Başbakan ulusu için suç duyurusu
Darbeciler yargılanıyor. Ezici çoğunluk bundan seviniyor. Sevinmeyenler, iki yaşlı insanı mahkeme önüne çıkarmak iş mi, diyerek işi karikatürize ediyorlar.
Darbeciler yargılanıyor. Ezici çoğunluk bundan seviniyor. Sevinmeyenler, iki yaşlı insanı mahkeme önüne çıkarmak iş mi, diyerek işi karikatürize ediyorlar. Elbette iş, hem de büyük iş.
27 Mayıs 1960 darbesinden yaşayan kalmamış olabilir. Ama, 12 Eylül darbesinden ve sonrakilerden yaşayan çok. Onlar bir bir yargı önüne çıkarılmalıdırlar. Bu işler acıma duygusuyla geçiştirilemez. Darbecilerin öldürdükleri, işlerinden attıkları, pasaport vermedikleri, akıl almaz işkencelere maruz kalanların acıları ne olacak?
Herkesin yatığı yanlarında kar mı kalacak?
Bugün size, Türkiye’nin en yüz karası darbesi olan 12 Eylül 1980 Darbesi’nin başbakanı Oramiral Bülend Ulusu’dan söz etmek istiyorum. Nedense bu zatın adı sanı duyulmuyor, hiçbir yerde geçmiyor. Sanki bir el O’nu koruyor. Bir türlü aklım almıyor. Üstelik bir üniversitede mütevelli heyet üyesi.
Beşi bir yerde diye anılan beş kişilik darbe çetesini anlıyorum. Bunlardan sağ olan iki yaşlı mahkeme önüne çıkmıştır. Buna şükür mü demeliyiz.
Cunta’nın Başbakanı Bülend Ulusu denilen muhterem, darbeden on iki gün öncesine kadar Deniz Kuvvetleri Komutanıdır. Bunun anlamı darbe hazırlıklarının ilk gününden beri içindedir ve sorumludur. Ayrıca icranın başı olarak olan biten her şeyden sorumludur.
Ben şimdi size bizzat kendisinin imzaladığı bir belgeden söz etmek istiyorum. Çok az kişi tarafından bilinen belge, her nasılsa yazılıp çizilmiyor (T. Hatipoğlu, Eylül Üniversitesi, 1990).
Amiral Ulusu, 04. 02. 1983 tarihli ve 15-548-02929 sayılı bir genelgeyi Yükseköğretim Kurulu’na gönderiyor. Moda deyişle altında ıslak imzası bulunuyor. Genelge aynen şöyle:
“Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına,
1. Genelkurmay Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanlığının ilgi (a) yazısından:
a. Dicle Üniversitesi’ndeki bir kısım görevlilerin Anayasa oylamasında kamuoyu üzerinde olumsuz etkilerinin olduğu,
b. Bir kısım öğretim üyelerinin geçmişte suç delili bırakmadan çeşitli olaylara karıştıkları,
c. Bu şahıslarla ilgili bir suç unsuru bulunamadığından haklarında adli takibat yapılamadığı,
d. Ancak menfi tutum ve davranışlarına rağmen bu personele kurum içinde üst yöneticilik veya unvanlar verildiği anlaşılmıştır.
2. Bu nedenle; geçmişte suç işleyenlerin ilmi ve idari kademelerde yükselmelerini önlemek amacıyla üniversitelere asistan alırken, doçent veya profesör olmadan, her kademede ayrı ayrı olmak üzere haklarında ilgi (b) genelgenin 3 üncü maddesinin (a) fıkrası gereğince ve Başbakanlık kanalıyla güvenlik tahkikatı yaptırılması uygun görülmüştür.
Bilgilerini ve gereğini arz ve rica ederim. İmza Bülend Ulusu Başbakan”
Bu yazının imzacısı ortalıkta görünmüyor. Bu genelge YÖK Başkanı İhsan Doğramacı’nın eline geçtikten sonra üniversitelerde tam kıyım başlamıştır. Kanım o ki, böyle bir genelgeyi DFoğramacı yazdırmıştır. Çok uyanık ve kurnaz biridir. Hiçbir ciddi belgede imzası yoktur. Neler olmuştur:
Suç delili olmadan suç işleyenler denilerek yüzlerce insan üniversitede ceza görmüştür. Kimi, sıkıyönetim komutanlarınca 1402 sayılı sıkıyönetim yasasının 2. maddesi uyarınca sakıncalı görülerek üniversiteden atılmışlardır. Bunlara kamuoyunca 1402’likler denmiştir. Aynı maddeyle binlerce işçi, memur ve öğrenci kurumlarından uzaklaştırıldılar.
Genelge uyarınca yine yüzlerce öğretim üyesi Doğramacı’nın ve zamanın zalim rektörleri tarafından profesör ve doçent yapılmamıştır. Anadolu Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Doç. Dr. Hüseyin Sarnıç arkadaşımın profesörlüğü YÖK’ten defalarca (o sırada profesörlük işlemleri gözden kaçmasın diye olsa gerek YÖK’te bitiyordu) dönmüştür. Günün rektörü Yılmaz Büyükerşen, kanser olan bu arkadaşımın eşine ve çocuklarına profesör aylığı kalsın diye çok çabaladı ve başarılı olamadı. Profesör olamadan öldü. Büyükerşen, o dönemde doğru tavır göstermiştir, bunu da anmam gerekir. Kendim 1402’lik olduğum halde kendi acımı yendim, Hüseyin’in acısını yenemiyorum. Genelgeyle bu tür nice olay yaşanmıştır.
Bazı öğretim üyeleri kur’ada çıktın denilerek sürgün edildiler ve isdtifaya zorlandılar. Kimi asistan adayları sınavı kazandıkları halde göreve başlatılmadılar. Bunun yanında yanlışlıkla tutuklandınız denilerek bazı ülkücüler asistan yapıldılar ve şimdi onlar profesörler.
Şunu açıkça söylüyorum. Bu genelgeyi imzalayan Bülend Ulusu ve gereğini yapan üniversite yöneticileri hakkında suç duyurusunda bulunuyorum. Savcılar görevlerini yapsınlar. Bundan daha iyi suitirafı olmaz. Dönemin YÖK Başkanı, üyeleri, rektörleri ve sıkıyönetim komutanları ortalıkta hiç suç işlememişler gibi gezecekler mi? Herkes affetse, ben etmiyorum.