Bir umut

‘Belki bu sefer olur…’ diyerek elimdeki üçüncü ve son taşı da ulaştırabilmek ümidi ile var gücümle fırlattım Akdeniz’in sularına ama olmadı…

Yine Akdeniz bölgesinde, Antalya’dayız; yıllara meydan okumasını mahcup bir dille ifade eden Kızılkule ve Alanya kalesinde…

Hedef, tarihin ayak izlerini biraz olsun takip edebilmek. Yalnız sıcağa dikkat edin bir süre sonra soluklanmak için gözleriniz, bir bardak çay ve bir iskemle arayabilir. Sorun değil; kalede biraz gezinti sonrasında restorasyondan geçmiş eski sur içi evlerin saçakları arasından kıvrılarak limana inebilirsiniz.

Antik zamanlarda bir korsan şehri Alanya. Bizans döneminde bir derebeyliği. Selçuklu döneminde ise bir başkent. Ve Kızıl Kule, Alanya kalesinin bir parçası. Kale geçmişi Helenistik dönemlere kadar uzanırken, kalenin ana simgesi Kızıl Kule 1236 ‘da 1. Alaaddin Keykubad tarafından yaptırılıyor. Mimari olarak sekizgen bir yapısı var ve pişmiş kırmızı tuğladan yapıldığı için bu adı alıyor.
Kale, birçok hikâyeye sahip: Efsaneye göre kalenin kuzey doğusunda ‘adam atacağı’ denilen yerde tutsaklara denize üç taş atmaları söylenir. Herhangi birini ulaştırabilirlerse, serbest kalacakları vaat edilirmiş. Aksi durumda çuvala konur ve kale duvarlarından atılırlarmış. Günümüzde bu olay ‘dilek taşı atma geleneği’ olarak sürdürülüyor, sizde muhakkak deneyin derim. Kim bilir belki de bu çaba ile efsanevi bir başarı sağlarsınız…

Alanya Kalesinin halk arasında az bilinen ilginç bir öyküsü daha var. Hikayeye göre; Alaaddin Keykubad kaleyi savaşmadan ele geçiriyor. Kale Bizanslılar tarafından çok iyi korunuyor, asker ve mühimmat bakımından da çok güçlü durumdalar. Peki, bu durumda nasıl oluyor da kale savaşmadan ele geçiriliyor?

I. Alaaddin Keykubad kale çevresinde dolanırken yakınlarda başıboş dolanan binlerce keçi görür. Askerlere emir verir ve hepsini toplatır. Bir gece vakti hepsinin boynuzuna meşale bağlatarak denizden kaleye doğru yüzdürmeye başlanır. Durumu gören kale komutanı ‘Türkler denizden bile on binlerce asker ile saldırıyor, karadan saldırıya geçmeden kaleyi boşaltmalıyız’ diyerek korku ile kaleyi teslim ediyor. Kulaktan kulağa yayılan bu hikaye ile çevredeki keçiler de uzun zaman kutsal sayılarak avlanmıyor.

İKİ DENİZİN SULTANI
Buraların sessiz bir ruhu var sanki. Bazı zamanlar kendinizi korunaklı bir koyda hissediyorsunuz. Hele ki yazın cıvıltısından sonra mevsim biraz kışa yaklaşıyorsa, iyiden iyiye kendini içe kapatıyor Alanya. Bu belki, Antalya havalimanına uzaklığından ya da geçmişte doğusundaki ulaşım zorluğundan kaynaklıydı ama bana da hissettirdiği hep buydu. İşte yine böyle bir dönemdi. Kendimizi içeriye kilitlemeden, Selçuklunun Akdeniz kıyılarındaki varlığımızı temsil eden, belki de ilk eseri tersaneyi görmek için limana doğru uzanan eğime bıraktım kendimi.

Alanya Tersanesi, Selçukluların Akdeniz ’deki ilk tersanesi. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad’ın kenti almasından bir süre sonra Kızılkule’nin yakınında 1227 ’de yapımına başlanmış ve bir yılda bitirilmiş bir eser. Kemerli beş gözden oluşan tersanenin denize bakan cephesi 56.5 metre, derinliği 44 metre. Tersane için seçilen yer, gün ışığından en fazla yararlanılacak şekilde planlanmış. Giriş kapısındaki yazıt, Sultan Keykubad’ın armasını taşıyor ve rozetlerle süslü. Daha önce Karadeniz’de Sinop Tersanesi’ni yaptıran Alaaddin Keykubat, Alanya Tersanesi ile ‘iki denizin sultanı’ unvanını almış. Tersanenin bir yanında mescit, öteki yanında muhafız odası bulunuyor. Gözlerden birinde de zaman içinde körlenmiş bir kuyu var. Denizden teknelerle ya da Kızılkule’nin yanındaki surlardan yürüyerek ulaşılan Tersane’ye giriş ücretsiz.

250.000 LİRA
Az önce aradığım iskemleye ulaşıyorum sonunda ve limana karşı bir duvara yaslanmış, çayımla demleniyorum. Duvarda küçük bir çerçeve, çerçevenin yalnızlığından belli ki; esnafın siftah parası ama sanki yıllardır oradaymış gibi duruyor. Uzanabilsem tozunu alıp incelemeye meyilliyim…
Seslendim ocakbaşına, “Abiciğim çok zaman önce radyo yarışmasında sordular 250.000 liranın arkasında ne resmi var? diye. Cevaplandıramadım. Sonra gittim buldum, hemen çerçevelettim…”

Sordum, ‘Ne varmış?’ diyerek. Mahcup bir gülümseme ile “Ah be abiciğim, neredeyse on yıldır her gün gördüğüm Alanya Kalesi…”

Kulenin utangaç kızılllığı ve ocakçının mahcubiyeti ile güzel bir değerin tozunu aldık beraberce…

KÖPRÜ İMAR EDEN MİMAR
Sabah gazetesi editörlerinden Aslı Örnek ‘in Burhan Öçal ile bir röportajı aklıma geliyor. Burhan Öçal’a yurt dışındaki çevresi ‘Kültürler arası köprü imar eden bir mimar’ diyorlarmış. Çok beğendim… Yalnızca geçmiş ve gelecek arasında köprüler olmamalı, güncel yaşam alanlarımızdan günümüz geniş coğrafyalarına kadar her alanda elimizden geldiğince köprüler kurmalıyız, vadilerin derinliğine bakmaksızın. Ve bunun için hikayelerimizi, öykülerimizi, efsanelerimizi kullanalım… Elbette hepimizin bir hikayesi vardır. İnsanlara hikayeler anlatalım, ki bazen sadece bilgi aktarımında bulunmak yeterince akılda kalıcı olmayabilir. İnsanlara hikayelerimizi anlatarak zihinlerinde yer edinelim, köprülerimiz sağlam olsun…

Belki de hikayelere önem vermem; kış mevsiminde pencereden karlar altındaki yolları izlerken babaannemin hikayeleri ile zihnimizi, sobanın üzerinde kızaran ekmeğin kokusu ile karnımızı doyurmuş olduğumuz zamanlara özlemimdendir.
Sona gelirken Alanya Gazipaşa Havalimanı zamanla ihtiyacı olan ilgiyi görmeye başladı. Bölgeye sağladığı katkı şüphesiz. Emeği geçenlere teşekkürler.


SON HABERLER

İlgili Haberler

Exit mobile version