SON TV

Değişen Dünya ve Türkiye-Bulgaristan Hududu

Değerli SON.TV okuyucuları ile 2 haftayı aşan bir süredir ayrı kaldım. Yaklaşık 10 günden bu yana özel araçla karayolundan Bulgaristan, Romanya üzerinden Ukrayna’ya doğru seyahat ediyorum. Bu yüzden yazılarımı maalesef istemeden de olsa aksattım.
Bu arada son günlerde beni sevindiren inanılmaz bir gelişmede SON.TV’nin izlenme oranlarında gösterdiği inanılmaz başarı. Bundan 10-15 gün önce okunma oranlarında ulusal ölçekte 500 ila 520. sırada olan haber sitemiz, tıklanma oranlarında sağladığı hızlı bir gelişme ile bugün itibarı ile ulusal sıralamada 382. liğe yükselmiş durumda. Dünya sıralalamasında ise yine son 2 haftada 30.000’lerden yine bugün itibarıyla 24.312 sıraya yerleşmiş bulunuyor.
Bulgaristan, kanımca bizde tarihsel nedenlerle oluşan tüm olumsuz algıların aksine, geçmişte olduğu gibi günümüzde de Türkiye için çok anlam ve önem ifade eden bir ülke. Konuştuğum birçok aklı başında Bulgar’ında kınadığı ve büyük bir hata olarak gördüğü Todor Jivkov’un Türk azınlığa karşı uyguladığı yanlış politikaları da burada vurgulamak istiyorum. Bulgaristan’ın 7 milyonlık nüfusunun 800.000’ yakını Türk asıllı olup ve 200.000 civarında ise Müslüman Bulgar (Pomak) bulunmakta.
Kırklareli’nin (Bulgarlar Üzüm bağı Kenti anlamında Lozengrad diyorlar) Dereköy sınır kapısından Türk ve Bulgar gümrüklerini sorunsuz olarak ve 30 dakikadan az bir sürede geçiyoruz. 2 ülke arasındaki değişikliği hemen farkediyoruz. Türk tarafındaki kaliteli yollar ve kalitesiz ormanlık alanların yerini sınırı geçer geçmez bu kez kaliteli ormanlar ve kalitesiz yollar alıyor.

Sınırdan 10 dakika sonra Bulgaristan’ın Burgas iline bağlı Malko Tırnovo (TR: Tırnovacık) ilçesinden geçerek ve çoğu yerde sağlı-sollu yoğun ormanla kaplı yollarda adeta “ağaçların oluşturduğu tünellerde” aracımızı kullanarak, yolları delik deşik olmuş 60 km’lik mesafeyi 2 saate yaklaşan bir sürede tamamlıyor ve Karadeniz sahilinde bulunan güzel ve sakin tatil beldesi Tsarevo’ya (TR: Çarevo) varıyoruz.

Yol boyu çok sayıda terkedilmiş ve yıkılmak üzere olan köy evlerini görüyoruz. Bulgaristan’ın zaten az olan nüfusu daha da azalıyor. Uzunca bir süredir işsizliğin, ekonomik ve siyasi krizin pençesindeki ülkede, Gençler Bulgaristan’ı, yaşlılar ise Dünyayı terkediyorlar.

Tsarevo’da Deniz’le buluştuktan sonra aracımızın direksiyonunu güneye Türkiye ve Bulgaristan’nın Karadeniz’de hudut noktası olan Rezovo’ya (TR: Rezve) çeviriyoruz. Bu kez Karadeniz sahilinde 30 km’lik sağlı sollu ormanlık dar yolda ilerliyoruz. Varvara, Ahtopol ve Sinemoretz Beldelerinden geçtikten sonra Türk sınırına yaklaşık 5-6 km kala, 2-3 yerde soğuk savaş yıllarından Sosyalist yönetimden kalma paslanmış hudut kulübelerini ve terk edilmiş, kırık dökük bariyerleri geçiyoruz. Hiç birinde ne bir asker ne de bir polis var. Türk-Bulgar hududunu çizen Rezve deresine kadar serbestçe gidiyoruz. Rezve deresinin yanıbaşında sakin bir belde var, Rezovo Beldesi. Çok az sayıda Bulgar genç dere kıyısında dolaşıyor. Sınırın sıfır noktasında geziniyorlar. Dere aslında her iki ülkenin ortak alanı. Derenin genişliği 10 metre ya var ya yok. Ben tam Bulgar tarafının en uç noktasında duruyorum. Biz derenin bir tarafını kullanmadığımız için, derenin her 2 tarafını Bulgar balıkçılar ve küçük gezi tekneleri kullanıyorlar. Dereyi küçük bir barınak olarak kullanan ufak tekneler zaman zaman Karadeniz’açılıyor veya Karadeniz’den dereye geliyorlar.

