SON TV

Örnek Çift: Nurten-Ali Rıza Çifti

“Etkili İletişim” Konusu için Örnek Çift: Nurten-Ali Rıza Çifti

Bir çift en fazla ne kadar süre küs kalabilir sizce?
Tahminlerinizi duyar gibiyim; iki gün, iki hafta, en fazla iki ay diyeniniz vardır… Peki 20 yıl boyunca küs olan bir çift düşünebilir misiniz? Yok abarttım, tam 19 yıl, evet doğru okudunuz, tam 19 yıldır birbirine küs bir çiftle terapi yaptım ben…

Terapiye ilk geldikleri gün, Ali Rıza Bey ve Nurten Hanım 23 yıllık evli, iki çocuklu sıradan bir çift gibi görünüyorlardı. Terapiye başlarken gülümseyen halleri ve sorduğum sorulara son derece içten cevaplar vermeleri sayesinde normal bir çiftle karşı karşıyayım duygusuna kapılmıştım. Hatta ilk izlenimim, çok sıcak bir çift olduklarına dairdi… Sanırım seansın ancak sonuna doğru aralarında bir gariplik olduğunu algılamaya başladım. Birbirlerine bakmıyor, birbirlerine hitap etmiyor, sorularıma çok bireysel cevaplar veriyorlardı. Birbirlerini yok saymayı bu kadar doğal biçimde becerebilen bir çift tanımamıştım hiç. Sanki her biri için diğer kişi görünmez gibiydi…

Ali Rıza Bey seansın başında “Hanım kızım biz buraya kıskançlık nedeniyle geldik. Hanımın kıskançlıkları artık canıma tak etti.” deyince Nurten Hanım “Benim buraya gelme sebebim Ali Rıza Beyin pasaklılığı. Tam 20 yıldır çoraplarını ortalığa fırlatmamayı öğretemedim bu adama. Asıl benim canıma tak etti.” demişti. Terapiye neden geldiklerini anlamak açısından bu söyledikleri önemliydi ama asıl sorunun söyledikleri şeyler olmadığı da ortadaydı.
Ali Rıza Bey, halime acıdı ve ilk seansın sonunu beklemeden küçük bir açıklama yaptı: “Hanım kızım, terapiye başlayacaksak bilmen gereken bir şey var. Biz Nurten Hanım ile konuşmuyoruz.”
.

.
Adamın, karısıyla küs olduklarını söylemesiyle taşlar yerine oturmuştu. Havada uçuşan o ifadelerin sebebini şimdi anlıyordum. Şimdiye kadar, terapiye geldiklerinde birbirine kırgın, birbiriyle küs olan birçok çiftle çalışmıştım. Bu sefer ne kadar zor olabilirdi ki?
Kısa bir sessizlikten sonra Ali Rıza Beye cevap verdim: “Anlıyorum, demek küssünüz?”, “yok” dedi adam, “küs değiliz, sadece konuşmuyoruz.” Ben gülümseyerek devam ettim “Peki, anladım. Küs değilsiniz, sadece konuşmuyorsunuz. Peki sorabilir miyim, ne kadar zamandır konuşmuyorsunuz?” Soruma Nurten Hanım sakin bir sesle cevap verdi “19 yıldır konuşmuyoruz.”

“Bu sefer ne kadar zor olabilirdi ki?” diye düşündüğüm geldi aklıma…

Terapi gerçekten çok zorlu geçti. Aylarca birbiriyle konuşmayan bir çiftle bir araya gelip, onlar birbiriyle konuşmazken sorunlarını halletmeye çalışıyorduk. Ve garip bir şekilde, gerçekten de yol kat ediyorduk.
Başta meraktan ölüyordum, ne olmuştu da birbirlerine 19 yıl boyunca küs kalmışlardı. Hangi olay ya da söz bir insanın hayat arkadaşına 19 yıl boyunca küsmesine neden olabilirdi? Bunu daha ilk seansta sormuş ama, “ne olduğunu unuttum”, “hatırlamıyorum” gibi kaçamak cevaplar almıştım. Nasıl olsa bu konu konuşulacak, bu küslüğün nedenini anlayacağım diye düşündüm. Ama seanslar sonra anladım ki gerçekten de o “bahtsız” olayı ikisi de hatırlamıyorlardı. Ben de, hatırlatmalarını sağlamaya niyetlenmedim.
Aslında baştan beri benim niyetim, inatlarını kırıp birbirleriyle konuşmalarını sağlamaktı. Hep o ilk cümleyi hayalimde canlandırıyordum. 19 Yıl sonra birbirlerine edecekleri o ilk cümleyi… Acaba ilk konuşan kim olacaktı? Acaba o ilk cümle ne hakkında olacaktı? Acaba arkası çorap söküğü gibi gelecek miydi? Bu soruların cevabını kestiremiyordum. Ama kesin olarak kararlıydım. Ne yapıp edip, konuşmalarını sağlayacaktım. Bunun için bazı gizli terapist taktikleri kullandım, onları zorladım, terapinin tıkandığı ve bu şekilde devam edemeyeceğimiz şeklinde tehditler savurdum. Ama yemediler! İşe yaramadı! Başaramadım!

