SON TV

İbrahim Karagül’den zorunlu açıklama

Yeni Şafak'ın Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül köşesinde açıklama yaptı.

İbrahim Karagül’den zorunlu açıklama
  • Medya
  • 05 Temmuz 2013 16:00

Yeni Şafak gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül bugün köşesindeki “zorunlu bir açıklama” ile Kürşat Bumin’i neden kovduğunu açıkladı.

Karagül bugün köşesindeki “Zorunlu bir açıklama” ile Kürşat Bumin’i ‘Başbakan’ı değil gazeteyi eleştirdiği için kovduğunu’ öne sürdü.

İşte o açıklama:

Yeni Şafak gazetesi, kurulduğundan bu yana çok sesliliği ve düşünce özgürlüğünü esas alan bir yayın çizgisi izledi. Bundan sonra da bu yayın prensibinden hiçbir ödün vermeyecektir. Gezi eylemlerinin oluşturduğu sert rüzgarlar sırasında Yeni Şafak’taki çok seslilik hiçbir gazetede yoktu. Yazarlarımızın önemli bir bölümü, gazetenin yayın politikasından farklı olarak kişisel düşüncelerini özgürce ifade etmişlerdir. Kendi gazetelerinin yayın çizgisine muhalif tek cümle kuramayanların gazetemizi bu açıdan sorgulamalarını ciddiye bile almıyoruz.

Kürşat Bumin’in gazetemizden ayrılmasının düşünce özgürlüğü ya da bu çok seslilikle hiçbir ilgisi yoktur. Yazısında yer alan, kurumumuzu hedef alan ve rencide edici bulduğumuz bir ifadesinden dolayı, yollarımızı ayırma kararı verdik.

Durum bundan ibarettir.

KÜRŞAT BUMİN’İN İŞTEN ATILMASINA NEDEN OLAN YAZIDAKİ O BÖLÜM

Bir kendini bilmeze iki çift laf: Adımı vererek sataştığı bir yazısını hatırlıyorum. Arada bir “Sevgili Kürşat Bumin” diyerek sürdürdüğü – ve benim hiç haz etmediğim – “sulu” tabir edilen bir dille kaleme alınmış bir yazıydı bu.

Çok daha yakın bir tarihte “Ahlak/Ahlakçılık”ı konu edinen bir yazımı da aklınca sorguya çekiyordu. Belli ki ahlak söz konusu olduğunda hemen her zaman söz konusu edinilen bu önemli bahisle hiç karşılaşmamıştı.

Nihayet geçen haftaki yazısı (“Yarım ağızla da olsa bir sözün yok mu”) çıkageldi…

Eline bir biçimde kalem geçirmiş bir kimsenin sırf “Milli İradeye Saygı” adı takılmış başbakanlık mitinglerine methiye düzmek amacıyla karalanmış bu yazı en âlâsından bir cehalet örneğiydi. “Milli irade” denilince aklına sadece “Yeter söz milletindir!” sloganı gelen, söz konusu kavramın ne çıkışından, ne de gelişiminden zerre kadar haberdar olmayan bu kalemin konuyla ilgili yazımı değil değerlendirmesi, yüzeysel olarak anlayabilmesi bile olacak iş değildi. “Hasoları/Memoları” ya da “Göbeğini kaşıyan adamları” hatırlatmalar, “vesayet rejimi”nden dem vurmalar (farkında değil ki zihni/düşüncesi hepten “vesayet altında”!) “Anladık, çok güzel ‘çoğulculuk – çoğunlukçuluk’ diskuru çekiyorsun. Ama ezberledik artık” türünde havalar tam da şahsına yakışır lakırdılardı…

Hele de “Senin de aralarında bulunduğun ‘akil insanları’ vatan haini ilan edenlere, ‘Gül, Gülen ve Erdoğan millete teslim olun’ manşetleri atanlara, ‘Taksim’i güvenlik güçlerinden temizledik. Cumhuriyet için Atatürk için Türk halkı ayaklanmış durumda…’ diyenlere, orayı burayı yakıp yıkarak, Başbakanın evini ve ofisini kuşatanlara, (…) söyleyecek bir tek cümlen yok mu” çıkışları hepten şaşırmış bir aklın sayıklamalarından başka bir şey değildi.

Bu notu düşüp düşmemek konusunda tereddütlüydüm. “Yapma, adam yerine koyma” diyen okurlarım da vardı, “Susarsan adam havalara girebilir, arkasını getirebilir” diyenler de. Gördüğünüz gibi önerilerin ikincisine uydum ve bir “kendini bilmez”e ait olduğu yeri işaret etmek istedim.

Böyle adamlar her yerde karşımıza çıkabilir; ben asıl –“kimlere kaldı” diyerek– bir zamanların muteber gazetesine üzülüyorum…