Exit mobile version