Bercan Tutar: ‘Türkiye’yi kim yönetecek’

Bercan Tutar: 'Türkiye'yi kim yönetecek'

Bercan Tutar: 'Türkiye'yi kim yönetecek'

Bercan Tutar’ın Yeni Şafak Gazetesi’nde ‘Asıl mesele Türkiye değil Türkiye’yi kimin yönettiğidir” başlığı ile yayımlanan (13.08.2013) yazısı şöyle:

“Suriye’deki fırtınanın giderek bir hortuma dönüştüğü bugünlerde, ‘balkanlaştırma/bölme’ projeleri ters tepen güçlerin Türkiye’yi ‘finlandiyalılaştırma/pasifleştirme’ senaryoları da dikiş tutmuyor.

Başbakan Erdoğan’ın 16 Mayıs ABD gezisinden önce, 11 Mayıs’taki Reyhanlı saldırısı ile düğmesine basılan ve Mavi Marmara saldırısının üçüncü yıldönümü olan 31 Mayıs’taki Gezi kalkışmasıyla had safhaya ulaşan karşı hamleler, birer birer akamete uğra(tıl)dı.

Erdoğan’ı hedef seçenlerin hesaba katamadığı bir şey var.

O da ‘Yeni Türkiye’nin siyasi sınırlarının eskiden olduğu gibi sadece yüzölçümü ile sınırlı kalmamasıydı.

Çünkü sınırlar, stratejiler ve taktikler değişse de jeo-politikalar yani bir anlamda ‘kaderimize dönüşen siyasi coğrafyalarımız’ hep aynı kalır.

Neredeyse hiç değişmez.

Bütün engellemelere ve hayal kırıklıklarına rağmen dış politikanın cazibesinden hiçbir şey kaybetmemesinin sırrı, işte bu iksirde gizlidir.

***

Gerçi Başbakan, 12 Haziran 2011’de Saraybosna’dan Bağdat’a Kahire’den Şam ve Bakü’ye selam gönderdiği tarihi konuşmasıyla Türkiye’nin doğal sınırlarını ve yeni yolculuğunun rotasını net şekilde çizmişti.

Dünyaya adeta jeo-politika dersi vermişti.

Üç kıtayı birleştiren coğrafi hinterlandıyla hem dünyanın kesişme noktasında hem de enerji havzalarının geçiş yolu üzerindeki Türkiye’yi artık frenlemenin imkânsızlığına dikkat çekmişti.

Fakat öyle anlaşılıyor ki bazıları yeni bir dünyanın arifesinde olduğumuzun hâlâ farkında değil.

Özellikle Ortadoğu’da halkların eşitlik, özgürlük ve demokrasi talebiyle büyük güçlerin bölge üzerindeki nüfuz mücadelesi arasında inanılmaz bir etkileşim kadar kıyasıya bir rekabet de yaşanıyor.

Başını Türkiye’nin çektiği ‘stratejik eksen’ bölgede değişim ve demokrasiyi bayraklaştırırken, İran’ın içinde yer aldığı ‘direnç ittifakı’ ise statükonun devamını savunuyor.

Bu yarışın en fazla hissedildiği alan şu sıralar Suriye.

Jeo-politik açıdan Suriye’yi bu kadar kritik hale getiren şey ise enerjidir.

Şam’ı paylaşım mücadelesi 1940’larda İran petrollerinin bölüşülmesi için kapışan ABD ve Rusya’yı yeniden karşı karşıya getirdi.

Obama ve Putin arasında Amerikan Ulusal Güvenlik (NSA) ajanı Edward Snowden krizi üzerinden boy veren gerilimin temelinde Suriye ve Ortadoğu’daki bu güç mücadelesi var.

***

Kürt mutasavvıfı ve şairi Melayê Cizîrî, ‘Talih fırsat verirse, onu ertelemek haramdır’ der.

Bu bağlamda, Türkiye bugün Ortadoğu’ya ve Müslüman Afrika’ya sadece İran’ın yükselişini dengelemek veya büyük güçlere payanda olmak için dönmüyor.

Jeo-politik aklı, stratejik gücü, jeo-kültürel dinamikleri, tarihi ve coğrafi ödevleri bunu zorunlu kılıyor.

Tekrarda fayda var.

Türkiye’nin kendi tarihsel, toplumsal ve ekonomik gerçekliğinden uzak politikaları uygulama dönemi artık mazide kaldı.

Türkiye bugün Fas’tan İran’a 20 ülkeden oluşan MENA (Middle East and North Africa / Ortadoğu ve Kuzey Afrika) bölgesinin hem ekonomik hem siyasi lideri konumunda.

MENA’nın 3,2 trilyon dolarlık yıllık ekonomisinin 736 milyar dolarını, yani yüzde 23’ünü Türkiye üretiyor.

MENA’nın ikinci ve üçüncü aktörleri ise yıllık 400 milyar dolarlık ekonomileriyle İran ve Suudi Arabistan.

Ayrıca 74 milyon nüfusuyla Türkiye, 83 milyonluk Mısır’dan sonra MENA’nın ikinci büyük demografik gücü konumunda.

Bölge ekonomisinin yüzde 6,8’ine ve bölge nüfusunun ise sadece yüzde 1,7’sine sahip İsrail’in, MENA’nın ekonomik ve nüfus yapısındaki minimal payına karşın bölgenin geleceğini etkilemedeki orantısız rolünü Türkiye frenliyor.

Dengelerin yeniden kurulduğu bu kritik süreçte eğer Türkiye, dünyayı yönetenler sınıfına girecek bir jeo-stratejiyle hareket etmezse bir yüzyıl daha Anadolu’ya gömülü kalacağının farkında.

***

Mısır’daki darbeye ve Suriye’deki trajediye bakarak ‘Türkiye modeli tamamen bitti. İhvan’la birlikte Katar ve Hamas da kaybetti!’ diyenler yine tarihi ıskalıyor.

Rusya ve ABD arasında filizlenen ‘ikinci soğuk savaş’ın Türkiye’nin önüne inanılmaz fırsatlar sunacağını göremiyorlar.

Göremezler!

Çünkü Lucifer’in çocukları ışık ve karanlığın savaşında hep zifiriden yanadır.

Büyük güçler arasındaki ‘denge oyununa yeni bir denge ile yaklaşan’ Erdoğan’a yönelik öfkenin temelinde, onun geçen yüzyılda Türkiye’yi bölücülük ve şeriat sopasıyla kontrol edenlerin kozlarını elinden alması yatıyor.

Ellerinde Erdoğan’ı suçlamak için kullanılmaktan buruşmuş ‘diktatörlük’ tezinden başka bir kartları kalmadı.

Başbakan Erdoğan, Türkiye’nin politik ve kültürel yükü olarak lanse edilen ‘bölücü Kürtler ile şeriatçı Müslümanlar’ın önünü açarak, bu ‘ağırlıkları’ küresel birer dinamiğe dönüştürdü.

Bu sebeple, bölgesel ve küresel güçlerin Türkiye’ye yönelik saldırılarının asıl amacı, ülkemizin sahip olduğu jeo-politik güç ve konumu değil.

Asıl neden, bu güce kimin kaptanlık ettiği.

Kıyamet de buradan kopuyor zaten.

Yani Türkiye’yi kimin yöneteceğinde düğümleniyor bütün mesele!”


SON HABERLER

İlgili Haberler

Exit mobile version