SON TV

Uzlaşmak için çatışmak gerekir

Tartışma, çatışma hatta kavgalar her ilişkide kaçınılmazdır. Olmalıdır da… Çünkü uzlaşmak için çatışmak ve tartışmak gerekir. Uzlaşmak her zaman aynı fikirde olmak ya da bir tarafın diğerinin dediğini kabul etmesi değildir. Uzlaşmada eşitlik vardır, karşılıklı adım atmak vardır. ‘Bir gün senin dediğin, bir gün benim dediğim olsun’ demek vardır. İşte ilişkilerde bu işlevselliğe ulaşmak için doğru çatışmayı ve tartışmayı öğrenmek gerekir.

Uzlaşmadan önce çatışmak gerekir…

Uzlaşmada ‘hep bana’ demek yoktur, ‘farklı düşünceleri kabul edemem, hatta katlanamam’ demek yoktur, ‘aynı fikirde olmamak dünyanın sonudur’ demek yoktur. Uzlaşma küsmemek, alınmamak, farklılıklarla yaşamaktır. Bu nedenle ben; çatışma ve tartışmaları, çifti uzlaşmaya götürdüğü için çok olumlu değerlendiriyorum. Ama tartışmayı, konuşmayı, kendimizi doğru ifade etmeyi bilmek koşuluyla… Bu nedenle çiftleri tartışmamak değil, doğru tartışmak konusunda bilgilendiriyoruz.

Doğru biçimde tartışmak

Tartışma becerisi iletişim becerisinin bir parçasıdır. Galiba iletişimsizliğin ya da iletişim sorunlarının kaynağında en fazla düşünce hatalarımız yatıyor. Yaşam olayları karşısında bizim tepkilerimizi belirleyen, bir durumun ya da olayın ne olduğu değil, bizim tarafımızdan nasıl algılandığıdır. Yani, durum ve olayları algılarken düşüncemizde oluşan olası düşünce hataları; genelleme, önyargı, zihin okuma ya da olumsuzu seçme gibi iletişim sorunlarına neden olmaktadır. Bu nedenle önce düşünce hatalarımızdan kurtulmamız gerekiyor.
Ayrıca etkin dinleme becerisi de önemlidir. Terapide bireyler sık sık “eşim beni dinlemiyor” diye yakınırlar. Buradaki dinlememe galiba anlamama ile aynı anlamda kullanılıyor. Dinlenmeme ya da anlaşılmama, bireylerde birçok olumsuz duyguyu çağrıştırmaktadır. Örneğin; dikkate alınmama, değer verilmeme, istenmeme hatta sevilmeme… Bu duyguların var olduğu bir ilişkide de, önemli sorunlar olduğunu düşünmek yanlış olmaz.

Kavga Etme Sanatı

Her çift tartışır, çatışır ve kavga eder. Bu normal ve işlevseldir. Hatta çatışmamaları gariptir. Önemli olan nasıl tartıştığınız ya da kavga ettiğinizdir. İlişkide başarıyı belirleyen budur. Bu nedenle terapide çiftin ne için tartıştığına değil nasıl tartıştığına odaklanırız. Doğru ve sağlıklı çatışma/kavga, bir ilişkiyi güçlendirir.

İşte doğru ve sağlıklı kavga etmenin “yap-yapma”ları:

• Tartışmayı birinizin diğerinin fikrini çürütmesi gerekliliği olarak algılamayın. Bunu yaparsanız tartışma büyük bir kavgaya gidecektir.

• Bir şeyle ilgili kızgınsanız, bu konuyu biraz soğumaya bırakın. Konuşmak için kızgınlığın yatışmasını sağlayın ve size engel olmasına izin vermeyin.

• Eşiniz problemi o an konuşmak istemiyorsa ona zaman verin. 24 saat içinde bir zaman için randevulaşın ve o zaman konuşun.

• Doğru tartışmak için öncelikle tartışılacak sorunun ne olduğunu bilmek gerekir. Neyi tartışmak istediğinizi kendi kendinize söyleyin. Sonra da eşinize söyleyin.