Sonunda, bu çiftin 19 yıl boyunca konuşmadan bir ilişkiyi sürdürmeyi nasıl başardıklarını anlamaya karar verdim. Garip bir iletişim biçimi geliştirmişlerdi. Kendilerine has, dolaylı bir iletişim biçimi… Sürekli aracılar kullanıyorlardı; aile bireyleri, çocukları, arkadaşları, kedileri hatta bazen eşyalar bile iletişimde aracıları oluyordu.

Biri o yıl Amerika’da yüksek lisansa başlayan, biri de İstanbul’da üniversite ikinci sınıfta okuyan iki erkek çocuk, “babana söyle, yarın teyzenlere yemeğe gideceğiz”, “annene de ki, yemek güzel olmuş” gibi cümlelerin arasında büyümüşlerdi. Hayatları boyunca süregelen bu normal dışı iletişim biçimi çocukları mutlaka etkilemişti. Ama ne şekilde bilemiyorum. Bildiğim tek; sağır ve dilsiz insanların “işaret dilini” kullandıkları kadar doğal bir biçimde, bu çiftin de “kendi dolaylı dillerini” kullandıklarıydı. Sanki birbirleriyle konuşma konusunda bir engelleri vardı ve onlar bu engeli kabullenmişlerdi. Ama bu engele yenilmemiş ve başka bir iletişim biçimi yaratmışlardı. Eşe söylenmek istenenler bir aracıya söyleniyor ve eşe ulaştıktan sonra aynı aracı aracılığıyla cevaplanıyordu. Çoğunlukla aracı kişinin ağzını açmasına bile gerek kalmıyordu. Biraz garip görünse de iş gören bir iletişim biçimiydi bu. Çok iyi biliyorum çünkü aylarca bu iletişime şahit olmuş ve zaman zaman aracıları olmaya zorlanmıştım. “Ali Rıza Beye sorar mısınız; ben durup dururken mi kıskançlık ediyorum?” ya da “Nurten Hanıma sorun bakalım, iki çorabı kirliye atmak o kadar mı zor?” gibi cümlelerle sık sık karşılaşıyordum. Ve tabi ki benim bu soruları sormama gerek kalmıyordu. Sorunun muhatabı hemen cevabı patlatıyordu. Evet gerçekten de küs değillerdi, ama anladım ki konuşmuyor da değillerdi…

Çift kıskançlık konusunda birçok şeyi değiştirmişti. Nurten Hanımın kıskançlığının altında daha fazla ilgi ihtiyacının olduğu terapide ortaya çıkınca, Ali Rıza Bey bu ihtiyacı karşılamaktan çekinmedi. Artık karısına daha fazla kompliman yapıyordu. Çocuklar gidince evde baş başa kaldıkları için, Ali Rıza Beyin komplimanlarına çoğunlukla kedileri Minnoş aracılık ediyordu. Ali Rıza Bey “Minnoş, söyle annene saçları güzel olmuş, hep böyle yapsın” deyince Nurten Hanım kıkırdayarak ”babana teşekkür ettiğimi söyle” diye karşılık veriyordu.

Ali Rıza Bey, eşini sosyal yaşamına da daha fazla dahil etmeye başladı. Arkadaşları onların “garip iletişim biçimine” alışmışlardı. Bir restoranda otururken Ali Rıza beyin,“Nurten Hanım ne yiyecek sorar mısınız?” ya da “Nurten Hanıma söyler misiniz, mide ilacımı versin” dediğinde kimse yadırgamıyordu.

Ali Rıza beyin ilgi ve sevgisini daha fazla hissetmek Nurten hanıma iyi gelmişti. Artık kocasının dağınıklığını kafasına daha az takıyordu. Zaten kocası da, çoraplarını yere atmamayı, koltuğun kenarına sokuşturmayı öğrenmişti. İşin garibi, Nurten Hanım bunu gerçekten bir ilerleme olarak görüp kocasını takdir ediyordu.
Terapide, başka konularda da önemli değişiklikler yapmayı başaran bu çift ile çalışmak, benim için eşiz bir deneyimdi. Büyük bir engelle yaşamayı çok iyi beceren bu çift, her çiftin ne kadar kendine has ve biricik olduğunu bana bir kez daha kanıtlamıştı.

Onlar; etkili iletişimin iki temel becerisi olan “aktif dinleme” ve “ben diliyle konuşma” becerilerine sahiptiler. Karşısındakinin gözünün içine bakmasa bile onu dinleyerek, onun ne hissettiğini anlamaya çalışarak aktif dinlemeyi gerçekleştiriyorlardı. Kullandıkları dolaylı sözel iletişim biçimi ise, ben dilinin oldukça saf bir haliydi. Çünkü birbirleri adına konuşmuyor, sadece kendi düşünce ve duygularını ifade ediyorlardı. Sanırım bu engelli ama başarılı iletişimin sırrı burada saklıydı…
(Bir sonraki yazımda, “Sağlıklı Bir İlişki için İkinci Önerim: Aynı Tarafa Geçin” konusunu sizlerle paylaşacağım.)
.

.