SON TV

Akiller heyetine ”Öğrenilmiş çaresizlik” tepkisi

Psikolojide “öğrenilmiş çaresizlik” diye bir şey vardır. “Bir kişi, sistem veya kuruma karşı yapılan eleştirilerin işe yaramaması ve sonunda eleştiriyi yapanın pes etmesi” demektir. “Sistemin, eleştiri yapanın gücünü kırması” da denebilir buna.

“Öğrenilmiş çaresizlik”in iki sebebi vardır. Birincisi, erk’i elinde bulunduran güç ile muhalifin gücü arasında kıyas kabul etmez bir farkın olması; ikincisi ise, erk’i elinde bulunduranın umursamazlığıdır. “Öğrenilmiş çaresizlik”te, asıl fecaat ikincidedir; yani umursamazlıktadır.

Her iki “öğrenilmiş çaresizlik” de, eleştiri yapanları veya muhalefet edenleri, “pasif direniş” ve “öfke-hırçınlık” şeklinde olmak üzere, iki tür davranışa sevk eder. Aslında bu iki tavır da depresif bir tavırdır.
Bilindiği gibi, depresyon, “yaşanan ve engellenemeyen olumsuz deneyimler sonrasında, hayattan alınan zevkin azalarak geleceğe dair umutların tükendiği ve hayattan beklentilerin kalmadığı bir nokta”dır.

Türk siyasî hayatında, son zamanlarda yaşanan olaylara bakıldığında, muhalefetin hareketini belirleyen insiyâkın, ilkeli siyaset yoluyla değil de “öğrenilmiş çaresizlik”in sonucu olduğu görülüyor.

Son 11 yılda görüldü ki, Ak Parti iktidarı, erk’i güçlü bir şekilde elinde bulunduruyor ve muhalefet büyük bir çaresizlik içinde, ne yapacağını şaşırmış durumda ve hatta “umutların tükendiği ve hayattan beklentilerin kalmadığı bir nokta”da bulunuyor. Muhalefetin bu durumunu “öğrenilmiş çaresizlik” olarak tavsif etmek mümkündür.

CHP, özellikle “terörün bitirilmesi” konusunda iktidar karşısında bir pasif direniş sergileyerek “öğrenilmiş çaresizlik” yaşıyor. Hatta bu pasif direniş, CHP’ye, değiştirici-dönüştürücü bir etkide bile bulunuyor.

MHP’deki “öğrenilmiş çaresizlik” ise, “hınç, hırçınlık ve öfke” şeklinde tezahür ediyor. Son günlerde yaşanan Âkiller Heyeti faaliyetleri karşısında MHP’nin takındığı tavra bakanlar, bu tespiti çok kolay yapabilirler.
Akiller heyeti meydanlara inip salonlara girmeye başlayınca Türkiye’nin ezberi bozulmaya yüz tuttu. Ezberlerini bozdurmak istemeyenler, “öğrenilmiş çaresizlik” psikozuyla, sadece ezberlerindeki sloganlarla ortalığı velveleye veriyorlar. Söylediklerinde, çözüme yönelik tek kelime yok. Çünkü ezberlerinde buna matuf bir birikim yok. Slogan seviyesine indirilmiş bir kaç kuru söz, özünden uzaklaştırılıp aksesuar olarak kullanılan bir bayrak ve zaman zaman da ruhuna aykırı bir şekilde okunan İstiklal Marşı…

Âkiller Heyeti karşısında İstiklal marşı okumak ve bayrak açmak, “öğrenilmiş çaresizlik”le yaşanan bir hınç ve öfke patlamasıdır. Dağarcıklarında, çözüm için teklifleri olmayanlar için en kestirme yol, kendilerini sadece ortak değerler üzerinden ifade etmektir. Birileri için bu Atatürkçülük veya laikliktir, öteki için İstiklal Marşı ve bayraktır.

Heyetin konuştuğu salonlarda İstiklal Marşı okumakla, Mamak’ta ülkücülere dipçik zoruyla İstiklal Marşı söyletilmesi arasında hiç farkı yoktur. Ülkücüler, bu marş için canlarını bile verecek kadar fedâkâr idiler ama dipçik zoruyla söyletilmeye zorlanmaları, işkenceye dönüşmüştü. Şimdi aynı durumu, çok az farkla, Âkiller Heyeti’ne karşı kullanmak, İstiklal Marşı’nı öfkeye ve hınca boğmaktır.

O salonlara gelerek terörü bitirmek için nelerin yapılması gerektiğini konuşup tartışama gayretinde olanların arasında, İstiklal Marşı’nın felsefesini yapacak donanımda insanlar; bu marş ile ilgili sizin söyleyeceğiniz bir kelime karşısında, bin kelime konuşacak kadar donanımlı insanlar var. Bir kelimeye karşılık, bin kelime ile karşılaşanların hınç ve öfkelerinin sebebi, “ öğrenilmiş çaresizlik”tir.

“Öğrenilmiş çaresizlik”in, depresyona yol açtığı herkes tarafından bilinir. Depresyon için TÜBİTAK sitesinde şöyle bir tespit var: “Başlarda sıkıntılara karşı koymaya çalışsak da, birikim yapmaya devam ettikçe çaresiz olduğumuza ve onları engelleyemeyeceğimize inanmaya başlıyoruz. Kontrolsüzlük hissi hayattaki hemen hemen tüm aktivitelere karşı ilgimizi kaybetmemize ve onlardan aldığımız zevki azaltmaya başlıyor.”

Dikkat edilirse, bu tespitte, sıkıntılara karşı koyma gayreti vardır. Muhalif, bu karşı koyma gayretiyle yorgun düşer. Bu durum gittikçe muhalif, çaresizliğini idrak eder ve bunu sonucu, bir “kontrolsüzlük” yaşanır ve buna bağlı olarak da hayattan zevk alma hissi yok olmaya yüz tutar.
Muhalefetin başlarda, oligarşinin de desteğiyle güçlü bir şekilde iktidar karşıtı tavır takınması; fakat destekçi güçlerin demokratik çizgiye çekilmesiyle bu gücünü kaybettiğini idrak etmesi, muhalefeti “öğrenilmiş çaresizlik” psikozuna sürükledi. Buna, “iktidarın engellenemeyeceği” düşüncesi de eklenince, MHP muhalefeti, olayların kendi kontrolünden çıktığını anladı ve yaşamaları gereken “hayattan zevk alamama” aşaması, içine düşülen umutsuzluk sonucu, hınç ve öfkeye dönüştü.

Kendi teşkilatından ümidini kesen iktidarın, Âkiller Heyeti’ni oyuna sokmasıyla, bir üst seviyeye çıkan öfke ve hınç, kontrolsüzlük çizgisine çekilirse, bundan zararlı çıkan muhalefet olur. Çünkü hem “öfkeyle kalkan, zararla oturur” hem de “keskin sirke kübüne zarar verir.”
Bu günler, öfke ve hınç günleri değil, “usulet ve suhulet” günleridir.