• Tartışma ya da kavgayı ikiniz arasında tutun. Üçüncü şahısları dahil etmeyin. En iyi arkadaşım, ilişkilerde tecrübeli biri, adil bir büyüğümüz demeyin ve kavgayı aranızda tutun.

• Asla belden aşağı vurmayın.

• Eski defterleri açmayın.

• İğneleyici bir tonda söylediğiniz şey, sevimli kelimeler ve hayvan isimleri bile doğru tartışmayı bozar.

• Mizahı, espriyi nasıl kullanacağınıza dikkat edin. Gülmek güzeldir. Ama yanlış kullanılan mizah alaycı görülebilir. Alay etme de, tartışmada zarar verici olabilir ve yanlış yorumlamaya neden olup tartışmaya zarar verir.

• Kavga ederken karşıdakinin ne dediğini anlamak için onu dinlemeli, beden dilini de izlemelisiniz. Eşit süreler vererek her iki kişinin de konuşması sağlanmalıdır.

• Birbirinizin sözünü kesmeyin.

• Suçlamadan uzak durun.

• Ben dili kullanın. Ben cümlelerini sen cümlelerine tercih edin.

• Öfkenin fazla yükselmesine izin vermeyin. Öfke veya başka bir engel duygu oluştuğunda ara verin.

• Özür dilemeye veya eşinizin özür dilemesini istemeye açık olun.

• Affetmek için anlamak gerekir, anlamak için dinlemek.

• Bazen eşinizi affetmek çok zor olsa da, affetmemek sizin için ve ilişkiniz için çok daha zarar vericidir. Bir tercih yapın. Kin gütmek birinin sizi sömürmesi, suiistimal etmesi gibidir. Çünkü sizin enerjinizden yer durur. Buna izin vermeyin.

• Kazanmak için kavga etmeyin, ilişkiniz için kavga edin.

• Çığlık atmayın, bağırmayın. Bir miktar ses yükselmesi ile bağırmayı birbirinden ayırın.

• Tehditkar bir tonda konuşmayın.

“Çatışma Olmadan Uzlaşma Olmaz” Konusu İçin Örnek: Sevim-Kaan Çifti

Gerçekçilikten uzak yüksek romantik beklentileri olan genç ve güzel Sevim, önce onu tavlamak sonra onunla evlenmek için yıllarca peşinde koşan Kaan tarafından hiç mutlu edilememişti. Halbuki, Sevim peşinden koşan onca erkekten hangisini seçse hayatı boyunca el üstünde tutulacağına, romantizme boğulacağına ve hayatını bir “şiir” tadında yaşayacağına inanıyordu. Ama yanlış adamı seçmiş olmalı ki, hayatı dayanılmaz bir sıradanlık içinde, şiirsellikten çok uzak geçip gidiyordu.

Erkek evliliğin başından itibaren cinsel anlamda “itilip kakılmış bir adam”dı. İtilmekten sıkılıp artık Sevim’e pek yanaşmayan Kaan erkekliğini hissetmek için, her geçen gün işine daha çok sarıldı. Artık güçlü olduğunu, erkek olduğunu, iktidarını; savunma sanayindeki büyük ihaleleri kazandıkça hissediyordu.

Sevim, iş nedeniyle ayda en az iki defa çıkılan seyahatler öncesinde kocasının valizini hazırlamaktan ve sonrasında aynı valizi boşaltmaktan nefret ettiğini söylüyordu. Çünkü kocasını iş için bile olsa seyahate göndermek ona yaşayamadıklarını hatırlatıyordu. Sevim ve Kaan sekiz senedir hiç birlikte tatil yapmamışlardı. Sekiz günlük balayı tatili hariç…

Sevim’in balayı; birçok genç kadın gibi büyük beklentilerle başlamış ama daha büyük bir hayal kırıklığıyla sonlanmıştı. Çünkü kocası hiç de balayında gibi davranmamıştı. Duygusal olarak çok incinen Sevim, suratını asmış ve sekiz gün boyunca gerekmedikçe konuşmamıştı. Bu şekilde davranırsa kocasının onu anlayacağını ve çark edip “balayına layık” davranmaya başlayacağını umuyordu. Bu konuda da hayal kırıklığına uğradı çünkü Kaan zaten kendince “balayına layık” davranıyor; denizin, güneşin, yiyip içmenin keyfini çıkarıyordu. Kaan sekiz gün boyunca; açık büfeden kapasitesinin üzerinde yemek yemiş, kavrulana kadar güneşlenmiş, en sıkıcı tatil köyü eğlencelerine bile katılmış ve bol bol uyumuştu.

