SON TV

Müzik Ruhun Gıdası mıdır ? Bir de Burdan Bak..

“Müzik ruhun gıdasıdır” 

Gerçekten öyle midir?

“Eskiden yaşadığın hayatı hatırlatan sesten ibaret bir fragmandır aslında.”

Yazıdaki Muhataplar

Bu söz, kime ait olduğu bilinmeden, herkesin ağzında sakız gibi dolanan ve insanların gerçekten inanıp sözde şifa olarak kullandıkları bir sanrıdan ibarettir. Tabi baştan söylemekte fayda var, bu yazı ruhi bir varlığa inanmayanları kapsamaz. Hatta bilinçaltı, zihin gibi soyut sanılan kavramlara inanmayanları da.. Dışarıdan tetiklenmeden varlığını hissedemeyen, kendisini mekanikleştirmiş bir kimseyi de elbette ki kapsamaz. 

Müzik Ruhun Gıdasıdır Yalanı

Konu “Ruh” olduğundan konuya farklı açıdan yaklaşalım. Konu müzik değil, “müziğin ruha olan gıdasıdır yalanı”.. Yani bir müzisyen yazıyı okuyup müzik açısından ele almamalı, bu yanlış olur. “Hayır, ruhun gerçekten gıdası” diyen birinin ise bunu diyebilmesi için önce ruh kavramı ile ilgili araştırma yapması gerekir. Günümüzde ruhun bedenle alakalı olan hissiyatının tümüne ruh muamelesi yapılır. Bu ruh değildir. Öncelikle ruh kavramı ilahi bir kavramdır. O yüzden konuyu “Ruh” kavramı üzerinden açıklayacağız. Yazının asıl yazılma sebebinin aslında herkes tarafından farklı algılanan “ruh” olması bakımından, yazımız, “ruh” tanımının alındığı kaynaklar baz alınarak ilerleyecektir.

Ruh Kelimesi Cümle Dağarcığımız Nasıl Yer buldu

Gelelim Ruh’a. Önce Kutsal kitaplarda “ruh” kelimesi kullanılmıştır. Daha sonra dilimizde kullanırken kaynağını unutmuşuzdur. Allah’a ait olan, keyfiyetsiz ( Tarifsiz ) ve tanımsız olanın, belirli tanımlarla açıklanması, açıklanırken kaynağının ihmal edilmesi ve ihtiyacı bakımından gıdasının müzik olarak lanse edilmesi, ruhun buna layık görülmesi tamamen cahil cesaretidir. Kişinin kendi kendisini bilinçsizce tuzağa düşürmesidir. İşin enteresan tarafı, bedensel gıdaları sadece lezzetine değil de nereden aldığımıza, temizliğine, ne içerdiğine kadar bakarak son derece önem vererek en iyisi olsun diye özenle seçerken ruhumuz için ise kaynağı belli olmayan bir sözü asparagas olup olmadığına bile bakmadan referans alıp, müziği her fırsatta sözde gıdaymış gibi kullanıyoruz ve böyle yaptığımız için de kendimizi iyi hissediyoruz.

Ya ruhu bilmiyoruz ve sahip olduğu gücü küçümsüyoruz ya da bizler cahil cühela takılıyoruz. Hadi bunu yediğimiz gıdalar için de yapalım! Kaynağına, nereden geldiğine, en önemlisi de kimin yaptığına bakmadan, içindeki malzemeyi ve hatta temizliğini dahi önemsemeden; sadece göz zevkimize uygun bir görüntüde olmasına bakıp yiyelim. Bu mümkün müdür? “Yemek – gıda – ruh – beden ne alaka?” diyebilirsiniz. Akıp gidelim önyargılarımıza takılmadan, mükemmeliyetçilik sadece “Kusursuz” olana yakışır. 

