SON TV

Osmanlıdan günümüze Vakıf ve STK süreci

Vakıf, İslam hukukunda bir insanın alın teri ile kazandığı malın bir bölümünü insanlığın hayrı için tahsis etmesidir.

Bir mülkün bütün faydasını insanların yararına bırakarak kıyamete kadar başka birinin mülküne geçemeyecek şekilde kullanımının devamını muhafaza etmek.

Osmanlı’da genelde padişahlar, hanedan üyeleri, devletin üst kademesinde görev yapanlar ve toplumun zengin kesimleri, çeşitli vakıflar kurarak sosyal ihtiyaçların karşılanmasında yoğun çaba göstermişlerdir.

Bu vakıf kültürü sayesinde sosyal, kültürel, ticari ve dini hayatla ilgili birçok hizmet gerçekleşmiştir.

Vakıflar, Osmanlının siyasi, kültürel, iktisadi ve sosyal hayatının en önemli bir parçasını teşkil ederken, Selçuklu ve Osmanlı döneminde vakıfların atmış olduğu kültürel tohumlar, Anadolu tarihinden günümüze varlığını korumaya devam ediyor.

Osmanlıdan günümüze kadar gelişen dünyamızda küresel sistemin zorunlu kıldığı yeni bir çağ dayatması sonucunda sosyal, siyasi ve kültürel değerler, muhteva değişimine uğruyor.

Osmanlı’da vakıflar, inanç ve ihtiyaç merkezli örgütlenir ve faaliyet gösterirken, modern çağda ise derneklerimiz, enstitü, parti ve sosyal statü merkezlerine dönüşme tehlikesiyle karşı karşıyalar.

Derneklerin asli görevi topluma gönüllü olarak hiçbir karşılık beklemeden hizmet etmesidir.

Toplumun insani, kültürel, sosyal, maddi ve manevi bütün ihtiyaçlarının karşılanmasında hiçbir çıkar amacı gütmeden yardımcı olmasıdır.

STK yapıları insani yardımdan eğitime, aile, kadın, çocuk, meslek edindirme, hukuk, sanat, kültür, çevre güvenliği, sağlık ve gençlik alanına kadar bütün sahalarda projeler üreterek insanlığın sorunlarına ve gelişimine katkı sağlar.

Bu faaliyetleri yaparken gücünü devletten değil halktan alır. Yani bağımsızdır, Hükümet ve devlet kurumlarına angaje olmadan, siyasi etki alanına girmeden, özgür ve özgün hak ve hukuk sınırları içerisinde yurttaşlık hakkını devletten talep ederek bir ilişki ve mücadele sürecini yaşar.

“Cemaat, vakıf, dernek ve STK’lar varsa, devlet ve hükümetler vardır” düşüncesi en ideal bir düşüncedir.

Toplumu, devleti var eden, sosyal kurumlar ile devletin ahengidir. Bu ahenk bozulursa toplumsal düşünce ve dengede bozulur. Yumurta civciv tartışmasına döner.

STK’lar halkın en doğal sesi, gözü, kulağı, vicdanıdır.

Devlet ile toplum arasındaki en güçlü gönül köprüsüdür. Toplum olarak Osmanlıdan Cumhuriyet’e kadar aşırı politize olmuş bir toplum olarak derneklerin de siyasi görüşlere kapılarını sonuna kadar açmış olması riskli ve talihsiz bir durumdur.

STK’lar toplumun ve devletin sorunlarını, problemlerini çözmeye yönelik gönüllü kurumlar statüsünü kaybetmemeli ve tarafsız duruşlarıyla siyasi ve sosyal problemlere adaletle çözüm önerileri sunma hakkını kullanmalıdır.

Adalet, dürüstlük, vicdanlı olmak; kavram ve gaye açısından STK’ların asli görevidir.

Toplumu oluşturan bireylerin yaşadığı çağın sorunlarına kayıtsız kalmaması ne kadar önemli ise sosyal sorunlara çözüm üretme noktasında hükümetlere adalet, hak ve hukuk çerçevesinde nasihat ve ikaz etme görevi de STK lara düşmektedir.

Günümüzde dernek ve vakıflarımız post modern bir yapıya dönüştüğü adeta siyasi ve sosyal yapılara nüfuz etmenin aracı haline dönüşmeleri çok riskli bir durum arz etmektedir.

Günümüz STK’ları popüler çağdaş örgütlenme üzerinden mücadele tercihinin bedelini ödemektedir, Oysa adalet ve vicdan ilişkisi en sahici kardeşlik ilişkisidir.

Vakıf ve dernekler; inanç, adalet ihtiyaç ölçekli yaşamak zorundadır. Dengenin, mizanın, terazinin sembolü olmak zorundadır ki, toplumsal problemlerin yaşandığı an ve yerde ortaya çıktığı zaman problemi çözecek kuvvet ve kudreti gösterebilsin..