SON TV

Doktorun işkencesi işkencenin doktoru

Son.TV yazarı Mehmet Aycı 14 Mart’ta İşkenceye Ortak Olan Doktorları yazdı

Daha eskiye gitmeye lüzum yok, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat kırılmalarından sonra on binlerce insanımız sistemli işkenceden geçirildi. İşkence altında ölen, işkenceden ölmek üzereyken dışarı çıkarılıp kaçmak isterken vuruldu süsü verilerek infaz edilen yüzlerce insanın neredeyse ölümü kurtuluş oldu.

Kurtuluş oldu zira, bugün aramızda işkenceden dolayı erkekliğini kaybeden, kadınlığı kaybeden, beyninin bir kısmı, uzvunun biri/bir kaçı felç olan, hâlâ o izleri taşıyan binlerce insan dolaşıyor.

Solculardan işkence görenlerden hayatta ve ayakta kalanlar gördükleri işkenceleri değişik zeminlerde dile getirmelerine rağmen “sağcı” çevreden işkenceye maruz kalan binlerce insan tuhaf bir mahremiyet ve muhafazakarlık algısıyla olsa gerek derin suskusunu hâlâ sürdürüyor. İkili konuşmalarda o da sorulduğunda anlatıyorlar ancak yaşadıklarının bir kısmını…

Binlerce insan mahkemeye çıktığında “işkence gördüm efendim” dediğinde dönemin yargıçlarınca hastaneye sevk edilmedi. İşkence gördüğü ifadesi kayıtlara geçirilmedi.

Binlerce insan hastanede “işkence gördüm doktorum” dediğinde çürüğü eziği şikayeti kayda geçti ancak kaydın altına “işkence gördüğüne dair bir emareye rastlanmamıştır” ibaresi de eklendi.

Hatta bazı hakimlerin, bazı doktorların, ben de geçen yürümüştüm, ayağımın altı şişmişti, benim de elim kapıya sıkışmıştı, ben de düşmüştüm dudağım ve gözüm patlamıştı gibi müstehzi karşılıkları, işkence mağdurlarına yeni bir psikolojik işkence olarak yansıdı.

Türkiye’nin büyükçe bir hapishane olduğu, sosyal hayatın Çetin Altan’ın romanının isminden ödünç alarak söylersek “Büyük Gözaltı”na dönüştüğü yıllar uzak değil kardeşlerim.

Bütün bunları yaşadık…

Varlıklarını ve kimliklerini ayrılıkçı terörle ifade edenlerin toplumsal taban bulmasında sevgili Yılan Paşa’mızın avanesinin Diyarbakır Cezaevi başta olmak üzere doğuda uyguladıkları sistemli işkencelerin “tuz” olduğunu ayrıca söylemeye gerek yok…

Sistem kendi vatandaşının burnundan getirme refleksli hareket etti yıllarca… Kamu görevlilerinin nasıl canavarlaştığı, darbe sonrası işkenceye katılmayan askerlerin de işkenceye maruz kaldığı pek çok yayında, itirafta, haberde kayıtlı…

Özellikle 12 Eylül sonrası, birisi “muhafazakar” iki ruhbilim profesörünün işkence mağdurlarını denek olarak kullanma teşebbüslerini de biliyoruz.

Bütün bunlar oldu da, merak ediyorum, Hipokrat Yemini eden, mesleği ve formasyonu insanı yaşatmak olan doktor milletinin aynı dönemlerde işkence mağdurlarına niye işkence gördü raporu vermekten imtina etmeleri… Bu merak bize doktorların da işkence altında olduğunu söylememizi zorunlu kılıyor.

Şöyle bir şey mi var: Ben bu delikanlılara, bu çocuklara işkence gördü raporu verirsem benim de meslek hayatım tehlikeye düşer, işimden olurum, düzenim bozulur deniyorsa, bu ettikleri yemini sıfırlamaya yol açan başka bir işkencenin tezahürü…

Yoksa sağcı mahkumlara solcu subayların/polislerin, solcu mahkumlara sağcı subayların/polislerin sistemli işkence yaptığı yıllarda, İstiklal Marşı okumanın bile işkence müfredatına alındığı yıllarda, solcu işkence mağdurları sağcı doktorlara, sağcı işkence mahkumları ise solcu doktorlara mı havale edildi?

Yoksa olağanüstü dönemlerde hekimlerin insan vücudunu kesilip biçilen, dikilip tekrar açılan bir “malzeme”, bir “nesne” olarak görme eğilimleri mi ortaya çıkıyor da, saman çuvalı gibi karşılarına yığılan işkence mağdurlarına kayıtsız kalıyorlar.

Daha fazla yargıda ve çıkarımda bulunmak alan uzmanlarının işi olsa gerek… Arşivsiz olan sevgili ülkemde, keşke arşiv kayıtları olsa, keşke işkence iddiasıyla hekime giden işkence mağdurların talepleri ve verilen raporlar üzerinden bir araştırma yapılsa, o doktorlar bulunarak onlar üzerinde sahiden ruhbilimci olan birileri alabildiğine insani refleksle bir araştırma yapsa da, sadra şifa olsa… Yine de işkence mağdurları üzerinden eksik de kalacak olsa böyle bir çalışma yapmak hâlâ mümkün…

14 Mart Tıp Bayramında herkes çok güzel şeyler söylüyor da, kimsenin aklına diğer mesleklerde olduğu gibi doktorluk mesleğinde bu ve buna benzer deformasyonları araştırmak gelmiyor. Bu iş öncelikle Tabip Odalarının, Tabipler Birliği’nin ve Üniversitelerin işi olmalıydı.

Bir de o tanıklığı yaşayıp üç maymunu oynayan doktorlarımız akşam evlerine giderken nasıl ruh hali yaşadılar, çocuklarını sevebildiler mi, insan merak ediyor işte…Darbe sonrasında yeminine sadık kalan doktorları da bu yargıların dışında tuttuğumuzu onlara gıpta ettiğiniz burada söyleyelim.

İnsan dönem tanıklıklarını okuyunca sadece devletin değil doktorun kapısına gitmekten de soğuyor. Bıçak parası kalksa bile…

Ya aynı dönemlerde işkenceye diğer mağdurlar gibi işkence mağduru olan Tıp Fakültesi öğrencilerine, sağcı ve solcu doktorlara ne demeli?

YAZARIN SON YAZILARI
Hicret meselesi - 17 Nisan 2014
Paralel devlet gazeli! - 29 Ocak 2014
Baransu’nun bavulu - 17 Aralık 2013
KUZU POSTU MESELİ - 2 Aralık 2013
Dirilten ve Öldüren - 18 Ekim 2013
Tırmık - 9 Ekim 2013
Neşat Ertaş’a dair - 24 Eylül 2013