Müzik Zevkini Belirleyen Etkenler ve Bilinçaltına Etkisi

“Çocukken masallarla uyutulan kişilerin, büyüdüklerinde müzikle uyutulmasıdır” safsatasına kanmak isterdim inanın. Buna uygun “ninni müzikleri ne hoş olurdu” demek isterdim örneğin. Ama anlaşılmayan bir konuya değinme mecburiyeti hissediyorum. Günümüzde kişilerin iç huzursuzluğunu gidermek (!) için sığındığı ya da bir bebeği uyutmaya çalışırken (!) ilk yardım istediği başlıca bakıcılardan biridir müzik. Aslına bakarsanız müzik bir moddur. İçinde bulunduğu tarihten, kültürden, olaylardan etkilenen ve buna bağlı olarak ortaya çıkan, aslında kişinin duygu durum ürünüdür. Hatta dinleyenleri de bu yüzden etkiler. Çünkü kişi, içinde bulunduğu toplumla ilişki halindedir ve o anki moduna uygun şarkıları tercih eder. Peki kişinin o anki halini, durumunu belirleyen sizce nedir? Tabi ki bilinçaltıdır. Kişi doğumundan itibaren nelere maruz kaldı ve sorunlarına karşı çözüm ve ihtiyaç olarak neler sunulduysa; kişinin müzik ile tekrar tekrar kendini tetikletmesi ile bilinçaltında hissettikleri kişiye afyon etkisi verir. O an son modu depresif olan kişi kendisini daha duygusala bağlayacak bir müzik açarak duygu durumunu sakinleştirdiğini sansa da, o müziğin çağrışımıyla aslında bilinçaltını tetiklemiş olur. Böylece nasıl bir oyun içinde olduğunu bilemeden hatıraları zihne geri akar ve kişinin duygu hâli güçlenir. Aslında, kişinin hatıralarını yeniden yaşamışçasına tekrar yıpranması söz konusudur. Kişi farkedemez belki yani dikkat ederseniz bulunduğu duygu durumu hatıralarını tetikleyen müzikle kişiye öfke vermemiştir? Peki, madem yaşanılana karşı artık öfke hissedilmiyorsa neden aynı şeyi yeniden yaşama potansiyelince yıpranma durumu söz konusudur? Daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz gibi duygular dönüşümlüdür. Eskiden yaşadığın bir olayı yeniden yaşarken dış tesire göre bir duygu durumu – yoğunluğu – dönüşümü yaşarsın. Eski hatıraları yeniden yaşamışçasına yıpranırsın ama o an sadece mahsun şekilde ağladığını zannedersin müzikle. Yatışmışsındır; öyle sanıyorsundur. Oysa sadece dış tesirin değişmesiyle, farklı bir duygu yoğunluğuyla eskiye dair tetiklenen bir durumu tekrar yaşıyorsundur. Fiziksel anlamda tepkin ne kadar sakin gözükse de, içsel anlamda bilinçaltın aynı tahribata yeniden maruz kalıyordur. Bir müzik eşliğinde yaşamak. Hayata dair, hayatın kendisine has müziklerine olan içsel ihtiyacını başka bir şeyle – yapay bir şeyle gidermek. Aslında ruha has algıların dış tetiklenmeler yüzünden kangren olması durumu.

Müzik Eşliğinde Yaşamak
Kendisini kendi öz varlığı olan ruhla hareket ettiremeyenin, ona ait özellikleri çalıştıramayanın, aslında ruhuna gıda sağlayamayanların, dışarıdan bir destekle hareket etmeleridir müzik. Kuklalaşmaktır. Aynı müziği sevmek, aynı kişiler tarafından aynı duygu durumuna sokulma mecburiyetine itilmektir. Geçmişi sırtına tekrar tekrar yüklemektir. Geleceği göremeyen insanın, şimdiye sıkı sıkıya sarılmasını sağlayan araçlardan biridir. Çünkü müzik tek başına olmaz, yan araçları da lazımdır. Bundan bahsedeceğiz..

Yazıyı tümüyle bitirmeden “ney” “kaval” vs. gibi konuları zihnimizde harmanlamayalım lütfen. Bir müzik eşliğinde yaşamak.. Hayata dair, hayatın kendisine has müziklerine olan içsel ihtiyacımızı başka bir şeyle gidermeye çalışmak.. Aslında kişi ruhuna gıda verdiğini sanıyorken, ruhuna has algıların dış tetiklenmeler yüzünden kangren olması durumu. Ruhsal işitme, duyma, kalp gibi manevi duyuların çalışmaması..

Ya İlahi ? Veya Fon Müzik Eşliğinde Şiir ?
Konu ilahi dinlenilmeside değil aslında veya şiir. İnsan müzik dinleme ihtiyacını ilahi ilede giderebilir. sadece dış maske olarak adına yaratıcı der. Eskiden olsa bilinçaltına görsel işitsel dokunsal yolla giren dış tesirler az olduğundan bu belki mümkün olabilirdi. Fakat aklı kişinin hangi duyguların tesirindeyse müzik veya ilahi aynı duyguları tetikleyecektir sadece vicdan rahatlayacaktır. Örneğin Kuran neden ilahinin yerini tutmaz ? yani Kurana alternatif neden ilahi gösterilir. ve ilahi neden müzikli olursa tesir eder ? hepsi konuyla alakalı iyice düşünüldüğünde ve kişinin kendi içinde kendiliğinden tetikleyemediği içsel birikimleri dışsal bir yolla tetiklemesidir. Tehlike budur. Örneğin Kişi, kendi dinine ait asırlar öncesi bir kahramanın hayat hikayesini veya ölümünü bir fon müziği eşliğinde dinlerken ağlar. peki ağlatan o din kahramanının ölümümüdür ? yoksa müziğin tesiri ve bilinçaltının aklı direk istediği duruma hazırlamasımıdır ?

Örneğin en son dinlediğiniz bir şiir düşünün. Asırlar öncesi bir kahramanın ölümünü anlatan bir şiir. Tabi sizi ağlatan bir şiir olsun. şimdi kendinize aynı kahramanın ölümünü fısıldayın ama düz bir sesle. Şu şekilde ; “Falanca öldü” eğer o fon müziği yoksa şiiri okuyan sesi güzel kişide yoksa ve hatırınıza gelmiyorsa ağlamazsınız. Ama yakınlarınızdan biri olsa ölen, size öldüğü söylense fon müziğine veya davudi bir ses tonuyla söylenmesine ihtiyaç duymadan ağlarsınız. Yani sizi yakınlarınızdan biri vefat ettiğinde ağlatan onunla olan fiziksel beraberliğinizdi. Fakat şiirlerde duyup ağlanılan peygamberlere dair işkenceli ibretlik hayatlara şiirsiz fon müziksiz ağlayamamamızın sebebi ise asırlar öncesine ulaşamayan içselliğimizdir. Dışa dönüklüğümüz ve kendisi gibi olamadığımız peygamberleri en azından yad etme durumudur. Ki aynı Peygambere sorulsa “Sizi böyle yad edip ağlıyoruz” dense vereceği cevap “Size bırakılan emanete ne derece sahip çıktınız” olurdu. Bu gerçektir. Konu ilahi dinlenip dinlenmemesi değil. Aksine bu durumun farkedilmesi.

