SON TV

Sağlıklı bir ilişki için beş öneri

Öneri 3: İlişkide Dengeyi Sağlayın

Sağlıklı Bir İlişki için Beş Öneri:

Öneri 3: İlişkide Dengeyi Sağlayın

Çift Terapisinde yıllarca çalışmak bana her bir çiftin farklı ve biricik olduğunu gösterdi. Her bireyin biricik olduğu gibi… O nedenle çiftleri belli kalıplarda olmaya yönlendirmedim hiç. Sadece onları neyin bir araya getirdiğini anlamaya çalıştım. İki bireyi bir araya getiren ve uzun süre bir arada kalmalarını sağlayan öyle şeyler var ki, gerçekten sağlıklı ve güçlü ilişkilerin kurulmasına sebep oluyor.

Son iki yazımda, daha güçlü bir ilişki için yapılacakları tanımlamak üzere önemli bulduğum beş önerinin ilk ikisini sizinle paylaşmıştım:

1. Etkili İletişimi Öğrenin!
2. Aynı Tarafa Geçin!

Bugün ise, sağlıklı bir ilişki için üçüncü önerimi paylaşmak istiyorum: Bireysel ve Ortak Alanların Dengesini Sağlayın!

Bir ilişkide her iki bireye ait bireysel alanlar ve ikisinin ortak alanı vardır. Üst üste gelen (kesişen) iki daire düşünün. Her bir daire bireyleri, kesişen (ortadaki) kısım ise ilişkiyi temsil etsin.

A Kişisinin kendi arkadaşlarıyla geçirdiği zaman, hobi ve uğraşları, A Kişisinin bireysel alanda yer almaktadır. A Kişisi eşinin iznini almak zorunda hissetmeden, suçluluk ya da yargılanma korkusu yaşamadan bu alana enerji ve zaman ayırabilmelidir. Bununla birlikte eşinin bireysel alanına da saygı duymalı, onun da kendi arkadaşları ve uğraşlarıyla geçireceği zamanı ve enerjiyi doğal karşılamalıdır. Bireysel alanlarında özgür olan çift, ortak alanda da çok daha sağlıklı bir ilişkiyi sürdürebilecektir.

Daha eski zamanlarda, anneannelerimizin ve dedelerimizin ilişkisine baktığımızda, her ikisinin ayrı zaman geçirdikleri ve kendi arkadaşlarıyla birlikte oldukları alanlar olduğunu görebiliriz. Anneannelerimiz, kadın kadına toplanıp uğraşlar ve el işleri ile vakit geçirir, kendi aralarında eğlenir ve sohbet ederlermiş. Dedelerimiz ise erkek erkeğe toplanıp ava gider ya da bahçe ile uğraşırlarmış. Bazen meydan ya da kahve gibi sosyal bir ortamda toplanıp sohbet ederlermiş. Bu ayrı alanlar, yadırganmayan, yargılanmayan, normal karşılanan alanlarmış. Geleneksel yapının bu güzel özelliğini şimdiki evliliklerde göremiyoruz.

Şimdiki gençler evlikte her uğraşıyı birlikte yapmaları gerektiği düşüncesiyle, bireysel alan yaşamak isteyen eşlerini sadece anlamamakla kalmıyor, aynı zamanda eleştiriyor ve suçlu hissettiriyorlar. Oysa bireylerin ayrı zaman geçirmeleri, kendilerine ait uğraş ve hobilere sahip olmaları ilişkiyi besler. Çiftin birlikte geçirdiği zamanın kalitesine katkıda bulunur.

Ayrıca, her bir bireyin kendine özel, mahrem bir alanı da olmalıdır. Bu, sağlıklı bir birey olmanın olmazsa olmazıdır. Eşinin cep telefonunu alıp karıştıran, e-posta hesabının şifresine sahip olmayı hak ve gereklilik gören, bu hakkı elde edince eşinin e-postalarını didik didik eden, sosyal medya hesaplarına girip neler yaptığını inceleyen kişi sadece eşinin bireyselliğine saldırmakla kalmayacak ilişkisine de büyük hasar verecektir.

