SON TV

Doların tiranlığı ve paradoksu

Son zamanlarda bir yükselip bir düşerek belirsizliğini koruyan dolar ile ilgili yepyeni bir analiz... İşte doların tiranlığı ve paradoksu!

Doların tiranlığı ve paradoksu

Bloomberg’de Peter Coy, doların egemenliği üzerine önemli bir makale kaleme aldı. Son dönemde özellikle Trump’ın agresif tutumlarıyla doların bir silah gibi kullanılması Avrupa, Rusya, Çin ve Türkiye’den gelen tepkilerle ciddi anlamda sorgulanır oldu. İran’a yönelik yaptırımların başta Avrupa olmak üzere birçok ülkeyi sıkıntıya sokacağı kaygısı başka arayışlara yönelim sağlamakta. İran ile Avrupa arasındaki görüşmelerde SWIFT dışında bir ödeme sisteminin kurulması ön görüşmeleri başlatıldı.

Bloomberg’in analizinden yola çıkarak Doların Tiranlığını ortaya koymakta fayda var:

Uzmanlar küresel finans sisteminin merkezinde bir paradoks olduğunu tartışıyor son dön dönmede. ABD’nin dünya ekonomisindeki payı on yıllardır azalıyor. Trump temelde bu sorunu çözmeye adamış görünüyor kendini. Buna rağmen, ABD dolarının baskın yönü ağırlığını sürdürüyor. Halen uluslarası borçların üçte ikisi ve küresel rezervlerinde de aynı şekilde üçte ikisi dolar. Petrol ve altın da Euro veya yenle değil dolarla fiyatlanıyor.

O İŞARETLERİ GÖSTERMEYE BAŞLADI

Ancak artık dolar paradoksu çözülme işaretlerini de göstermeye başlamış durumda. Liderlerden de buna yönelik sesler gelmeye başladı. Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker, Eylül ayında, Avrupalı şirketlerin Avrupa uçaklarını kendi paraları yerine dolarla almalarının “saçma” olduğunu açıklamıştı. Mar ayında Çin, yuan cinsinden ham petrol vadeli sözleşmelerle küresel enerji piyasalarındaki dolar egemenliğine meydan okumuştu. Rusya, doların “uluslararası ödemelerde riskli bir enstrüman” olduğunu iddia ederek bu yıl dolar rezervlerini hızla azalttı. Fransa Finans Bakanı Le Maire, Ağustos ayında ABD’den tamamen bağımsız finansal araçlar istediğini belirterek “Avrupa’nın bir vassal [1] kıta değil, hükümran kıta olmasını istiyorum” açıklamasını yapmıştı.

ABD İZOLASYONCULUĞUNUN BELİRTİSİ!

Aslında küresel düzeydeki bu rahatsızlık yeni değil. Doların küresel finanstaki bu baskın rolü 1965 yılında Fransa’nın o zamanki Finans Bakanı olan G. d’Estaing tarafından “fahiş ayrıcalık” olarak tanımlanmıştı. Eğer dolar merkezi rolünü kaybederse, ABD yatırımcı güven kaybı söz konusu olduğunda daha da savunmasız hale gelecektir. FED, küresel yatırımcı paniğinde diğer ülkeler ne yapıyorsa onu yapmak zorunda kalacaktır: spekülatif paranın çıkışını önlemek için faiz oranlarını ciddi seviyelere çıkarmak gibi…Şu anda da, problemler patlak verdiğinde, geçtiğimiz 10 yılın krizinde olduğu gibi, sorunun kaynağı kendisi olmasına rağmen yatırımcılar ABD piyasalarına akın ediyorlardı. Dolara bu kayış, başka bir açıdan ABD izolasyonculuğunun bir belirtisi olarak da görülebilir. Ünlü ekonomist B.Eichengreen ve iki araştırmacı tarafından yapılan bir araştırmaya göre ABD’nin kabuğuna çekildiği varsayılan bir dünyada doların statüsünün kaybolması Amerikan ortalama faizlerini 0,8 puan artıracağını hesaplamışlardır.

Eichengreen’e göre doların statüsünün ciddi bir şekilde aşınması yıllar sürecek olsa da ABD bu üstünlüğü geri kazanamaz: “Uluslararası temel para birimi olmak avantajlıdır, ancak önemli olan tek şey bu değildir.”