Bu tablo Sevim’de, evlilikleri boyunca sürecek bir “pasif agresif” hal yarattı. “Balayında suratını astı ve bir daha da düzelmedi” diyordu kocası. Balayında taze karısının asık suratını görünce birkaç kez “sen iyi misin?” diye soran Kaan’a dudaklarını büzerek ve derin bir sessizlikle cevap vermişti Sevim. Bu kadar anlayışsız bir kocaya ne söylenebilirdi ki? Adam resmen karısına inat keyfine bakıyor, Sevim’in mutsuzluğunu umursamadan geceleri mışıl mışıl uyuyordu. Bazı geceler Sevim daha banyoda dişlerini fırçalarken, kocası uykuya dalıyordu. Hatta utanmadan uyurken horluyordu, balayında hem de…

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, güneş de sekiz gün boyunca sıradan bir şekilde doğudan doğmuş ve batıdan batmıştı. Her şey ne kadar sıradandı, bu nasıl bir balayıydı? Sevim bunu hak etmek için ne yapmıştı?

Terapide iyice anlaşıldı ki, Sevim kendini ifade etmek konusunda çocukluğundan beri başarısız biriydi ve konuşmadan anlaşılmak istiyordu. Ona göre gerçek sevgi zaten “sen ‘leb’ demeden sevdiğinin ‘leblebiyi’ anlaması”ydı…

Sevim, sekiz gün boyunca içinde büyüttüğü ve balayından dönerken yanında getirdiği kocaman hayal kırıklığını, evde çeyiz sandığına kaldırdı ki, hiç zarar görmesin! Nineden kalma örtülerin, dantellerin arasında sekiz yıl dokunulmadan saklanan hayal kırıklığı, terapide ortaya çıktı. Tabi beraberinde, ortaya başka kirli çamaşırlar da döküldü. Anlaşılan balayında hayal kırıklığı yaşayan tek kişi Sevim değildi.

Kaan; evlilik öncesinde karşılık bulamayan ve sürekli ertelenerek zirveye ulaşan “coşkun cinsel arzular”ını, balayının ilk günü, bir gündüz denemesinde bir daha bulamamak üzere kaybetmişti. Sevim yatakta, Kaan’ın değimiyle “çok sert bir sudan üretilmiş buz kalıbı” gibiydi. Zaman içinde erise bile, içimi hep zor olacaktı.

Balayının ilk günü, öğleden sonra karısına sokulan Kaan, onun da bu anı sabırsızlıkla beklediğine emindi. Çünkü evlenmeden önceki her yakınlaşmada Sevim, kendisini balayına sakladığını anlatıyor, beklemeye değecek detaylardan söz ederek Kaan’ın iştahını kabartıyordu. Kaan da bekledi ve sonunda evlendiler, Sevim artık karısıydı ve yasak masak kalmamıştı. Heyecanın tam dorukta olduğu anda Sevim’in dudaklarından dökülen aşk dolu sözlerini, Kaan hiç unutmadı: “Bitince haber ver”. Bu sözleri duyduğu anda Kaan gerçekten bitti. Bir daha da karısına karşı hiç öyle bir heyecan duymadı. Cinsel yaşamları, iki yıl boyunca “karın doyurmak için yenen tatsız yemekler” gibiydi. Hamilelik ve sonrasında Kaan, evdeki tatsız yemeklerden uzaklaşmış ama başka sofralarda da pek doyamamıştı.

Özetle Sevim doğumdan sonra Damla’nın annesi, Kaan’ın da bacısı olmuştu.

Kaan daha ilk terapi seansında, kendi değimiyle “boğadan öküze dönüşmesi” ile birlikte; sadece cinsel heyecanını değil, yaşama sevincini de nasıl kaybettiğini anlatmıştı. “Allahtan iş güç çok yoğundu” dedi Kaan, “işe asıldım ve bu sayede tekrar hayata döndüm”.