İlişkide bireysel ve ortak alanların dengesini sağlamak için; öncelikle bireysel alan ve ilişki alanı kavramlarını anlamak gerekir.

Bir ilişkide bir eş olmaktan önce bireyiz.

Birey olmak ne anlama geliyor?

Sadece bize ait, bizi diğerlerinden farklı kılan ama diğerleriyle birlikte yaşayabilen hale getiren özelliklerin bütünü “ben” ise, “ben”i tanımak ve özümsemek birey olabilmektir. Aynı zamanda, bireysel farklılıklarımızın farkında olmak ve toplum içinde kendi gibi olabilmektir. Kişinin kendine ait yaşam planı ve yaşam çizgisi yine birey olma hali tanımlar. Kendinin farkında olmak, özelliklerini tanımak, kendi değerinin bilincinde olmak, olumlu ve olumsuz yanlarını görebilmektir birey olmak.

Ancak birey olmayı başardıktan sonra, artık çift olabiliriz. Birey olarak kendime çizdiğim yol, yapmaktan haz duyduğum şeyler, birlikte vakit geçirdiğim insanlar ilişkide tehdit altında olmamalıdır. Yani ben bireyken yapabildiğim ve bana iyi gelen şeyleri çift olduktan sonra da sürdürebilmeliyim. Eşim bana “Ayşe ile görüşmeni istemiyorum” dediğinde (ki Ayşe benim yakın arkadaşım ve birey olarak birlikte vakit geçirmeyi seçtiğim bir kişidir), bireysel alanım tecavüze uğramış olacaktır. Ya da ben eşime “artık evli bir adamsın halı sahada maç yapmak yok” dediğimde onun tercihine ve bireysel alanına saldırmış oluyorum. Bu gibi durumların, çiftin ilişkisine iyi gelecek bir yanı yoktur!

Tabi ki, bireyler ilişki yaşarken sürekli birey olarak takılmayacaktır. Bir ilişkiyi/evliliği tercih eden birey ilişki alanı için gereken zaman ve enerjiyi seve seve yaratmalı ve yaşamalıdır.

Çift olmak ne anlama geliyor?

Her insan, temel yaratılış ve varlık özelliği gereği, karşı cinsten biri ile birlikte olma ve birbirini tamamlama isteğindedir. Karşı cinsten biri ile birlikte olma isteğine cinsel arzu da eklenince, birey için en önemli güdülerden biri iyice belirginleşir: çift olma güdüsü.
Çift ilişkisi; iki insanın bireysel olan yaşamlarını bir başkası insan ile paylaşmaya başladığı yeni bir yaşam dönemidir. Paylaşmak yepyeni bir yaklaşımı getirir. Kişinin davranışlarında; sadece kendi bakış açısını değil, belki de bambaşka olan bir başka bakış açısını da göz önünde bulundurması gerekecektir.
Çift yaşantısı; güvenlik duygusu sağlayan eş ile yaşanan aynı zamanda duygusal bir bağın var olduğu birlikteliktir. Bireyler eşleriyle birlikte oldukları “çift alanında” gereksinimlerine yönelik doyum sağlarlar ve kendilerini güvende hissederler. Bu nedenle çift alanı; hem kişiyi bireysel olarak besleyen, hem de ilişkiyi var eden alandır. Eşler çift alanına gereken zamanı ve enerjiyi ayırmalıdır. Aksi durumda ilişkinin beslenmesi ve sağlıklı biçimde yaşamını sürdürmesi mümkün olamayacaktır. Çoğu ilişkide, özellikle belli bir süre geçtikten sonra eşlerin birlikte geçirdikleri zamanın çok azaldığını, ailecek (çocuklarla) geçirilen süre dışında baş başa geçirilen zamanın neredeyse yok olduğunu görmekteyiz.
İlişkilerde bireysel ve ortak alanların dengesini sağlamak işte bu nedenlerle hayati önem taşımaktadır.

