1402 Acısı 30 Yaşında-2
Efendim bazı kişiler bu tür yazılara ne gerek var diyorlar. Doğru mu, yanlış. Tarihte öyle olaylar var ki, unutulması mümkün değil.
Bu olaylarla yüzleşmeden hesaplaşmadan acılar dinmez. Türkiye’nin yüzleşmesi gereken çok olgu var. En ünlüsü 1915 Ermeni tehciri olayı. Dersim olayı, 147’ler olayı gibi. 1402 de bunlardan biri.
1402’likler olayı ile 12 Eylül 80 rejimi “ari ırk” saymadığı sol görüşlü insanlara tam bir soykırım uyguladı. Resmi belgelere geçmiş olan “suç delili bırakmaksızın suç işleyenler” ifadesi 12 faşistlerinin ünlü parolasıdır. Delil bırakmadan suç işledi dediniz mi, adam işinden atılıyor ve ömür boyu çalışması yasaklanıyordu.
Başbakan Amiral Bülent Ulusu, “suç delili bırakmadan suç işleyen öğretim üyelerini atın” diye emir vermiştir (1983). Aynı yıl sıkıyönetim komutanlarının ‘şüpheli’ gördükleri kişileri beş yıl zorunlu ikamete tabi tutmaları yasası konuşulurken, Savunma Bakanlığı Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanı Albay Süleyman Yıldırım şunları söylüyor:
“Hakkında kesin delil bulunamadığı için mahkum edilemeyen bir kişiyi kontrol etmek, zararlı ama suç oluşturmayan faaliyetlerini önlemek amacıyla beş yıl zorunlu ikamet normal görülmelidir”
Şu anda öteki dünyaya göçmediyse bu zat, bu görüşleri için ne düşünür merak ederim. Danışma Meclisi’nde unvanı profesör olan Akif Erginay da tasarıyı savunuyor. Ne kadar ayıp. Kontrolsüz hareketleriyle ünlü Kamer Genç karşı çıkıyor. Bu zat 1402’lere hep sahip çıkmıştır; bunu da söylemeliyim.
1402 yasası, delilsiz suç işleyenler için çıkarılmıştır. Delilsiz suç nasıl oluyor, olur mu? bilen biri açıklamalıdır.
Sonuçta paşa kararlarıyla binlerce insan işin kovuldu, sürgün edildi, sakıncalı damgasını yedi. Şimdi bu kararları veren paşalar utanmadan aramızda dolaşıyorlar. Hesap sorulmalıdır.
Acıların dışında kişilikler ezildi ve yok edildi. Bunun için bir örnek vermek isterim. 1402’liklerin bazıları sık sık sıkıyönetim komutanlarına dilekçe yazarak sakıncalılıklarının kaldırılmasını istediler. Adı bende saklı bir 1402’lik’in dilekçesinden satırlar:
“… Bütün memuriyet ve hatta öğrencilik dönemlerim de dahil olmak üzere özel hayatım boyunca hiçbir yürüyüş, gösteriye katılmadım. Hiçbir dernek, sendika, cemiyet, örgüt, siyasal partiye üye olmadım. Hatta 12 Eylül öncesi memurların yaygın olarak örgütlendikleri ve üye oldukları Tüm-Der, Mem-Der ve Ülkü-Bir gibi derneklere de ne üye oldum, ne de bir toplantısına katıldım. Resmi görevimi sürdürürken bile hiçbir sendikanın toplantısına dahi gitmedim. Hiçbir siyasal parti ile ne organik, ne de inorganik bağım olmuştur…” (Galiba asıl hak eden bu! MTH).
Şimdi böyle bir dilekçeyi yazan kişinin psikolojisini ve kişiliğini düşünün. İnsanlar böyle serseme döndürüldüler.
Sıkıyönetim İzmir’de kalkınca 1402’liklerden Prof. Dr. Tayyar Bora İdare Mahkemesi’ne başvuruyor. Ege Üniversitesi savunmasında, sakıncalılığın sıkıyönetim sonrasında da sürmesini savunuyor ve şöyle diyor:
“Sıkıyönetim önlemlerinin, olağan dönemlerde de geçerliliğini sürdürmesi Anayasa’ya ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygun düşmektedir…”
Böyle bir savunmayı bilimin ve hukukun kalesi olması gereken üniversite yapıyor!
Paşalar, bir süre sonra sakıncalı sayısı çok fazla olunca siyasal ve sosyal çalkantılara sebep olacak diye de korkuyorlar, sayıyı indirmeye çalışıyorlar.
Cuntabaşı Evren’in (1982) şu sözü ilginç değil mi?
“… Bu gibi kişiler, henüz tamamen temizlenmemiştir, Lakin 12 Eylül’den sonra, vaktiyle bu çirkin olaylara karışanların hepsini atsaydık, aileleri ve çocukları da sefil ve perişan olurdu…”
Bu kadar veciz sözü ancak bir paşa söyleyebilir. Nitekim sivil paşa YÖK Başkanı Kemal Gürüz, yıllar sonra (1997), “daha 12 Eylül artığı solcular vardı” demiş ve üniversitelerden temizlemeye kalkışmıştı. Evren’in eksiğini kapatıyor; kendince yeni 1402’likler yaratmak istiyordu. 28 Şubat paşalarının gölgesinde epey temizlik de yaptı.
Bu kadar acı olay maalesef siyasiler tarafından çözülmedi. Çünkü siyaset son yıllara dek askeri vesayetin emrinde idi. Sonunda Danıştay çözdü. Siyaset tarihine geçen ayıplı olaylardan birisi de budur.
1402 Olayı unutulup gitmemelidir. Bir hesaplaşma/yüzleşme olmalıdır. Yükseköğretim Kurulu ve Genelkurmay özür dilemelidir. Eski üniversitelerden birisinin önüne özür anıtı dikilmelidir. Sorumlu olanlar yargılanmalıdır (Yararlanılan Kaynak: M. Koyunoğlu, Kırk Yıl, 2002).