SON TV

Suriye’deki son gelişmeler:

15 Mart 2011 Tarihinde başlayan ve henüz sonuçlanmayan Suriye’deki iç çatışmaların üzerinden iki yıl geçti. Bu ay üçüncü yılına giren çatışmalar yakın zamanda da sonuçlanacak gibi durmuyor. Sürecin bu kadar uzun sürmesini savaşın tarafların Suriye yönetimi ve rejim karşıtı muhaliflerden oluşmamasıdır. Yani Suriye’de yaşananların iç mesele olmayıp, bölgeyi hatta dünya’yı ilgilendirdiğini söyleyebiliriz. Devam eden mücadele, farklı amaç ve menfaatleri bulunan ülkeler/gruplar arasında yaşanmaktadır. Bu sebeple bölgede önemli bir aktör olarak yıldızını yükselten Türkiye’nin sürecin dışında kalması düşünülemeyeceği gibi, bizzat yön verenler arasında olması da menfaatlerimiz açısından kaçınılmazdır.

Ünlü yazar Samuel Langhorne Clemens (takma adı Mark Twain) annesine yazdığı meşhur mektubunda başlarken “Zamanım kısıtlı olduğu için kısa yazamıyorum” diyerek olayları kısa ve öz ifade etmenin zorluğuna dikkat çekmiştir. Ben de gelişmeleri mümkün olduğunca özetleyerek yazmaya çalıştım.

Bölge ile yakından ilgilenen bazı ülkeleri Çin, İran ve Rusya ile Suudi Arabistan, Katar, Türkiye ve ABD olarak düşünebiliriz. İsrail’i belitmediğimin farkındayım, nedenini aşağıda açıklamaya çalışacağım. Şimdi kısaca bu ülkelerin sürece dahil olma nedenlerine bir göz atalım:

Çin, enerji ihtiyacı her geçen gün artan ve ihtiyacının çok büyük bir bölümünü İran, Afrika ve Eski sovyet ülkelerinden temin eden bir ülkedir. (İthal ettiği petrolün yaklaşık olarak 42%’sini Orta Doğu, 5%’sini Eski Sovyetler, 13%’sini Afrika ve 10%’sini diğer Asya ülkelerinden temin etmektedir.) Arz güvenliğini sağlamak için taraf olmak zorundadır.

İran, bölgede en iyi müttefiki olarak gördüğü Suriye’deki Şii yönetimi silah, para , asker ve askeri eğitim sağlayarak fiili şekilde desteklemektedir. Ayrıca Lübnan’daki hizbullah ve Filistindeki Hamas’ı da dewstekleyerek çıkarları doğrultusunda kullanmaktadır. Bilindiği gibi bu örgütler Suriye iç savaşında ve bölgedeki farklı operasyonlarda İran güdümünde faaliyetlerde bulunarak İran’ın bölgedeki taşeronluğunu yapmaktadır.

Rusya Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne konuşlandırılan füzeler, Türkiye’de konuşlandırılan gelişmiş radar sistemlerinden dolayı sıkıştığını ve etki alanının azaldığını düşünmektedir. Akdenizdeki tek limanını (Suriye Tartusdaki liman) ve bu koridordaki enerji arzını elinde tutarak etki alanını korumak amacı ile Suriye yönetimini desteklemektedir. Enerji arzını elinde tutarak stratejik avantaj sahibi olma politikasını izleyen Rusya’nın Akdenizdeki fosil yakıt rezervlerine gözünü diktiğini ve Rum yönetimi ile görüşmeler içerisinde olduğunu da unutmamak gerekir. Bu noktada Rusya’nın gelişmelere göre stratejisini değiştirebileceğini özellikle belirtme gereği duyuyorum.

Suudi Arabistan ile Katar, mezhepsel olarak farklı olan ve bölge için tehlikeli gördükleri İran güdümündeki Suriye BAAS rejiminin yıkılmasını desteklemektedir. Bu arada İran karşıtı operasyonların maddi olarak Suudiler tarafından desteklediğini ve İran’ın dünya üzerindeki en büyük düşmanının Suudiler olduğunu belirtmek isterim.

Suudi Arabistan ile İsrail’in Suriye konusunda çıkarları farklı olsa da İran konusunda ortak düşmana sahip oldukları değerlendirilebilir. Her iki ülke de İran’ın bölgedeki en önemli müttefiki olan Suriye’nin parçalanmasından hoşnut gibi görünseler de sadece Suudi Arabistan, Suriyeli muhalifleri Baas rejimine karşı aktif olarak desteklemektedir. Bu noktada İsrail’in en büyük endişesi şu anki BAAS rejiminin yıkılması durumunda yerine radikal İslamcı bir rejimin geleceğini düşünmesi ve olası İran güdümlü füze saldırılarıdır. Bu sebeple Suriyedeki olaylara çok aktif olarak katılmamakla birlikte gelişmeleri yakından izlemektedir. Ayrıca, Suriye’deki mevcut rejimin Golan Tepelerinde yaşayan binlerce İsrailli’nin yaşamasına karşı çıkmamasından dolayı aralarında gizli bir anlaşma olduğu da düşünülebilir. Suriye konusunda farklı çıkarları olsa da İran konusunda stratejik birliktelikleri güçlü bir şekilde devam etmektedir.

