SON TV

Nobel Adayım Cahit Koytak; 2015’e Yakışır…

Bir “özür” he “helalleşme” konuşuluyor 2015 arifesinde… Ermeni dostlarımızdan da “özür” ve helalleşmek yetmez diyenler oldu. 2015’te Türkiye Ermenilerden özür dilesin diyenlerin de safı belli oluyor. Sevgili Hakan Albayrak da koroya dahil oldu. Elbette helalleşmek iyidir. İnsanidir de. Benim dedemin ruhu senin dedenin ruhundan özür diliyor mu diyeceğiz birbirimize… Bunu biz dedik diyelim Ermeniler de kardeş, biz işgalcilerle iş tuttuk, bize “Büyük Ermenistan” vaat edildi, sizin de çok canınızı yaktık biz de sizden özür dileriz diyecekler mi? Ne Türkiye’de özür yanlılarının durduğu yer doğru, ne de Ermenilerin Türklerden özür dilemeye, helalleşmeye niyetleri var.

Cahit Koytak, Ceride-i Taraf’ta 23 Nisan 2013 günü bir “helallik” yayımladı. Benim 2015 Nobel adayım Cahit Koytak… İki yıl öncesinden hak etti… Nobel’e gerekçe şiiri de şu:

“Bir avuç yezit İttihatçının,
bir cinayet çetesinin torunları olduğumuzu kabul edip de,
onlar adına mı özür ve helalleşme dileyeceğiz?
Yoksa, peygamber ahlakına, yaratılış hukukuna, tevhit
inancına bağlı müminler, hanif seciye sahipleri olarak bizler,
bu canilerle; bu, zulüm ve kıyım sürecinin hiçbir döneminde
aynı yerde ve aynı safta olmadığımız, olmak istemediğimiz hâlde,
aradan hemen hemen bir yüzyıl geçmesine,
suçun büyüklüğünü, korkunçluğunu görmemize
ve suçluları tanımamıza rağmen, işlenen bir suç
ve suçun tescilli failleri yokmuş gibi davrandığımız,
yahut öyle davrananlara ses çıkarmadığımız,
suçluların yargılanması ve ihkak-ı hak için
kılımızı kıpırdatmadığımız için mi helallik isteyeceğiz?
Biz, büyük ailenin, insanlık ailesinin,
aynı evde yaşayan öteki üyeleri olarak,
mazlum ve mağdur kardeşlerimizin
ve onların torunlarının uğradıkları zulmü, sadece onlara değil,
bize, hepimize yapılmış gibi görmekte bunca yıl geciktiğimiz
ve mazlumların, mağdurların haklarını savunmak,
geri almak, kayıplarını tazmin ve telafi etmek yolunda
bunca yıl hiçbir şey yapmadığımız için mi, yoksa?
Lakaydimiz, duyarsızlığımız, körlüğümüz için mi
Ermenilerden helallik dileyeceğiz?
Yoksa, hâlâ onların sürülüp çıkarıldıkları evlerin,
bağların bahçelerin, köylerin üzerinde oturduğumuz
yahut oturulmasına bunca yıl ses çıkarmadığımız için mi?

Peki, bütün bunlar ve başka borçlanmalarımızla
başka duyarsızlıklarımız, başka vefasızlıklarımızla yüzleşerek
büyük ve içten bir helalleşmeyi hak etmek için
onları yurtlarına dönmeye davet edecek kadar
geniş tutabilecek miyiz gönüllerimizi?

Peki, bir büyük helalleşmeyi hak etmek için,
onların, köylerine, evlerine, bağlarına bahçelerine güle oynaya,
sevinç ve güven içinde dönmelerini isteyecek kadar,
bütün unsurlarıyla bunu sağlamaya çalışacak kadar
geniş tutabilecek miyiz yüreklerimizi?
Peki, bir büyük helalleşmeyi hak etmek için,
onlara, “Yeryüzü Allah’ın mülkü ve çok geniş;
yeryüzü Allah’ın ve biz, hepimiz O’nun ailesiyiz;
ev O’nun, dükkân O’nun, bağ bahçe, ekin O’nun
ve sofra, siz, biz, hepimizin;
hepimize yeter yeryüzü ve hepimize ait Anadolu”

diyebilecek kadar geniş tutabilecek miyiz soframızı?

Peki, Ardahan’ın oralardan seslenip sınırın ötesine,
“Bakın, aynı göğün altındayız hepimiz,
aynı bulutlar geçiyor üstümüzden,
aynı yağmurlar ıslatıyor ekinlerimizi ve perçemlerimizi,
aynı gecenin içinde görüyoruz hepimiz düşlerimizi;
öyleyse, yalnızca kapılarımız değil artık,
sınırlarımız da ardına kadar açık size,
bakın, sınırlarımız yok hükmünde,
ve sizi kucaklamak için açılan kollarımız,
dünyanın her yerine, Peru’ya, Arjantin’e, Arizona’ya,
oralardaki diasporalara ulaşacak kadar uzun”
diyebilecek kadar geniş
tutabilecek miyiz kucaklarımızı?