Türk tarafı en az 2-3 km boyunca askeri yasak bölge, hiç bir sivil şahıs yok, in cin top oynuyor. Vatan toprağı, “Hudut Namustur” ne de olsa. Türk plakalı aracımızı Bulgar toprağının son noktasına park ediyorum. Bu esnada, hemen 10 metre karşımıza, Türk ordusuna ait bir jiple beraber 3-4 asker geliyor. Türk plakalı aracı görünce şaşırıyorlar. “Merhaba askerler, nasılsınız ? “ diye soruyorum. “Nasıl geçtin karşıya “ der gibi şaşkın şaşkın bakıyorlar. “Ben Dereköy hudutundan Bulgaristan’a giriş yaptım, Sebahattin Ali kaçak gelmedim buralara, artık her şey serbest, geçiş kolay” diyorum. Askerlerin başındaki Asteğmen olduğunu söyleyen üniformalı kişi ile konuşuyorum. Muhtemelen “Aziz Türk Milletinin” büyük çoğunluğu gibi kitap okumadığı için “Sebahattin Ali’de kimdir acaba ?” diye düşünüyor. Asteğmen’e soruyorum; “Bulgar’lar bu tarafta serbestçe dolaşırken, Türkler neden sınıra yaklaşamıyorlar” diye. Asteğmen’in cevabı klasik: “Burası Askeri yasak bölge” diyor. Buna karşılık, bende “Bu taraf neden Askeri yasak bölge değil acaba?” diye soruyorum. Şaşırıyor. Asteğmen askerlerle beraber sıfır noktasından ayrılıyor. Hudutu kontrol edip, asayişin ber-kemal olduğunu görmenin gönül rahatlığı ile uzaklaşıyorlar.

Bundan 2 yıl önce, Şubat 2011 tarihinde, basında çıkan haberlerde Bulgaristan’ın Türkiye Hududuna tel örgü çekeceği ifade edilmekteydi. O zaman, Türkiye’nin Sofya Büyükelçisi İsmail Aramaz “ 21. yüzyılda tel örgü önlemine ne gerek var” diyerek tepkilerini belirtmişti. İnsanoğlu gezip gördükçe nelere şahit oluyor. Meğer “tel örgüler” Türkiye tarafına çekilmiş de haberimiz yokmuş.,

“Demokrasimizle, ekonomimizin şahlanmasıyla, Balkanlardan-Orta Asya’ya ulaşan gücümüzle ve insan hakları alanında yaptığımız gelişmelerle” övünüyoruz. Ama görünen o ki, henüz 20 yıl önce totaliter rejimden kurtulan, AB’nin en fakir ve az gelişmiş ülkesi olan Bulgaristan, vatandaşlarına Türkiye Cumhuriyetinin kendi vatandaşlarına güvendiğinden daha fazla güveniyor. Türkiye hala birey üretemeyen ve vatandaşına güvenemeyen bir ülke anlaşılan. İşin garibi her 2 ülkede NATO üyesi değil mi ? Anlaşılan soğuk savaş anlayışı “eski demirperde ülkelerinde” değil ama Türkiye’de hala devam ediyor. “Vatandaşı Kontrol Et” Zihniyeti.
Birleşmiş Milletler Teşkilatı tarafından her yıl yayınlanan “İnsani Gelişmişlik İndeksinde” Bugaristan 57. sırada iken, Türkiye acaba niçin 90 sırada ?