SON TV

Soma faciası Vicdan Muhasebesi

Manisa’nın Soma ilçesinde meydana gelen maden ocağı faciasında, 301 kardeşimiz hayatını kaybederken, henüz madendeki ölü bedenlere bile ulaşılmadan yapılan siyasi ve sosyal tartışmalar toplumda, kutuplaşmayı da beraberinde getirdi.

Ülkenin siyasi partileri, medyası ve sivil toplum kuruluşlarının gündemi bir anda Soma’ya döndü. Burada oluşturulan karamsar, tedirgin, gergin ve puslu bir fotoğraf ile acımasız ve sabırsızca bir telaş havası düşündürücü bir durumdur.

Türkiye’de her sosyal felaket sonrasında devletin ve toplumun farklı düşünce ve kesimlerinin birbiriyle acımasızca kavgaya girişmesi çok tehlikeli bir toplumsal çözülme sürecinin habercisidir.

Her deprem, sel baskını ve iş kazaları sonrasında sosyal ve siyasi eleştirilerin kamuoyu önünde cereyan etmesi gayet doğaldır. Muhalefetin asli görevi iktidarın açığını, eksiğini, hatasını ortaya koymaktır.

Tabii ki bu durum Batı ülkelerinde daha soğukkanlı, akılcı ve sağduyulu bir şekilde gerçekleşirken, Doğu toplumlarında ise kendine has karakteriyle ülkemizde çok acımasız ve sert cereyan ediyor.

KADER Mİ, KAZA MI?

Soma’da yaşananlar kader mi, kaza mı tartışmaları aslında bizim 90 yıllık sistemimizin karakteristik özelliğidir. Kârı önceleyen, kazanmayı hedefleyen bir sistemin adıdır.

Bu durum, her kaza ve afet sonrası birkaç günah keçisi, ulusal ve duygusal insani yardım dayanışma gücümüzün seferberliğiyle savuşturup, unuttuğumuz hataların ve günahların büyüyerek karşımıza ummadığımız bir anda çıkmasıdır.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik de bu noktada, taşeronun sömürüye dönüştüğünü, bakanlığın gündeminde taşeron çalışmayla ilgili düzenleme olduğunu ve bir an önce yasa çıkarılması gerektiğini söyledi.

İşte Bakan Çelik’in belirttiği gibi Türkiye’nin en temel sorunlarından birisi de taşeron meselesidir.

Taşeron firmalar, sürekli Afrika’dan Batı’ya gerçekleştirilen köle ticaretini aklıma getiriyor.

Postmodern dünyanın insan bedeni üzerinden kazanç elde etme sistemine çok benziyor.

Maden ocakları, sokaklar, hastaneler ve okullar başta olmak üzere birçok kamu binalarında çalışan emekçiler, taşeron firmaların rant çarkında ekmek mücadelesi veriyorlar.

Burada kâr ve kazanç düzeninin; adalet, sağlık ve güvenlik düzeneklerinin nasıl çalıştığını devlet kontrol altına almamıştır.

TÜRKİYE İŞ KAZALARINDA AVRUPA’DA BİRİNCİ

Türkiye olarak iş kazalarında Avrupa’da birinci, dünyada ise üçüncüyüz. Türkiye’de toplam 1,5 milyon işyeri bulunmasına rağmen yılda ortalama 8 bin işyeri devlet tarafından denetlenebiliyor. Bunda, müfettiş azlığı ve mevcut kadronun yetersiz kullanılması etkili oluyor.

Bu noktada öncelikle vicdanları eğitmek lazım… Kariyer, mevki ve makam, modern çağın illüzyonist sisteminin putları gibi sunulunca, Soma kazaları da hayatın doğal parçası oluyor.

İnsanı eğitmeden vicdanlı, adaletli bir sistem kuramazsınız. Bilim, sanat ve ekonomi koca bir yalan olur.

İnsan bedeni karşısında, ölümler çoğaldıkça toplumsal öfke çığ olur, siyaset çaresiz kalır ve bu durumda da insanlara kader ile kazayı anlatamazsınız. Kader mi, kaza mı tartışmalarında ise önce tedbir demeliyiz.

Almanya’da bir lise müdürü, her eğitim dönemi başlarında öğretmen arkadaşlarına mektup gönderirmiş. Mektupta; “Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim. Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü. İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar. Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum. Sizlerden isteğim şudur: Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın. Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin. Okuma, yazma ve matematik çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak o zaman önem taşır” yazılıydı.