Ve Bir Ayet
Konuya ruh üzerinden gittiğimiz için kaynağı olan Kuran-ı Kerim’den örneklendirme ile devam edelim.

“Onların kalpleri vardır ama detaylı olarak anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler.” (Araf, 179) 

Garip.. Kalp diye bir şey var ve ona ait bir algı var. Görmek var, ayrıca bir görmek daha var. İşitmek var ama işitememek de var. Neden bahsediyor acaba?

Bilinçaltının Akıldan Bağımsız Tetiklenmesi ve “Bebekler Sussun Yeter” Mantığı

Dinlediği müzik ile kişi kendi kendine acırken veya daha enerjik hale gelirken aslında o anı elinden kaçırır. Bulunduğu duygu halini de kalıcı hale getirir; yani olmayan bir karakter hâli kişinin bilinçaltının bilinçsizce tetiklenmesiyle, kişinin üzerine yeni bir deri geçirmesi gibidir. Kalıcı, soğuk, buz gibi acıtıcı bir süreçtir ve kişi ne olduğunu bilmeden bir uykudan diğer bir uykuya geçerken kayıplarını ve olup bitenleri fark edemeyecek kadar zehirlenir. Yani aslında müzik geçmişi olmayanı asla tetikleyemez. Bu yüzden bebekleri sakinleştirmek için anne karnında duyduğu sesi dinletmeleri söylenir. “Aaa duydun mu; elektrik süpürgesi susturuyormuş çocuğu!” Ve duyarlı (!) bir anne elektrik süpürgesini sırf çocuğu sussun diye çalıştırarak aslında onu ana rahmine geri gönderir. İçinde bulunduğu anı yaşayamamayı işte böyle böyle öğrenir çocuk ve bunu da anne – baba öğretir. “Kıyamıyorum ağlamasına” der en masum şekilde. Ama aslında kendi tahammülsüzlüğünün itirafıdır, asıl kendisine kıyamıyordur. “Oysa bebekler ağlar ve birçok maddi – manevi gelişim veya bebeğin kendisini ifade şekli bu şekildedir.”

İşin ilginci az önceki ayette “Edal” kelimesi de geçiyor. Baktığımız zaman bu kelime “Zihindeki doğru bir bilginin yanlış bir bilgiyle yer değiştirmesi ve o bilgi kalıbının yanlış bir bilgiyle doldurulması” şeklinde ifade buluyor. Bu da düşünülesi, oldukça garip bir konu.. 

Şimdi’den Kaçış
Buraya kadar detaylı ve belki de karışık olarak anlatılan konuları toparlarsak; en iyi ihtimalle müzik kişinin geçmiş hayatında bir kare yakalayıp oraya geri dönmesi ve mümkünse orada kalmaya dair çabasıdır.  O andan memnun kalmamak değildir aslında, o andan memnun olmamaya kişinin kendisini programlamasıdır. “aman makinesi icad edemeyen bir kişinin “mastürbasyon” sürecidir” Yani madem zaman makinesi yok, bari bu şekilde geriye gidelim demesidir kişinin. Beden içerisinde bir gizlenme, kaçış ve zamanla kişinin özünü kaybetmesine yol açan bir duruma dönüşür.

Diziler ve filmler geleceğe kaçmasını sağlar kişinin. Hayatlarında asla olmayacak senaryoları izlerken, senaryodaki kişinin kıyafeti, zevkleri veya yaşam biçimini taklit de aynı zamanda bir kaçıştır. Acı olan ise; senaryonun sadece bir parçasını almışsındır seyrettiklerinden; ve çoğunluğu gerçek olan bir hayatın, en önemli gerçeği olan “kendin” i değiştirmişsindir senaryodan aldıklarınla. Sonra senaryolar birbirine karışır. 

“Neden Tembelim” Sorusu
Tembellik de böyle başlar aslında. “Neden tembelim?” sorusunun cevabı da aynı şeylerde gizlidir. İçsel gerçeklik dışarıdan tetiklene tetiklene tüm hissiyatını kaybetmiştir. Böylece öz gerçeğin, özün yani seni sen yapan ruhun dışarıdan tetiklenmekle ayakta kalan bir kuklaya dönmüştür bedeninle birlikte.
Duygulara normalde ruh hâkimdir. Hani herkesin hakkında atıp tuttuğu ruh.. “Ruh” kelimesini kullananların bilemedikleri bir gerçek de yine “Ruh” kelimesinin geçtiği Kuran-ı Kerim’in sahibi tarafından belirtilir:

Ve Bir Ayet
“Sana ruhtan sual ederler. De ki: «Ruh Rabbimin emrindendir. Size ise ilimden ancak az bir şey verilmiştir.” (İsra, 85)

“Neden tembelim?” sorusunu tekrar ele alalım fütursuzca akıyorken.