“Bireysel ve Ortak Alanların Dengesini Sağlamak-Özel Hayata Saygı” Konusu için Örnek Çift: Funda-Ayhan Çifti

Funda ve Ayhan, bana bir cep telefonu krizi ile gelen ilk çift değildi. Daha önce birçok çift cep telefonu ve diğer teknolojik aletlerin neden olduğu krizlerle kapımı çalmışlardı. Ama Funda ve Ayhan’ı diğerlerinden ayıran önemli bir fark vardı. Konu güvensizlik veya şüphe değildi. İlgisi bile yoktu. Konu, Funda’nın Ayhan’ın hayatındaki her şeyi en ufak detayına kadar bilmek isteme takıntısıydı.
Funda evliliği, daha ilk seansta kendi değimi ile “tam anlamıyla şeffaf olmak” şeklinde tanımlamıştı. Ve hemcinsi olarak benden bu konuda destek bekliyordu. Hatta benden destek alacağına emindi. Şeffaflığa itirazı olmayan ben, ona ihtiyaç duyduğu desteği hemen verdim. Ama daha sonra Funda’nın şeffaflıkla ne kastettiğini anlayınca, verdiğim destekten dolayı bin pişman oldum.
Funda; kocası Ayhan’ın sessiz sessiz “ya sabır” çektiği saatler boyunca, mutlu bir evliliğin olmazsa olmazı “şeffaflık” hakkında bir konferans verdi. Konferansı uygun bir yerinde durduramamamın sebebi, muhtemelen Funda’nın değişmeyen yüksek bir frekansta seyreden sesinin kulağımda ve beynimde neden olduğu geçici hasardı. Neyse ki hasar kalıcı hale gelmeden konferans sona erdi.
Funda’nın “evlilikte şeffaflık” anlayışını, o koşullarda algılayabildiğim kadarıyla, şimdi size aktarmaya çalışacağım.
Funda’ya göre evlilikte şeffaflık; eşlerin tüm gün ne yaptıklarını en fazla yarımşar saatlik aralıklar halinde birbirine aktarmasıydı. Ve tabi ki bu aktarımlarda her türlü detay yer almalıydı: “ben bilmem ne yaparken, yanımda bilmem kim vardı ve o da bilmem ne yapıyordu ve bana bilmem ne dedi” şeklinde… Ayrıca şeffaflık, eşlerin evde sürekli bir arada veya bir arada olmadıklarında birbirlerini duyma ve cevaplama mesafesinde olmalarını gerektiriyordu. Eşler ayrı odalarda bile olsalar kapıyı kapatmamalı, iletişimi açık tutmalıydılar. Hatta eş tuvalete girince bile iletişimi koparmamalıydı (abartılı koku içeren durumlar hariç). Şeffaflık içeren bir çiftin evinin içinde kapılarda kilit olmamalıydı. Her kapı ya açık ya da istendiğinde açılabilir olmalıydı. Nede olsa, bir çiftin birbirinden gizlisi saklısı olamazdı.
Bir eşe ait maddi, ailevi, sosyal her türlü detaya ve dün, bugün, yarına ait her türlü bilgiye diğer eş sahip olmalı ve kişi en ufak bir bilgiyi kendine saklamamalıydı. “Sır, özel hayat, mahremiyet, giz, gizem, kişiye özel” gibi kavramlar evlilik sözlüğünden çıkarılmalıydı.
Funda’nın evlilikte şeffaf olma anlayışı gerçekten sınır tanımıyordu. Bu şeffaflık; e-posta ve her tür sosyal medya platformuna ait şifreleri, eski sevgilileri, onlarla neler yaşandığını, çocukluktan beri yakın arkadaşları, o arkadaşlarla neler yaşandığını, geçmişteki her tür travmayı, ilk cinsel deneyimi, kendinden önceki son cinsel deneyimi, ilkokul öğretmenini, anne kızlık soyadını ve üzerinde konuşmayı hiç istemeyeceğimiz ayrıntıları dahi kapsıyordu.
