SON TV

Ahit Sandığı

Gözümüzden kaçan benzer örnekler varsa iletin yazalım, bilinsin, bilinmeli, okunmalı. Fakat son zamanlarda raflara çıkan Sultan Polat’ın “Evliya Çelebi ve Ahit Sandığı” kitabı ayrı bir güzellikte… Evet, dönem filmlerine, efsanelere, hikayelere hayranım bu ayrı bir konu. Ama uzun zamandır üzerinde durduğumuz ‘Duygusal etkilere bağlı pazarlama ve bunun turizm üzerine etkileri’ konusuna daha da yoğunlaşmışken karşıma çıkması ve üzerine yeni vizyona giren Hz. Musa’nın İsrailoğulları’nı kölelikten kurtarma hikayesini anlatan Exodus: Tanrılar ve Krallar filminin denk gelmesi zihnimde yeni patlamalara sebep oluyor. Zira biraz kızgınlıkla beraber hüzünleniyorum ama sükunetle yerli mallarının çoğalmasını sevinçle takip ediyor ve hep destekliyorum.

Kızıyorum; elimizde daha nice duygusal etki yaratacak hikaye varken hala çok az örnek var.
Hüzünleniyorum; bu az örnekler pozitif etki barındırmasına rağmen hala yeterince değer görmüyor.
Seviniyorum; onlarca aksaklığa rağmen kimse yılmıyor hala üretmeye devam ediyor.
İşte en güzel kısmı da bu; hala üretmeye devam edebilmek. Bu yüzden pozitif etki yaratacak her çalışmanın arkasında durabilmeliyiz.

BİLGİ… YALNIZCA BİLGİ… BİZİ DOĞRUYA TAŞIR…
‘Sürekli üretmek, sürekli kurgulamak bilgi kirliliği değil mi?’ diye sordu bir arkadaşım. ‘Hayır, elbette marjinal fayda ile birlikte verimlilik dengesi korunmalı ama sürekli marjinal fayda peşinde koşarken gözden kaçan veya kaçabilecek olan ve az da olsa faydalanabilir değerleri yitirmiş olma ihtimalimiz hiç mi yok’ dedim. Kısaca sağlam erikleri yemek için öncelik tanıdığımız zaman sürecinde az da olsa yenilebilir eriklerin çöpe gitmesine neden izin verelim.
Sürekli açıklamaya çalıştığım ve bizim en büyük kaybımız olarak gördüğüm durum; ‘Olması gerekenleri düşünürken hep olanları kaçırdığımızdır’. Planlama süreçlerimiz ya çok uzun sürüyor ya da uygulamada yaşanılan teorik eksiklikler bizi hep yolda bırakıyor.

Kafamızda canlanan sorunlara yine Sultan Polat’ın SABAH ve AKŞAM gazetelerinde yayınlanmış röpotajından altıntı ile farklı bir boyut daha kazandırmak istiyorum.

Soru: Kurgu ve gerçeklik arasındaki dengeyi sağlama konusunda zorluk yaşadınız mı?
Cevap: Aslında böyle bir denge kurmaya hiç çalışmadım. Gerçeklik dediğimiz şeyin de bir kurgu olduğunu düşünüyorum. Gerçeklik, zamana ve mekâna bağlı olarak sürekli değişir. Sürekli yeniden üretilir. Bir algıdan ibarettir. 17. yüzyılın gerçekliğiyle 20. yüzyılın gerçekliği bir olabilir mi? Sandık konusunda İsrail’in algısıyla bizimki bir mi?

Soru: Okuyucuların kurgu bölümleri gerçek ile karıştırması endişeniz var mı?
Cevap: Kitapta da göreceksiniz, siyonistler, Mescid-i Aksa’nın altında Ahit Sandığı’nı arıyor. Önce Tapınakçılar, sonra İsrail. Ama biz hala camiye nasıl girdikleriyle uğraşıyoruz. Kurgu ile gerçek zaten birbiriyle karışmış durumda. Bilgi, yalnızca bilgi, bu ayıklamayı sağlayabilir.

