SON TV

Ahmet Davutoğlu’nun rüyası nasıl gerçekleşir?

Davutoğlu’nun büyük bir rüyası var. Saçlarını o rüyayı temellendirmek, tabir etmek ve hayata geçirmek için ağarttı; ağartıyor. Tarihi iyi biliyor. Uluslar arası ilişkileri iyi biliyor. Tarihin sadece tarih olmadığını aynı zamanda talih olduğunu iyi biliyor. Bakan olmasına rağmen bir sahafta onu kitap alırken görmek de mümkün. Atom karınca gibi. Yerinde duramıyor. Büyük düşünüyor, doğru. Kendi rüyasının rüyalarını da görüyor. El kitabı olacak, rehber niteliğinde metinler yazdı. Bunlar içersinde Stratejik Derinlik kitabının ayrı bir yeri var.

O yere gelmeden önce şunu söylemek lazım: Türkiye bir imkanlar adası… Çin uygarlığından, Hint uygarlığından, Pers uygarlığından, Arap-İslam uygarlığından, Mısır Uygarlığından, Roma/Bizans uygarlığından, bu uygarlıklar arasındaki kültürlerden etkilene etkileye gelen muazzam bir birikime sahibiz. Devlet deneyimi değil sadece bu… Dolaşıma girdiğinde dünya değerler haritasının rengini değiştirecek bir değer hazinesi var Türkiye’nin… Yemeğinden giyim kuşamına, insan ilişkilerinden, insanın eşya ve evren ilişkisine başka milletlerin, başka toplumların sahip olmadığı, sahip olma şansı olmadığı bir biz hazine…

Türkiye, son çeyrek yüzyılda bu anlamda kabuğunu kırmaya başladı. O kırılan kabuktan bile, çok da sağlıklı kurgulanmayan popüler kültür enstrümanlarının coğrafyamızda nasıl bir dönüşüme yol açtığını görmem mümkün… Ancak bunun bilinçli bir yol açma, bir yatak oluşturma olduğunu söylemek zor.

Bir devlet büyüğüne bir büyükelçinin verdiği brifing çoğu zaman internetten toplanan maddi bilgileri geçmiyor. Tüketim ve toplumsal değişim eğilimleri yok örneğin, ne bileyim Türkiye’ye bakış yok, o ülkelerin hassas, zayıf ve güçlü taraflarından çıkarılacak algı haritaları yok… Azerbaycan gençlerinin niye Beşiktaş’ı, Fenerbahçe’yi, Galatasaray’ı tuttukları, niye İstanbul Türkçesiyle konuştukları, Şamlı dilberin gece kulübünde çalan telefonunda ekran koruyucu olarak niye Polat Alemdar’ın fotoğrafının çıktığı, Gümüş dizisinin yayınlandığı gün Mağrip ülkelerinde niye sokakların boşaldığı, Dobrucalı çocuğun niye Trabzonspor beresi taktığı yok. Mısırlı amcanın kızına niye İstanbul adını verdiği yok. Türkiye dışında Davos’tan sonra kaç erkeğin Recep Tayyip adını taşıdığı da… Olmalı mı evet…

Sivil kuruluşların Türkiye dışı gerek eğitim gerekse ekonomik kurumları da çok fazla kendi odaklı… Kendi içinde iyi işleyen ve kendisini korunaklı kılmaya çabalayan bir yapı var daha çok… TİKA ve Yunus Emre ise koordinatörün ufkuna ve çapına göre etkin, yahut değil.

Tekrar Stratejik Derinlik konusuna dönersek, üç nokta var orda: Türkiye eğer kendi coğrafyasında güçlü, istikrarlı, yön veren, güvenli bir ülke olacaksa, coğrafyasına olup bitenden haberdar olmalı, sonra olup bitende inisiyatif kullanmalı, sonra karar vermeli… Peki bu nasıl olacak… Elbette insanla olacak… O zaman 10 yıllık sürede şu yapılmalı değil miydi?

Hinterlantta ne kadar ülke, ne kadar toplum varsa, çok değil, üç kişi o ülkeleri çalışsa… Sivil bir yapı içerisinde, karakter zaafı olmayan, sağcı olsun, solcu olsun, İslamcı olsun fark etmez, yeter ki ülke kaygısı olsun, yetenekli, zeki ve dirayetli çocuklar istihdam edilse… O ülkenin dilini ve İngilizceyi su gibi konuşsa… Doktorasını o ülke üzerine yapsa… En az bir yıl o ülkede kalsa… Bir danışmanlık ihtiyacı olduğunda o çocuklara sorulsa… Çok değil, beş yüz kişinin on yılda alanını bilen, o dilleri konuşan ve Türkiye’nin gücüne inanan bir kadro oluşturulsa, bizler her olayda, Amerika’da hasbelkader eğitim görmüş, her şeyi internetten çözen ve her konuda ahkam kesen yorumcuların elinden kurtulmuş olurduk.

Türkiye’nin önümüzdeki elli yılına, yüz yılına yön verecek donanımlı bir kadro oluşmaz mıydı?

Hariciye Nazırı ve Hükümet değişimlerinden etkilenmeyecek sağlam bir kadro kurulur, o kadro kendi ardıllarını yetiştirir ve bu konu kurumsal hale gelirdi.

Sahi, 2015’te yeniden mi hatırlatalım bunu… Kaç kişi diaspora ve Ermenistan çalıştı… Kendi Ermenilerimizin dilinden bile faydalanamadıktan sonra daha çok yorum dinleriz.

YAZARIN SON YAZILARI
Hicret meselesi - 17 Nisan 2014
Paralel devlet gazeli! - 29 Ocak 2014
Baransu’nun bavulu - 17 Aralık 2013
KUZU POSTU MESELİ - 2 Aralık 2013
Dirilten ve Öldüren - 18 Ekim 2013
Tırmık - 9 Ekim 2013
Neşat Ertaş’a dair - 24 Eylül 2013