Peki, 2015 yılını, ‘Ermenilerin Eve Dönüş Yılı’
olarak ilan edebilecek; onlar için bütün bir yıl
eve dönüş şenlikleri, eve dönüş ayinleri,
eve dönüş çılgınlıkları yapacak kadar
büyük sevinçler üretebilecek mi yüreklerimiz?

Peki, evin bu yitik oğullarını, yitik kızlarını,
ailenin bu küskün evlatlarını
sadece ana yurtlarındaki evlerine,
buradaki bağlarına bahçelerine değil,
gönüllerimizdeki evlerine,
kollarımız arasında neşvünema bulan
bağlara bahçelere, kardeş dağlara, yaren vadilerine
buyur edebilecek kadar büyük sevgiler,
yeryüzüne sığmayacak kadar büyük dostluklar,
gökleri dolduracak kadar engin ve kanatlı
içtenlik, coşku ve vefa
üretebilecek mi gönüllerimiz?

Peki, biz Müslümanlar, 2015 yılını,
belki yalnızca bizimle Ermeniler için değil,
fakat bütün insanlık için bir milat,
bir eve dönüş, birbirini yeniden keşfetme yılı,
bütün insanlığı, bütün mevcudatı kucaklayan
bir büyük akrabalığı,
o Tanrı soluğunu yeniden soluma yılı olarak
hak etmek için,
Tehcir’de, o günün yezitlerince
yerinden yurdundan edilen, canlarına kıyılan,
yollarda kırılıp gitmelerine çanak tutulan
çocuklar, kadınlar, yaşlılar için,
kirletilen namuslar, yerlerde sürüklenen
insan onuru için,
Kerbela’da canlarına kıyılanlara,

Hasan’a, Hüseyin’e ve onların yakınlarına
ağladığımız kadar ağlayabilecek miyiz?

Peki, 2015 yılı, onların da, evet, Ermeniler’in de,
bir vakit evimiz yangın ve talan yerine dönmüş haldeyken,
Taşnak’tı, Hınçak’tı, fesat çetelerinin,
ailenin öteki oğullarına, kızlarına çektirdiği acılar için
ve şu yakınlarda, Karabağ’da
yerinden yurdundan edilenler, canlarına kıyılanlar için
ve kendi evlerinde şimdi bile tutsak tutulanlar için,
Meryem oğlu İsa’ya ağladıkları kadar ağlayarak
yahut ağlayanları anlamaya çalışarak hak ettikleri,
Tanrı armağanı bir kavuşma yılı, bir şenlik,
bir barışma ve helalleşme yılı olabilecek mi?
23 Nisan 2013”

Şiir bu kadar olmasına bu kadar da, babaannesinin kardeşi Ermenilerce öldürülmüş ben Mehmet Aycı’nın hafızasındaki “Haçin Ağıdı”nın, o ağıtta derisi yüzülen memurların, memesi kesilen gelinlerin, kazanda kaynatılan bebeklerin, topyekun imha edilen Müslüman mahallesindeki Müslümanların hakkını kim helal edecek? Haçin Ağıdı da şu:

“Bugün bizi kesecekler
Çengellere asacaklar
Ayan olsun Doğan beye
Urumluyu basacaklar

Uyu Osman oğlum uyu
Haçin oldu kanlı kuyu
Hücum ettik alamadık
Soyka kalsın Sultan Suyu

Mürsel Efendi’nin kızı
Haktan kara inmiş yüzü
Ara kurşunu mu değdi
Anan kadan alsın kuzu

Mert Genco’yu yüzüyorlar
Hep etleri oda oda
Başkatibi öldürdüler
Değnekle döve döve

Yaşa Doğan Bey’im yaşa
Şanın gitti baştan başta
Kaytancı Hüseyin Efendi
Sarığın sallatmış taşa

Başucunda geziyorlar
İfadeler yazıyorlar
Ayan olsun Doğan Beye
Memurları yüzüyorlar

Bebek pişmiş ye diyorlar
Et yapışmış gömleğine
Kıyma Aram Çavuş kıyma
Yavrucaklar ölüyorlar

Mahşer kazanı kurmuşlar
Bebekleri kaynatırlar
Gün görmedik hanımları
Süngü ile oynatırlar”

Cahit Koytak’a yakışmadı demiyorum, yakışır. Tarafı belli çünkü… Keşke vicdanının konuştuğuna, vitrine oynamadığına inanabilsem…

YAZARIN SON YAZILARI
Hicret meselesi - 17 Nisan 2014
Paralel devlet gazeli! - 29 Ocak 2014
Baransu’nun bavulu - 17 Aralık 2013
KUZU POSTU MESELİ - 2 Aralık 2013
Dirilten ve Öldüren - 18 Ekim 2013
Tırmık - 9 Ekim 2013
Neşat Ertaş’a dair - 24 Eylül 2013