Tabi ki, en önemli noktalardan biri de terapiye gelme nedeni olan cep telefonu meselesiydi. Eşler cep telefonunu işten gelir gelmez çıkarıp ortaya koymalıydılar. Bir eş istediği zaman eşinin cep telefonunu alıp karıştırabilmeli, oradaki detaylar hakkında eşini sorgulayabilmeliydi. Eş ikiletmeden cevapları akıcı ve anlaşılır biçimde vermeli, “ne, kim, ne bileyim, hatırlamıyorum” gibi ifadelerden kesinlikle kaçınmalıydı. Gerekirse telefon faturası dökümleri birlikte incelenmeli, en ufak bir bilginin paylaşılmadan unutulmasına ortam verilmemeliydi.
Ayhan’ın neden ölü balık gibi baktığını şimdi anlıyordum. Adamcağız muhtemelen; adım adım takip edilen, telefonları dinlenen, evine girilip eşyaları karıştırılan, iş yerinin ve evinin her yanına kamera yerleştirilen, çırıl çıplak soyulan ve orası burası ellenen bir insan nasıl hissederse öyle hissediyordu.
Bu çifte nasıl müdahale edeceğimi bilemez halde kalakaldım. Sonunda, her çaresiz kaldığımda başvurduğum o özel yöntemi seçtim ve düşüncelerimi tüm açıklığıyla, aklıma ilk geldiği haliyle söyledim. “Funda hanım, bu anlattığınız şeffaflık değil, bir insana sabah akşam tekrar tekrar tecavüz etmektir” dedim. Bunun üzerine seansta uzun bir sessizlik oldu. Sessizliği Ayhan’ın “oh be” nidası bozdu.
Sonraki seanslar ve terapi zorlu geçti. “Ölü Balık Ayhan” dirilmişti. Seanslar boyunca karısı Funda ile sıkı pazarlık etti. Hayatını ondan geri alıyordu. Benim de desteğimle e-mail şifrelerini değiştirme ve yenisini kendine saklama, çalışma odasında rahatsız edilmeme, banyo kapısını kitleme, ihtiyaç duyduğunda “bu konuyu seninle konuşmak istemiyorum” ya da “bu konuyu bilmene gerek yok” diyebilme, bazı akşamlar arkadaşları ile çıkma ve istemediği hiçbir ayrıntıyı eşine vermeme gibi hakları Funda’dan aldı. Tabi tümünü Funda’ya da verdi. Ama ona göre en önemlisi Funda artık kocasının onun cep telefonuna izinsiz dokunamayacaktı.
Funda benim asla tahmin edemeyeceğim bir hızla bakış açısını değiştiriyor ve bireysel yaşam ve evlilik yaşamı kavramlarına çok daha sağlıklı bakmayı başarıyordu. Aslında evliliklerinde her şeyin “orta malı” muamelesi görmesi ona da iyi gelmemişti. Ama yıllarca olması gerekenin bu olduğunu zannetmişti.
Funda ve Ayhan aslında birbirine güvenen ve duygusal bağları güçlü bir çift oldukları için, yıllarca yaşadıkları bu sözde şeffaflık hastalığından terapinin de yardımı ile fazla zarar görmeden kurtulmayı başardılar.
Bende ise bu çift ile çalıştıktan sonra “şeffaflık” sözcüğüne karşı hafif bir alerji başladı. Alerji; kaşıntı ve girdiğim her yerde arkamdan kapıları kilitleme şeklinde kendini gösteriyordu.