Bir tarihi eserin altında böylesi tüneller kazılır mı hiç! Yasaklandı üstelik. Ama kimin umurunda? Köstebek yuvasına dönmüş durumda ve neredeyse çökecek.

Mesela bugün çıkın sokağa, Mescid-i Aksa’yı sorun. Herkes size altın rengi bir kubbe tarif eder. Televizyonlarda yıllarca Mescid-i Aksa haberleri, Kubbet-üs Sahra’nın görüntüleriyle verildi. Tam bir algı yönetimi. Kesinlikle çok başarılı. Ve bir o kadar da tehlikeli.

11 yıl önce, Miniaturk’ü yeni açmıştık. O kadar çok kişi gelip ‘Yanlış yazmışsınız, isimler karışmış’ dedi ki… Yarın İsrail Mescid-i Aksa’yı yerle bir edip, sonra Kubbet-üs Sahra’nın yeni görüntülerini yayınlasa, herkes yıkılmadığına inanacak.
Bu oyunlara gelmemek için, kendi kültür coğrafyamızı tanımak, bilmek gerektiğini düşünüyorum.

‘İŞTE BU!’ DEDİM
Kitabın sayfalarında gezinmişliğin verdiği etki ile birlikte röpotajı okurken yeni aydınlanmalar yaşadım. Kendi düşüncelerimi destekleyen cevaplara denk geldiğim için değil; kıstaslarla beraber sorunlara değinen ve açık cevaplar gördüğüm için. Bilgi üretim sağlar, üreterek gelişiriz. Gelişim sağlandıkça yeni ufuklar ve değerler ediniriz. Yeni açılımlar ve değerler bize doğruyu bulma yolunda ışık tutar.
Fawer’in ‘Empati’ isimli kitabının giriş kısmında Amerikalı şair/yazar Maya Angelou’ya atıf yaparak aktardığı gibi ‘İnsanlar, onlara söylenenleri veya yapılanları unutabilirken, hissettiklerini ise hep hatırlamaktadırlar’. Bu satırlar duygusal pazarlama üzerine çalışmaları olan öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Özlem Güzel’in ‘Duyu Tabanlı Pozitif Yüklü Duygu ve Hislerin Satın Alma Sonrası Eğilimlere Etkisi: Alman Turistler Üzerinde Bir Araştırma’ makalesinden.

YERLİ MALI
Bu haftanın yazısını kaleme almak üzereyken aklımdaki başlık ‘Yerli Malı’ydı ama görsel medyanın etkisi ile yine duyusal ve duygusal algılara kaydım. İlkokul zamanlarımızın en canlı hatıralarıdır hep yerli malı haftaları. Şimdilerde durum nedir, ne yapılmalıdır bilemiyorum ama değinmek istediğim konu şudur; dünyanın herhangi bir uzak ülkesinin televizyonlarında yerli malı herhangi bir dizi görürsek eğer buna kendimizce sitem etme hakkımızı saklı tutarak, yerli malına denk gelmiş olmanın haklı gururunu yaşayalım. Buradaki emeği yermektense enerjimizi doğru bilgiye ulaşmakta harcayalım. Eksiği varsa tamamlamaya, yanlışı varsa doğruya ulaşmaya/ulaştırmaya çalışalım.
Ne kadar çok içerik üretebilirsek, o kadar çok söz sahibi olma hakkına sahip olabiliriz. Ne kadar çok söz sahibi olabilirsek, o kadar çok etkinliğimiz ve tanıtım üstünlüğümüzü olur.
Duygularımıza hitap eden, bizi içine alan, kapsayan içerikler ortaya koymaya devam.
Önümüzdeki günlerde içerik üretebilmeye, noel babaya ve sağlık turizmine değineceğiz.

YAZARIN SON YAZILARI
Ne kadar açık? - 22 Ocak 2015
Deneyim tasarımı - 22 Aralık 2014
Para peşin - 18 Aralık 2014
Ahit Sandığı - 15 Aralık 2014
Diyemiyom Diyemiyom - 1 Aralık 2014