Ortaya dökülen kirli çamaşırlar bu da kadar değildi. Kaan karısının haftalarca süren küsmelerinin ne kadar dayanılmaz olduğunu anlatıyor “kızı da bu hastalıklı tavrına alet ediyor” diye şikayetleniyordu. Zavallı çocuk sürekli olarak, benimle konuşmayan annesinin tercümanı olmak zorunda kalıyor” diyordu. Hatta küs olmadıkları zamanlarda bile, Sevim kocasıyla konuşurken Damla araya girip annesinin söylediklerini babasına tekrarlıyordu: “baba annem diyor ki …”.

Kaan’ın kızları Damla’yla ilgili sarf ettiği bu sözler, Sevim’in yüzündeki kızgınlık halini zirveye çıkarmıştı ama Sevim susmaya devam ediyordu. Bense onun bu pasif halini kırmayı istiyor ama uygun anı kolluyordum. Galiba kocası da sürekli kışkırtıcı konuşmalarla karısının direncini kırmaya çalışıyordu. Adam haklıydı da, terapide de kırılmazsa, nerede kırılacaktı?!

Sevim seanslarda şikayetlerini anlatırken bile kocası yokmuş gibi sadece bana konuşuyordu. Bu da adamı her seferinde çileden çıkarıyordu. Damla’yı küsmelerine alet ettiğine dair kocasının eleştirilerini cevaplarken, konuşmaya “Arzu hanım, şimdi bana cevap hakkı doğdu” şeklinde başlaması Sevim’in kendini mahkeme salonunda gibi hissettiğini gösteriyordu. O zaman Sevim’in terapiden beklentisinin kimin haklı kimin haksız olduğunun, daha doğrusu “kendisinin ne kadar haklı olduğunun” benim tarafımdan söylenmesi olduğunu anladım. Ama bu isteği karşılamayacağımı o anda söylemedim.

Terapide en önemli parçayı yakaladığımın farkındaydım. “Cinsellik” konusunu sıkı sıkı tuttum.

Kaan nicedir Sevim’in sofrasında doyuramadığı aç karnını dışarıda ayaküstü fast food yiyerek dolduruyordu, ama doyuramıyordu. Bu durum Kaan’ın Sevim’e öfkesini iyice şişirmiş ve patlayacak hale getirmişti. Sevim ise, evlendikleri günden beri kendisini hayal kırıklığına uğratan kocasını, yatakta mutsuz ederek cezalandırdığının farkında bile değildi. O aldatılan kadın, yani “kurban” rolünü kendine daha çok yakıştırıyordu.

Sevim, çoktandır bildiği ve şikayetçi görünmediği “kocasının başka kadınlarla ilişkisi” konusunu terapide açınca, Kaan öfkesine hakim olamadı. “Sen beni bilerek yatağından attın, şimdi şikayet etmeye hakkın yok” dedi çığlık çığlığa. Ya bu cümle, ya da Kaan’ın canı yanarak haykırışı, garip bir şekilde o gün Sevim’in çözülmesine neden oldu. Sevim terapiye başladıklarından beri ilk kez kocasına doğru “zaten şikayet etmiyorum, kiminle ne yaptığın benim umurumda bile değil” dedi ve ağlamaya başladı.

Birlikte sessizce imzalamış oldukları iletişimsizlik anlaşması o günden sonra terapide kavga gürültüyle yırtılıp, parça parça edilmeye başlandı. Bu beni sevindiriyor, her kavgada daha sahici bir hal alan evlilikleriyle ilgili umutlanmamı sağlıyordu.

Uzun süren, gürültülü seanslar ve üç buçuk aydan sonra artık gerçek bir çiftle çalışmaya başlamıştım. Tartışmalar, anlaşmazlıklar, çatışmalar farklı fikirleri ortaya döküyor, Sevim ve Kaan önce çatışmayı sonra da orta noktada buluşmayı öğreniyordu.