Örneğin bir çocuk, seyrettiği filmde bir karakterle eşleştirir kendini, veya bir büyük ile; fark etmez.. Her insan, seyrettiğinde kendisiyle ilişkilendireceği bir karakter mutlaka bulur. Çünkü sistem benzerlikleri kullanarak kuklalar üretir. Kişi seyrettiği senaryodaki kişinin mutlu olmasıyla mutlu olur, başarısıyla sevinir. Bu durum zamanla engellenmesi çok zor iki şeyin önünü açar:

1- Başarıya dair, mutluluğa dair birikmesi gereken ve zamanla kendiliğinden açığa çıkarak hayatına yön verip seni olman gereken yere götürecek olan tüm duyguların daha yeterince birikmeden tetiklenmiştir; hâlbuki daha boşsundur. Bu yüzden tüm boşalan duygulardan geriye korku kalır, bir köle kalır; sisteme bağımlı, tüketen, üretmemek için bahanesi olan bir köle.. Belki de “Ruh” denilen özüne yapılan bu muamele, aklın duygular karşısındaki gücünü sıfıra indirmiş ve aklı duygular karşısında mağlup bir köle gibi yönetilebilir hale getirmiştir. Çünkü akıl, gücünü sadece o hiç konusu bile edilmeyen “Ruh” dan alır, alması gerekir.
Hatırlasana. Eğer bilgi yetseydi, kimse bilip de yapamadıklarının altında ezilmezdi. 

2- Bilinçaltı, görsel ve işitsel yolla kendisi için yani kılıfı beden olan “o şey” için hedefler tayin eder ve bu konuda akla güvenir. Akıl ise duygulara bağımlı olduğundan kendisiyle beslenip belki de görüşünden, gücünden, ferasetinden faydalanacağı bir “Ruh” dan istifade edemediğinden; sadece basit bir karar mekanizması olarak kullanılabildiğinden, güçsüz bir şekilde duygular ne derse evet der.

Bilinçaltı, senaryolarda kendisiyle eşitlediği karakterin film boyunca duygusal anlamda kendisini tetiklemesi vasıtasıyla onu hedef tayin eder ve bu yaşantıyı projeye çevirir. Hâlbuki gerçekten yaşayan bir karaktere aynısını yapsa, seyretse, araştırsa, öğrense ve ona yönelse; zamanla kişilerdeki enerji bedenler arası irtibatı sağlar ve kişi ona benzemeye başlar. Onun gibi düşünmeye.. Bu bir gerçektir ve fırsattır. Aynı zamanda bir zarardır da. Bir virüs gibi duyguların kokusu hükmündeki düşünceler de aynı virüsler gibi yayılır. Bu konuda aklı savunan sadece “Ruh” tur. İkinci maddeye geri dönmek gerekirse hayali bir proje enerjiye dönüşmez ve kişi “Neden tembelim?” der durur. Bazıları da “Ben tembel değilim” der. Sebebi de çalışmaya olan bağımlılıklarıdır. Köleliğini ise çalışarak kazandığını kimin hükümranlığında kullandığı belirler. “Ben hizmet de ediyorum” der bazen kişi. Hizmet durumu vardır ama asla hizmet eden yoktur. Çünkü hizmet esnasında “Öz” tarafından kullanılmak vardır ve bu durumdan egonun kendisine malzeme çıkarması asla olamaz.  Yani, “En azından ben şunu yapıyorum” diyen kişi aslında yaptıklarını kendisini iyi hissetmek için yaptığını yine aynı cümleyle itiraf etmiş olur. : )

Müzik dedik, kalp dedik, biraz da bilinçaltına girdik. Akıp gidiyoruz. 

Müzikle Beraber Duygusal Aktarım Ve Duygu Tembelliği

Müzikten devam edelim. Yine üzgün olan kişiden örnek verirsek, yaşanmışlıklarına bağlı olarak oluşturduğu savunma şekliyle o halden kurtulayım deyip “eller havaya” yaptığında başka bir tuzağın kucağına bırakır kendisini. Müziğin sözleri önemli değildir; hareketi, sözde ne kadar enerjik hale getirdiği, zinde tuttuğu önemlidir. Yani kişiyi kendinden ne kadar uzaklaştırabildiği.. Çevrendeki insanları göremez olursun. Tüm söylenmemişleri, söylenmesi gerekenleri vücut dilinin feryadıyla atarsın dışarı ve bunun adına “dans” dersin. Fakat yine unuttuğun bir şey vardır. Bu şekilde bir aktarıma alıştırırsan kendini, giderek bu şekilde bir aktarıma bağımlı hale gelirsin. Oysa asla aktarmıyor olacaksındır. Aktarım boşalmanı sağlar. Tekrar aynı şeye ihtiyaç duymak, o kadar kısa zamanda tekrar dolmanın mümkün olması durumuna aykırıdır.
Sözler bilinçaltına dolarken, dinlenen müzik de aynı şekilde bilinçaltından bir şeyleri tetikler. Bu zindelik arzudan başka bir şeydir.  Kişinin yüksek sesli müziğe ihtiyacı vardır. Müzik bir basınçtır aynı zamanda yüksek sesle dinlenilirse. Ve neden yüksek sesle müzik dinlemek istiyorum dersen; “Bilinçaltından zihnine kadar ulaşan ama eğitimsiz olduğundan dolayı dışarı atamadığın, zihninle devamlı savaştığın o fikirleri, o duygusal durumları, duyguların kokusu olan o düşünceleri görsel işitsel darbelerle bilinçaltına geri itmek istiyorsundur”. Peki, neden belirli bir ritme ihtiyaç duyar kişi eğer amacı sadece her şeyi bilinçaltına geri itmekten ibaretse? Bu bir nevi hipnozdur veya narkoz. Düşüncelerin yüksek bir ses basıncıyla bilinçaltına geri itilirken, orada duyduğun ritim sadece acını örten bir senaryodur. İşkencelerde de müzik kullanılır. Kişi neden gece kulüplerinde eğlenir gibi hissetmez? Çünkü bilinçaltını tetikleyen ve zihnindekileri bilinçaltına geri iten ses basıncının yanında filmlerdeki gibi seni oyalayacak bir senaryo yoktur. Bu narkozsuz ameliyat gibidir. O yüzden buna işkence denir. Aynı zamanda zihni tedavi edici bir rolü de vardır. Bahsedeceğiz..

Müzik Gerçek Müzik Arayışına Maskedir

Kişi kendi probleminden ve hatta kendinden kaçarken, yani gerçeklerin üzerini örtmek için müziği kullanırken buna “gıda” yalanını biçmektedir. Sorunundan uzaklaşırken aynı şekilde çözümünü daha tehlikeli sulara bırakmaktadır. Müziğin toplumdan etkilenmesine

baktığımızda, şu anki eğlendirici müziklerin çoğunda yer alan yatak iniltilerinin bilinçaltını tetiklemesiyle, probleme çözüm olarak seks sunulmaktadır.

Şehvetin Bedenden Taşması Duyulara Yayılması
Şehvetperest bir toplumda aslında doyması gereken şehvettir; sadece şehvet.. Şehvet bir virüs gibi her duyguyu sardığında artık besin kaynağına döner. Esprilerde sadece bel altı esprilere gülersin. Aslında hayata dair sesleri müzik olarak algılaması gereken duyma yetisi, onun bağlı olduğu o saf duygu şehvete boyandığı için şehvetle alakalı şeyleri duyarak beslenir. Artık bir yaprağın sesine ihtiyacı kalmamıştır. 

Aynı şekilde ağız.. Oral yolla beslenme organı olan akıl, lezzeti bedene gönderen organ olan dil ve onun besin duygusu olması gereken muhabbetvari duygular tamamen şehvete boyandığından, artık şehvet duygusunun ağız yoluyla tatmini başlamıştır. Eğer oral seks yoksa bunun doyumu küfürlerle sağlanmalıdır. Bu da ağız yoluyla beslenmeye taşan, şehvetvari bir duygu dönüşümüdür.

Aynı şekilde göz. Kendisini besleyen, beslemesi gereken şeyleri örtmüştür bilinçaltından taşan ve tüm duyguları saran şehvet hastalığı. “Güzele bakmak sevaptır.” konusunun bile şehvetle algılandığı bir toplum. Algı dünyası maalesef değişmiş. Doğru, güzele bakmak sevaptır. Annene bakmak; babana, bebeğine bakmak gibi. Dertlendiğinde bir arkadaşın gözüne bakmak.. Şehvet duygusu bedeni sarınca güzel anlayışı kişinin annesinden de taşmış ve güzellik kavramı düzülebilme veya düzebilme potansiyeli olana indirgenmiştir. Bu durum, aç kalan bir insanın çekirgeyi lezzetli sanmasına benzer. Aslında o kadar komikken herkesin bir birbirini onayladığı bir toplumda “Herkes böyle!” imajı ve “Herkese ne olacaksa bana da o olacak” psikolojisi herkesi aynı tutmaya başlar ve herkes yavaş yavaş hiç hayal bile edemeyecekleri şekilde değişir. Örneğin bugün bir kâğıda “Bugün falan tarih ve ben ahlaken şunlara değer veriyorum ” yaz ama detaylı olsun. Seni utandıran şeyleri yaz, seni sen yapan değerleri yaz. Sevdiklerini, esirgediğin noktaları yaz. Hassasiyetlerini yaz.. Yıllar sonra aç oku. Şaşırmıyorsan ve aynıysa her şey, hatta gelişmişse hassasiyet anlamında, derim ki sana  “Sen bir köle değilsin”. 

Bebeklerin Üzerinde Tesiri
Müzik. Bebekler, dil gelişiminden önce garip sesler çıkarırlar ve o seslerle kendilerine ritim yaparlar. O ritimse tesirsiz bir çocuk için zikirdir. Bir bütünleşmedir. Kendine aittir. O yüzden dünyanın en güzel müziği bir anne ve baba için bebeğinin sesidir. Sonra içinde bulunduğu çevreden duyduğu kelimeleri bir şeylere benzeterek dil gelişimleri başlar. Bununla birlikte duyu organlarının maruz kaldıklarına bağlı olarak bilinçaltı da oluşur. Dışarıdan “sözde” gıda olarak verilenlerle çocuk aslından uzaklaşarak bilinçaltının çöplüğüne doğru itilir ve büyüdükçe içinde kalan büyümemiş çocukla, yetişkin çocuk sendromlu sözde birey olduğunu düşünen kimliksizler oluşur.. Bilinçaltına itilir, çünkü ne olması gerektiği kendisine ebeveynin zevklerinin dayatılmasıyla oluşur. Bir yumurtanın dışarıdan kırıldığında içindeki civcivin ölmesi gibi, kişi çocukken bu hayat kıvılcımını kaybeder. Ses ve görüntülerin kontrolsüzce evlere kadar dayatıldığı bir toplumda buna izin veren bir aile kendisini, tamamen bu ritimli senaryolu dış tesirlerin duyguları yönlendirmesiyle oluşan bir kalıbı çocuğuna gönüllü bir şekilde dayatırken bulur. Böylece olması gereken bir hayatı yaşama gücü o bebeğin bedeninden asla çıkamaz olur. Bebek de alışır artık ulaşamadığı ve hayatın özüne dair durumların tetikleyemediği duygularını tetiklemek için dış tesirler kullanmaya ve dışa bağımlılık toplumsal bir yönetilmeye hazır hale getirir toplumu. 

Kalbini bir müzikle asla duyamazsın.

Kalbini bir müzikle asla duyamazsın. Müzik bilincini uyutur ve o ara yapay bir huzur gelir. Aslında olan şey; müzikle birlikte tıpkı bir kobra yılanının tetiklenmesi gibi uyutulmasıdır, işleyişinin durdurulmasıdır zihninin. Anlıyorum, en güzel şiirleri belki bir fon müziğiyle yazıyorsundur. Belki ilham bir müziğin tetiklemesiyle çıkıyordur ve parmaklarından kâğıda dökülüyordur. Ama konu müzik değil inan. Konu kontrolsüzlük. Konu aslında, içeride var olan ve ulaşılmayan gerçeği hatırlamayı sağlamak. O yüzden kişi hep eskilere gitmek ister. Hep eskilere. Veya hiç sahip olamayacağı geleceğe ki bu da geçmiş gibi imkânsızdır.  Müzik; bilinci aşıp ritmine, notasına en uygun şekilde bilinçaltında silinmiş de olsa bir hatırayı veya duyguyu, en sinsi ve en yumuşak şekilde canlandıran ve yeniden dirilten bir tuzaktır. Müzik sana hayat verir gibi gözükür. Oysa hayatsızlığının ispatıdır, eskiden yaşadığın hayatı hatırlatan sesten ibaret bir fragmandır aslında.

O bakımdan zihni tedavi edebilir veya çok profesyonelse bilinçaltındaki birçok saplantıyı bile tedavi edebilecek bir potansiyele sahiptir aynı zamanda. Ama asla kalple ve ruhla bir ilgisi yoktur. Kişinin özünden uzaklaşıp kendisini beden sanmasından dolayı, olduğunu sandığı yapay benliğinin rahatlamasını ruhun rahatlaması sanmasıdır.

O an ihtiyaç duyduğun, yaşadığın duygunun tam zıddı olan duyguyu ortaya çıkarabilen bir gücü vardır müziğin, kabul. Ama yine de kalbî değildir 🙂

O bakımdan zihni tedavi edebilir veya çok profesyonelse bilinçaltındaki birçok saplantıyı bile tedavi edebilecek bir potansiyele sahiptir aynı zamanda. Ama asla kalple ve ruhla bir ilgisi yoktur. Kişinin özünden uzaklaşıp kendisini beden sanmasından dolayı, olduğunu sandığı yapay benliğinin rahatlamasını ruhun rahatlaması sanmasıdır.

O an ihtiyaç duyduğun, yaşadığın duygunun tam zıddı olan duyguyu ortaya çıkarabilen bir gücü vardır müziğin, kabul. Ama yine de kalbî değildir 🙂

Yani çalan kişiyle alakalı olarak, bir rolü olabilir. Eski zamanlarda insan azlığından dolayı düşünce sinyallerinin ve özellikle teknolojinin yokluğundan dolayı elektronik sinyallerin az olduğu dönemlerde kişilerin birbirleri ile telepatik olarak konuşmaları gibi. İşte bu bakımdan araçların önemi de yoktur. İnsanların çoğalması ile beraber düşünce sinyallerinin karışması ile toplumsallaşma başlamış, içsellik yok olmuş, herkesin birbirine benzemesiyle toplum sanki tek bir bireye dönüşmüştür. Elektronik sinyallerin de çoğalmasıyla bilinçaltına araçsız ulaşma durumu mümkün olmamaya başladığından, araçlara yer verilmiştir usta çırak ilişkilerinde. Aslında zaafların kullanılıp, o zaaflarla bilinçaltına ulaşma yoludur müzik aynı zamanda 🙂 tıpkı cümleler gibi 🙂 Cümleler de bir kablo vasıtasıyla gitmezler muhataplarına, hatta görülmezler bile. Ama maalesef çoğu insan sadece işittiklerinin beyinlerine girdiğini zanneder. Hâlbuki duyma sınırının altında seslerle insanları yönetebilmenin deneylerinin yapıldığı bir yüzyıldayız. Yani kişileri onlar farkında bile olmadan yönetebilme yöntemleri araştırılmaktadır. Biraz bile araştırılsa, bu konuda birçok materyal bulunabilir.
Müzik seni etkiliyor olabilir. Hatta enstrümanı çalan bir ustaysa, seni rahatlatabilir de. Ama seni rahatlatan o müzik değil, çalan kişinin psikolojisi ve kontrolsüzce duygularını yüklediği notaların bilinçaltında anlam kazanmasıdır. Kontrolsüzcedir. Fakat şu anda kontrollü şekilde bir sistemin müzikleri kullanarak özellikle gençleri şehvet hastalığında tutarak; kullanılabilecek, akledemeyecek, detaylı düşünemeyecek ve soyut zekâsı sıfır bir köle toplum hazırlamakla meşgul olduklarını ve hatta buna başladıklarını biliyor muydunuz?

Bilinçaltının tetiklenmesiyle içinde uyanan duyguları öne çıkarma durumu da vardır müziğin. Örneğin saba makamının kuvvet vermesi, Uşşak makamının kalp ağrısına iyi gelmesi gibi.. Rast makamının neşelendirmesi gibi 🙂 Irak makamının saldırganlığı önleyici tarafı da vardır. Aslında limbik sistem ile korteks arasındaki sinirleri güçlendirerek bağlantının kopmayıp, kabaca şalterin atmamasını ve kişinin kendisini kaybetmemesini sağlar ama bu da yine 🙂 duygularla alakalıdır 🙂 ve kalbin madde âlemindeki tarafıyla alakalıdır eğer adına “Ruh” demeye devam edeceksek. 🙂

Tasavvuf musikisinin bizzat tedavi edici özelliği vardır ama bu madde tarafımızla alakalıdır. Küçümsemiyorum. Asla.. Baktığımız zaman filozof olan Farabi bile önderdir tasavvufi müzik konusunda. Ve filozoftur. Neye gelince, ney üfleyen kişiyle alakalı müridi ele geçiren, değiştiren bir musikidir ama asla sona ulaştırmaz. Mevlana’nın da dediği gibi sadece kalbine seni koyar ama yol yeni başlamıştır. Ney sadece koparılmışlığını, ayrılmışlığını sana gösterir.  Farkındalık sağlar. Ama çalan kişinin farkındalığını yansıttığından, bu durum her çalınan neyi dinlenilebilir yapmaz. Kamışlığından ayrılan neyin pişmesi, boğumlara ayrılması ve artık Allah’ın elinde nağmelenmesini simgeler. Ama asla kalbe dair bir yolculuk sağlamaz. Başlangıç rehberidir, farkındalığı artırır ama bu da çalana göredir. Çalan kişiye göre. Aslında kişinin müzikle alakalı zaafının ney ile törpülenip aynı neyin bir ustanın elinde duygusal aktarım ve farkındalık öğretisine dönüşmesidir.. Konuyu uzattım ama umarım anlatabilmişimdir 🙂

Duygu; ruha ait keyfiyetsiz hislerin (kelime darlığı)  maddeye dönüşmüş halidir. Yani bedeni taraftır duygular. Olmalıdır da zaten. İhtiyaçtır. Ama ruhu bedenden ayırıp sevgilisine ulaştırmak ise ayrı bir durumdur, yaratılma sebebimizdir. 

Durumu izah için; bilgisayar ağlarından yola çıkarsak; kablosuz ağların görünürlüğü vardır. Ortada kablo vs yoktur ama kablosuz ağları görüntüle dersen sinyalleri yakalar. Aynı sinyalleri kullanarak ağa bağlanmak istediğinde bir güvenlikle karşılaşırsın.. “Şifre?”..  Eğer uzmansan güvenliği düşük ağları kırar ve istediğin gibi kullanırsın. İşte akıl, bilinçaltı konusunda düşünce sinyallerine karşı bir muhafızdır. Ama kendisinden güç alacağı “Ruh” olmadığından şifresiz bir kablosuz ağ gibi herkesin girdiği, veri bıraktığı, virüs bıraktığı bir ağa dönüşür. “Neden tembelim?” veya “Neden başkaları bana bu kadar tesir edebiliyor?” diyen birini düşünelim. Diğer yandan “Bana kimse tesir edemez” diyen biri eğer kazanç odaklı çalışıyorsa çalıştığı şeyin kölesidir. Yani kariyer, para, mal, mülk kişiyi kölelikten kurtarmaz. Kişiyi kölelikten kurtaran şey; ihtiyaçlarının dışında dışa bağımlı olmamasıdır. 

“Neden tembelim?” veya “Neden duygularıma söz geçiremiyorum?” diyen birinden örnek verecek olursak;

Bildiklerimi neden Yapamıyorum

Bedeni bir bilgisayara benzetelim. Ruh kullanıcı olsun; akıl ise içindeki programlarının zenginliği eğitimine bağlı olan işletim sistemi..