Dolara yönelik en yakın risk, ABD’nin İran’a ve İran’la iş yapan ülkelere finansal yaptırımları abartmasıdır. Mayıs ayında Trump yönetimi, 2015 yılında yapılan İran’ın bazı nükleer faaliyetleri durdurması karşılığında İran’a yönelik yaptırımların hafifletilmesi anlaşmasından çekildiğini açıkladı. ABD 4 Kasım’da yaptırımları yeniden hayata geçirecek ve ABD dışındaki şirketlere Tahran’la iş yapmamaları yönünde baskı yapmaya devam edecektir. Bu anlamda Avrupalı bankalar ve şirketler risk altında görünüyor.

DEĞİŞİMİNİ DÜZENLEYECEK!

Avrupalı liderler, bunu öncelikle egemenliklerine yönelik bir ihlal olarak görmekteler. Ardından, Avrupalı şirketlerin ABD Hazine Bakanlığı ile OFAC’a takılmadan İran’la iş yapabilmelerini sağlayacak bir ödeme sistemini üzerinde çalışmaktalar. Bu amaçla geliştirilen düşüncelerden biri, Amerikan yaptırımlarına bankalardan veya şirketlerden daha az hassas olan devlet tarafından finanse edilen bir kuruluş kurmaktır ki bu kuruluş, İran petrolünün Avrupa ve muhtemelen Rusya ve Çin’den de gelen ürünlerle değişimini düzenleyecektir.

Fransız yetkililer, bankaların dahil edilmemesi için işlemlerin barter olarak yapılandırılabileceğini söylemekteler. Avrupa Birliği’nin dış politika şefi Federica Mogherini 26 Eylül’de Bloomberg Küresel İş Forumu’nda yaptığı konuşmada “Avrupalılar olarak başkalarının, hatta en yakın dost ve müttefiklerimizin bile kiminle iş yapabileceğimizi belirlemesini kabul edemeyiz” açıklamasını yapmıştır.  Ancak, Avrupa’da işler yavaş gitiiğinden Kasım ayında yürürlüğe girecek yaptırımları hafifletecek herhangi bir şey hazır olamayacaktır.

MEMNUNİYETSİZLİK GİDEREK BÜYÜYOR

Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, Eylül ayı sonlarındaki Birleşmiş Milletler Genel Kurul toplantısında, Avrupa planını “retorik olarak güçlü, ancak uygulanma imkanı zayıf” olarak tanımlayarak reddetmişti. Bolton, “Bu yüzden henüz var olmayan ve yaratılacağı bir hedef tarihi olmayan bu yapının gelişimini” izleyeceğiz diyerek de iğnelemişti. Yine de, Bolton’un bu tavrı pahalıya mal olabilecektir. Avrupa’nın yaptırımların hafifletilmesine yönelik geçici çözüm arayışı gecikse bile, doların egemenliğine yönelik memnuniyetsizliğin önemli göstergesi olarak küresel finansın merkezine oturmuştuk artık. Ve üstelik bu memnuniyetsizlik giderek büyüyor. Hatırlanacağı üzere, 2016 yılında Obama’nın o zamanki Hazine Bakanı Jacob Lew yaptığı bir konuşmada “yaptırımların aşırı kullanımı, küresel ekonomideki lider konumumuzu ve yaptırımlarımızın etkinliğini azaltabilir” uyarısında bulunmuştu. İran’a yönelik aksiyonu destekleyen Demokrasileri Savunma Vakfı CEO’su Mark Dubowitz bile “Her zaman tek bir enstrümanın aşırı kullanımı riski vardır…Örtülü operasyon, askeri, bölgesel, siyasi ve enformasyon savaşı da gerekir” diyordu.

Doların şu anda en büyük şansı rakiplerinin birtakım zaaflarla malul olmasıdır. Euro bir parasal birliği temsil etmekte ancak merkezi bir vergilendirme ve harcama otoritesi yok. İtalyan ekonomisinin kötü durumu, euro alanındaki istikrarı da zora sokuyor. Çin’in demokratik-olmayan liderliği, küresel ticaret ve sermaye akımlarının açıklığına temkinli yaklaşımı da yuan’ın küresel para birimi olması konusunda zorluklar oluşturuyor. Eichengreen, “Dünya tarihinde her gerçek küresel para birimi, 14. ve 15. yüzyıllardaki Venedik, Floransa ve Cenova gibi cumhuriyetçi kent-devletinde olduğu gibi, bir demokrasinin veya bir siyasal cumhuriyetin para birimi olmuştur” demektedir.