Hedefimi belirledim: Sevim terapi dışında da konuşma becerisini kazanmalıydı. Sevim terapide neredeyse her konuda konuşmayı beceriyordu. Çünkü içine kapanmasına, küsmesine izin vermiyor, konuşması için onu destekliyordum. Bu konuda Kaan’ın desteği gerekiyordu. Kaan Sevim’in konuşmasını engelleyecek bir davranışta bulunmamalı ve konuşması konusunda onu desteklemeliydi. Kaan’a ise yeniden bir boğa olabileceğini göstermek gerekiyordu. Tabi ki bu konu, Sevim’de bitiyordu. Ve son olarak ortak karar alma konusunda çok fazla pratik yapmaları gerekiyordu.

Oyun:

Cinsel yakınlaşma konusunda son derece zayıf olan bu çifte, ilk olarak “seni çekici buluyorum çünkü…” oyununu oynattım.

Seni çekici buluyorum çünkü:

Yüz yüze oturun. Eşinizin çekici bulduğunuz tüm fiziksel ve kişilik özelliklerini düşünün. Bunları sırayla (bir kadın erkeğe, bir erkek kadına) her seferinde birer tane olmak üzere eşinize söyleyin. (“Seni çekici buluyorum çünkü dudakların çok güzel”, “seni çekici buluyorum çünkü zeki birisin” gibi…)

Ev Ödevi:

Sevim’in öncelikle küsmek gibi pasif davranış biçimlerinden sıyrılması gerekiyor. Memnun olmadığı konuları sesi titremeden, kendini kötü hissetmeden konuşmayı öğrenmesi, konuşmadan anlaşılmayı beklemekten vazgeçmesi gerekiyor. Konuşmadan anlaşmanın ne zor olduğunu anlayabileceği bir ev ödevi verdim.

Hayalimdeki akşam yemeği:

* Çiftle yapılan görüşmede, evde baş başa bir akşam yemeği planlamaları istenir. Bu akşam yemeği için her ikisi de özel hazırlık yapacaktır. Kadın yemek seçiminden, yemeğin hazırlanmasından, sofrayı kurmaktan, yemeğin ilk yarısında konuşulacak konuyu seçmekten ve özenli giyinmekten sorumlu olacaktır. Erkek ise yemek için alınacak çiçek, içki veya tatlıdan, yemek müziğinin seçiminden, yemeğin ikinci yarısında konuşulacak konuyu seçmekten ve özenli giyinmekten sorumlu olacaktır.

* Her biri diğerinin sorumlu olduğu konudaki isteklerini, düşüncelerini birer kağıda yazar. Yazdıkları kağıtları yemek öncesinde eşlerine verirler. Ama kağıtlar yemek sonuna kadar açılmaz. Gecenin sonunda kağıtlar açılır ve yazılanlar yüksek sesle okunur.

* Kadın istekler önceden söylenmiş olsaydı bu yemeğin daha tatmin edici bir yemek olabileceğini görür ve ifade etmenin önemini anlar. İnsanlar konuşarak anlaşırlar.

Konuşulacak Kişiler:

Sevim’in annesi Saadet (İzmir’de yaşayan Saadet, arada sırada gelip kızı ve damadıyla kalmakta, torun hasreti gidermektedir. Ama bu gelişlerde kızının kocasından ayrı yattığı Saadet’in gözünden kaçmaz. Saadet kızını birkaç kez uyarmış ve “kocasını yatağından çıkaran kadın, onu önce gözden çıkardı demektir” demiştir.)

Sevim’in yakın arkadaşı Özlem (Özlem, Sevim’in çocukluk arkadaşı, hatta tek arkadaşıydı. O, Sevim’i çok iyi tanıdığı için Sevim’in çoğunlukla kendini anlatması, hoşlanmadığı şeyleri söylemesi gerekmiyordu. Buna rağmen birbirlerini sık sık yanlış anlarlar ve Sevim küsüp bir süre uzaklaşırdı arkadaşından. Bu nedenle Sevim’in iletişim engelliliğinin en iyi tanığıydı Özlem.)

Kaan’ın birlikte çalıştığı ağabeyi Ayhan (Ayhan Kaan’ın evine gitmek konusundaki isteksizliğinin ve sokak hayatının tanıklarındandır. Ona göre kardeşi, kendisini eve bağlayamamış bir kadınla evlidir. Kaan’ın aslında sokaklarda olmayı istemeyen bir adam olduğunu bilir Ayhan.)