ABD müttefikleri ile paralel bir politika izlemektedir. Bu amaçla asıl hedef İran’ın elini zayıflatmak, Rusya’nın etkinliğini azaltmak ve bölgedeki çıkarlarını arttırarak elini kuvvetlendirecek politikalar doğrultusunda Esad rejiminin değişimini desteklemektedir. Geçtiğimiz hafta The Wall Street Journal’in adını açıklamadığı görevdeki ve eski ABD yetkililerini kaynak göstererek yayınladığı haberde; Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)’nun hükümet birliklerine karşı daha etkili mücadele vermesi için bilgi paylaşımında bulunduğunu belirtti. Bununla birlikte CIA’in müttefikleri kanalı ile sevkettiği silahların aşırı islamcılara gitmesinden kaygı duyduğu, bu sebeple Bölge Ülkeleri’ne gönderdiği ajanlar kanalı ile laik savaşçı unsurlarını güçlendirme yönünde çalışmalar yürüttüğü istihbar edilmiştir. Bu konuda Suriyeli muhalif komutanlar CIA’in çeşitli silahların kullanımları konusunda isyancıları eğitmek için İngiliz, Fransız ve Ürdünlü istihbarat servisleri ile işbirliği içerisinde çalıştıklarını ve Ürdünde 200-300 savaşçının eğitildiğini açıklamışlardır.
Radikal islamcı gruplardan kaygı duyan Beyaz Saray, Suriye sınırından El-Kaide bağlantılı teröristlerin geçişine karşı seçkin terörle mücadele birimlerini bölgeye sevkederek, Iraklı gruplara olan desteğini de arttırdı. Bildiğimiz gibi Merkezi Irak Yönetimi de geçtiğimiz günlerde bazı askeri unsurları’nı Suriye sınırına kaydırmıştı. Bu hamlenin de Beyaz Saray’ın kaygısı ile yapılmış bir hamle olduğunu düşünüyorum.
Gelişmeler devam ederken, İsrail kaynaklı Debka, Suudi istihbaratının Balkanlar (Sırbistan, Bosna, Hırvatistan ve Kosova)’dan Suriyeli Gruplara Rus yapımı ağır silah (220 mm MLRS roketatar, Hurricane 9K57 rampası) tedarik ettiğini, bu silahların Halep’in ele geçirilmesi için kullanıldığını belirtti. 7.6 metre, 800kg. Olan roketlerin 43.7 ton ağırlığındaki bir araca sabitlenerek deniz yolu ile bölgeye intikalinin zor olmasından dolayı, Suudi istihbarat şefi Prens Bandar’ın önümüzdeki dönemde Balkanlar’dan Halep’teki isyancılara transfer edilecek silahların Türkiye üzerinden Halep’e uzancak şekilde bir karayolu yolu koridorunun ihdası için Hakan Fidan ile temaslarda bulunduğunu ve anlaştıklarını belirtti.
Türkiye ise son dönemde izlemeye başladığı aktif politika ile sürece dahil olmuştur. İzlenen aktif politikanın asıl amacı bölgede yaşanacak gelişmeleri menfaatlerimiz doğrultusunda kontrol etmektir. Şunu belirtmek isterim ki Türkiye’nin bu süreçte olup olmaması sürecin başlamasında bir faktör değildi. Ancak, zamanın ruhuna uygun olarak başlayan olaylara katılması Türkiye için zorunluluktu. Aktif politika yaparak zekice attığı adımlarla gelişmelere dahil olmayı başardı.

Çatışan güçler içerisindeki güç mücadelesi Suriyeli muhalifler arasında da yaşanmakta olup rejimin değişimi sonrası gelecek yönetim seçilmektedir. Ben bu süreçte Türkiye’nin daha aktif rol oynayarak oluşacak yapıda güçlü bir pozisyon alması gerektiğini düşünüyorum. Bu bölgesel güç olma adayı ülkemizi daha da etkinleştirecektir. Mevcut durumu Güney komşumuzu arkasından bıçaklamak, tarihsel bağlarımıza ihanet olarak değerlendirenlere dünyadaki gelişmelerin zamanın ruhu ile ortaya çıktığını, yani yaşamın olağan akışı içerisinde normal olduğunu görmelerini tavsiye ederim.

Kısaca tahminlerim: mevcut koşullar değişmez ise yakın zamanda Suriye’ye askeri bir müdahale olacağını düşünmüyorum. Suriyedeki çatışmalar artarak devam edecek, buna ilave olarak muhalif güçlere temin edilecek çeşitli tip ağır silahlar ve destek ile Suriye hava savunma sistemleri ve havaalanları muhalif güçler tarafından ele geçirilecek ve/veya kullanılamaz hale getirilecektir. Bu sayede Suriye’ye hava yolu ile ulaşan yardımlar kesilecek, direnişçilere önemli bir avantaj sağlanacaktır.

Suriyedeki süreç devam ederken; asıl hedef olan İran, 2014 yılı Haziran ayına kadar nükleer silah sahibi olup, denemelerini başarı ile tamamlayamaz ise büyük bir ihtimalle askeri müdahale seçeneği devreye girecektir. Eğer nükleer silah sahibi olur ise; bölge dengeleri değişecek ve yeni senaryolar şekillenecektir. Gelişmeler ışığında durumu hep birlikte değerlendireceğiz.