DOLARA OLAN GÜVENİ AZALTMAKTA

Uzun vadede doların statüsüne yönelik en büyük tehdit, ekonomistlerin ifadesiyle Triffin İkilemi’dir. Belçikalı-Amerikalı ekonomist Robert Triffin 1959’da ABD’nin dünyanın geri kalanına dolar sağlaması için ticaret açıkları vermesi gerektiğini gözlemlemişti. Ayrıca,  Triffin, ABD’nin söz konusu ticaret yaptığı ülkelerin ise, Amerikan mal ve hizmetlerine harcamak yerine elde ettikleri dolarları rezerv hesaplarında biriktirdiklerini belirtmiştir. En nihayet, kronik ticaret açıkları dolara olan güveni azaltmaktadır. İşte bu durum, Nixon’ı 1971’de doların altına konvertibilitesini terk etmeye zorlamıştır.

Harvard’dan C. Reinheart “Şimdi diyorsunuz ki, bu bir sorun değil, borcumuz altına dayalı değil. Ancak borcumuz ve herkesin borcu, nihayetinde ekonomide üretilen mal ve hizmetlere dayalıdır. Dünya GSYH’ndaki payımız da daralıyor.” demektedir. Reinheart diyor ki, ABD, 1971’de dolar karşılığında altın verme yükümlülüğünü terk etti, dolayısıyla dolar getirene altın vermek zorunda değiliz diye sevinmeyin! Zira, borç, nihayetinde üretilen mal ve hizmetler ile ödenmektedir. Birisi borcunu ödemek istediğinde, ürettiği mal veya hizmetin karşılığında elde ettiği gelirle bu ödemeyi yapar. Üstelik ABD’nin dünya mal ve hizmet üretimindeki payı da azalıyor.

100 DOLARLIK BİR BANKNOT…

Giscard d’Estaing, “fahiş ayrıcalık” ifadesi kullandığında esasen önemli bir gerçeğe parmak basıyordu. ABD dışında tutulan her dolar aslında ABD’ye verilen sıfır faizli bir kredidir. Cebimize koyduğumuz her bir dolar, ABD’ye verdiğimiz sıfır faizli bir kredi niteliğinde. Üstelik, Eichengreen’in işaret ettiği gibi, 100 dolarlık bir banknot basmanın maliyeti ABD’ye birkaç kuruş iken, diğer ülkeler için 100 dolar değerinde mal ve hizmet verilmesini gerektirir.

Dolara yönelik dış talebin artması kuru yükseltip, Amerikan mal ve hizmetlerini daha az rekabetçi hale getirmesi konunun olumsuz yönünü temsil etmektedir. ABD içinde üretilebilecek ürünler dışarıdan ithal edilecek ve istihdam açısından olumsuzluklar yaratacaktır. Trump’ın yaklaşımının çıkış noktası tam da burasıdır.

Doların tiranlığının sürdürülmesi, her şeyden önce uluslararası kabulünün devamına bağlı. Eichengreen’ın araştırmasına göre, ABD nükleer şemsiyesi altında yer alan ülkelerin (Almanya, Japonya gibi) döviz rezervlerinde çok daha büyük oranda dolar tuttuğu görülmektedir. Fransa gibi kendi nükleer silahlarına sahip ülkeler ise görece olarak daha az dolar rezervi taşımakta. Diğer bir yol ise, küresel finansal kriz sırasında FED Başkanı Bernanke’nin yaptığı gibi, Fed’in “swap line”ları yoluyla ticaret ortaklarına serbestçe dolar sağlamaktır. Ve Peter Coy’un dediği gibi, doların hakimiyetini müttefiklerine karşı bir sopa olarak kullanmaktan vazgeçmektir.

[1] Vassal: Avrupa feodal sisteminde, derebeyine (feodal lord) hizmetleri karşılığında kendisine toprak ve köylü (yurtluk) tahsis edilen kişi. “Vassal devlet”, bir anlamda kukla devlet demektir

 

ETİKETLER: