SON TV

Dirilten ve Öldüren

Hacı Bayram Veli’nin hemen yanı başında fuhuş olur mu; olur…

Şöyle: Ramazan da 80 yaşında amcam yanımdaydı. Beni Hacı Bayram’a götür oğlum, olur amca… Kocatepe’ye de götür, olur… Yoğunum… Oruç bir yandan, yoğunluk bir yandan, sigarasızlık bir yandan… İş yerine geldi. İşyerinin mescidinin duvarında asılı bir tuğra görmüş. İlla, bayramda köye giderken köyün camisine tuğra alacağım, diyor. Tamam, amca, hallederiz.

Bir Pazar taksiye atlayıp Hacı Bayram’a gittik… Türbeyi gezdi. Camide namaz kıldı. Hemen Akmedrese’nin yanında incik boncuk satan bir dükkân… Başörtülü bir abla var kasada… Tuğralara bakıyoruz, camiye asılabilecek ebatta sert plastikten bir tuğra… Amca yahu, bu plastik, ben bunu eve asmam, eve asmadığımı da camiye almak içime sinmez… İstersen sana bakırdan yaptırıp, sonra göndereyim. Yok, illa bunu alalım, diyor. Kaç lira bu… Seksen lira… Aşağı olmaz mı, yetmiş beş lira olsun, hadi altmış beş lira olsun… Anca kurtarır, maliyetine diyor ablamız. Tamam, alıyorum, bir gün sonra başka bir alışveriş merkezinde aynı tuğranın 12 lira 50 kuruşa satıldığını görüyorum. Hani maliyetine kurtarırdı.

Be ablacığım diyorum içimden, sen deseydin ki, benim seksen liraya ihtiyacım var, bu o kadar değil ama bana seksen lira lazım, vallahi çıkarır verirdim. Hem üç kuruşluk dünya çıkarı için yalan söylüyorsun, hem de maliyeti 10 liranın altında olan bir şeyi %800 karla yalan söyleyerek “fahiş” fiyatla satıyorsun.

Oracıkta başka biriyle bildiğimiz fuhuş yapmanla beni kandırman arasında hiçbir fark yok… O gün kendimi tecavüze uğramış gibi hissediyorum. Para önemli değil, isterse bir tuğra sekiz yüz lira olsun, ancak değsin… Hiç mi nasiplenmedin bulunduğun atmosferden…

Fuhuş bu işte diyorum, kokuşmuşluk bu, bu toplumdan adam olmaz, senin yetiştirdiğin çocuk da, istihdam ettiğin çırak da fuhşa devam eder…

O gün gün boyu yüzümde bulutlar… Topluma dair ümitlerim berhava…


Ali Karaçalı arıyor.

Mehmet Narlı ile Edem Kebap’tayız, akşam yemeğine gel. Yine yoğunluk… Narlı’yı da özlemişim üstelik… Maltepe Camii’nin karşısında mekanı buluyorum. Yemek yiyoruz, Maraş işi… Hesap… İşletici çocuk, ağabeyler diyor, hesaplar benden… Siz ilk defa geldiniz, soframın bereketisiniz. Bir daha ki sefere hesap alayım… Israr ediyoruz, ikna edemiyoruz.

İlk defa yemek yediğimiz bir müessesede karşılaştığımız bu incelik karşısında ne demeli… Zorla hesap ödemeye çalışıyoruz. Kabul etmese de masaya para bırakıp ayrılıyoruz oradan…

O gün yüzümde bir gülümseme… Hâlâ içimizde fuhşa sapmayanlar var hamdolsun….


Bunlar küçük şeyler diyemeyiz, bozulma da dirilme de küçük şeylerle, küçük şeylerden başlıyor çünkü…

YAZARIN SON YAZILARI
Hicret meselesi - 17 Nisan 2014
Paralel devlet gazeli! - 29 Ocak 2014
Baransu’nun bavulu - 17 Aralık 2013
KUZU POSTU MESELİ - 2 Aralık 2013
Dirilten ve Öldüren - 18 Ekim 2013
Tırmık - 9 Ekim 2013
Neşat Ertaş’a dair - 24 Eylül 2013