Bilgisayar: Beden
Ruh : Kullanıcı
Akıl : İşletim sistemi

Eğer bilgisayara dışarıdan bir virüs girerse; “Ne ya bu virüs canlı mı?” diye mi sorarsınız 🙂 siz de biliyorsunuz bilgisayar virüsleri canlı değillerdir. Ama kod saklarlar içinde ve içine sızılan bilgisayara ilgili kodlar bırakıldığında, o bilgisayar o komuta tabi olur. Kullanıcının kontrolünden çıkar. Düşünceler de kişilerin farkında olmadan kodladıkları bir virüs veya tam tersi yönde antivirüstür. 

Az önceki örneğimizden yola çıkarsak aklını korumasını bilmeyen kimse işletim sistemini korumayan bir bilgisayar kullanıcısına benzer. İşletim sistemine virüs bulaşan bir bilgisayar kullanıcısı ne kadar dakik, çalışkan aktif vs olsa da bilgisayar ağır çalışır 🙂 Aynı şekilde akıl dış tesirlere karşı korunmadığında, dış tesirler düşünce sinyalleri kodları şeklinde bilinçaltına ulaşır ve beden ruha rağmen ruhun isteği dışında hareket eder. Daha tehlikelisi ise; beden dışarıdan aldığı düşünce virüsüne karşı duyguları hazırlar ve onay verir. Çünkü bilinçaltı akla güvenir. “Akıl içeri aldıysa bir bildiği var” der ve bunu olumlu yönde kullanır. Bu yüzden herkes aynı şeyi sever. Bu sevilen şeylerin sevilmesi gereken şeyler olduğu anlamına gelmez. Tamamen dışsal bir virüstür, komuttur.

İşte tam burada, bu dış tesirlerle ruhsal bağını koparan ve dış komutlarla bedenî lezzetlerini yeniden inşa eden kimse şöyle der: “Allah bana nefis vermiş, sonra harama bakma demiş. Benden yapamayacağım şeyleri neden istemiş?” Aslında fıtratında bu vardır. Sonradan dış tesirler, dışsal komutlar ve aklın duyguların tesirinde olması nedeniyle dışarıdan direk aldığı bu virüsleri kendi içinde olumlu kodlamıştır. 

İncelerseniz, bir dönem Haçlı seferleriyle birlikte müziğin yayıldığını fark edersiniz.

Toplumları Yönetme Aracı
Müziğin, dansın olduğu ülkelere bakıldığında Hindistan gibi  zulme uğrayan ve tam zıddı moddan kurtulmak için dışarıdan suni teneffüsle ayakta kalmaya çalışan toplumları görmekteyiz. Bizlerin sözde ruhsal gıdalarının kaynağı, yaşadıkları zulümden kendini avutmak için oluşturdukları sanal mutluluklar ve sözde şifaya dönüşmüş bu toplumlarda. Bir dönem İstanbul’a gelen, hatta Almanya’ya kadar giden gurbetçilerimiz vasıtasıyla yani büyük şehirlere göçle birlikte arabesksi bir hal alarak, ayakta kalma umudu yapılmıştır dışsal destek bakımından. Diğer taraftan yine batının müziğine baktığımızda kendini kaybetmiş kişilerin oluşturdukları ürünler, diğer insanlara şifa olarak sunulmuştur. Sürekli bahsettiğimiz kişileri yönetme araçları her asırda değişmiştir. Kişinin bulunduğu durumun farkına varmaması için vahşi arenalardan modern arenalara (gece kulüpleri) içinde fanatizm barındıran  bir sistem, değişe değişe günümüze kadar gelmiştir. Sana rağmen her şey olur, ama senin dinlediğin seyrettiğin sözde “gıda” olan müzik, seni hep geçmişe veya asla ulaşamayacağın geleceğe götürür. Ve bir şeyler “şimdi” lerde olup biterken, sen asla burada olamazsın. Birileri de “Merak etme! Sen git, biz seni idare ederiz” iyi niyetiyle (!) bedenini, aklını, bilinçaltını ve duygularını kullanır.  

Yine klasik müziklere baktığımızda hazin hikâyeleri olan bestecilerinin bunaltılı duygu durumlarının çığlığıyla sarıldığı sözler ya da enstrümanlar vardır. Yani kişilerin ruhsal bunalımları sözde kendi zamanının dışındakilere şifa olur. Enteresan geliyor, geliyor, geliyor…

Rock, pop, hiphop, jazz, hard rock gibi birçok ad altında sunulan duygu durum ürünleri feryadı bastırmak amacıyla sorun çözmek yerine sorunun üstünü örten, kişiye belirli karakteri dayatan ve aynı yönde döndüren tuzaklardır. Tıpkı uyuşturucular gibi. Günah keçisi ise daima başka bağımlılıklardır. 

Kısaca yönetilen toplumun kendi kendine geliştirdiği korkuyla yönetilme stratejisinde, bağımlılığa olan bakış açısı şudur: “Yavaş yavaş öl. Asla hızlı ölme ve dikkat çekip huzurumuzu dağıtma”  

Ruh ise ancak ait olduğuyla gıdalanır. Keyfiyetsiz olanın gıdası, yine keyfiyetsiz olanda gizlidir.

Psikolog Hilal İNAN – Eyüp BAĞ