SON TV

Almanya ve AB’nin mülteci paniği(2)

Bugün, Türkiye’nin misafir etmeye çalıştığı kayıtlı Suriyeli sayısı İçişleri Bakanlığı’nın açıklamasına göre 81 ilde 1 milyon 905 bin 984 kişidir.

Gayriresmî rakamlar ise 3 milyona yaklaşmaktadır.

10 ildeki 25 barınma merkezinde 280 bin kişi var.

Son 5 yılda dünyada açıklanan rakamlara göre 22 bin, bazı kaynaklara göre 25 bin kişinin AB’ye ulaşırken denizde boğulduğunu düşündüğümüzde Türkiye her türlü tedbiri almakta ve üzerine düşeni yapmaktadır.

BM Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerine göre Suriyeli sığınmacı nüfusunun yüzde 42’si Türkiye’de. 

Bu nedenle de Türkiye dünyanın en çok sığınmacı ağırlayan ülkesi konumunda.

Sığınmacılar hakkındaki veriler ise, Türkiye’nin omuzlarındaki yükün ağırlığını anlatıyor:

Türkiye’de doğan Suriyeli bebek sayısı 100 bin.

Ve nihayet Türkiye’nin sığınmacılar için bugüne kadar harcadığı para 7,5 milyar dolar civarındadır.

Türkiye’nin ardından Lübnan, 5 milyon nüfusuyla 1 milyonu aşkın Suriyeliyi barındırıyor.

Ürdün, Irak, Mısır ve diğer Kuzey Afrika ülkelerine de Suriyeliler dağılmış durumdadır.

Birleşmiş Milletler, 7 milyon 600 bin kişinin de Suriye içinde evlerini kaybettiğini tahmin ediyor.

Norveç Mülteci Konseyi Ürdün Sorumlusu Catherine Osborn’a göre Ürdün 4.5 milyon nüfusa sahip. Nüfusunun yüzde 10’undan fazlası Suriyeli mültecilerden oluşuyor. 

Ürdün’ün mültecilerin temel ihtiyaçlarını karşılamak için uluslararası desteğe ihtiyacı olduğunu aylardır dünyaya duyurmaya çalışıyor.

Ürdün’deki Suriyeli mültecilerin yüzde 86’sının barınaklarda kaldığını söyleyen Osborn “Ne başlarını sokabilecekleri bir çatıları ne de sofraya koyabilecekleri yiyecekleri var” dedi.

Açıkçası yaşanan bu trajedi karşısında Suriyelilerin tek ve son çaresi Batı’ya doğru göç ve kaçış.

Batı dünyası bu insanlara “mülteci” hakkını vermek zorundadır.

Bu yaşanan trajedi karşısında Batı adeta panik içerisinde kaldı.

Sınırlarına doğru ölüm teknelerinden akın akın yaklaşan sığınmacıların kararlılığı Batı dünyasını ciddi bir telaş ve düşünceye sevk etmektedir.

Yaşanan mevcut mülteci krizi; AB’ye üye ülkelere gelen göçmen ve mültecilerin hukuki statüsünü tanımlamış Dublin Düzenlemesi’nin artık yetersiz olduğunu göstermektedir.

İnsan hakları hukukuna bakarsak her insanın sığınma hakkı vardır.

Bir insan can korkusu, siyasi ve inançlarından ötürü kapınıza sığınma talebiyle gelmişse geri çeviremezsiniz.

Mülteciliğin tanımında bu var.

Lakin Avrupa, sığınma hakkını kapılarına dayanmış bu insanlara kullandırmadığı gibi, Türkiye başta olmak üzere Ürdün ve Lübnan’da bulunan Suriyeli sığınmacılara bulunduğu ülkelerde maddi yardım yaparak onları adeta zorunlu ikamete tabi tutuyor.

Yeter ki Batı’ya bulaşmasın mantığındalar. 

İnsan kaynağı lazım oldukça elekten geçirmek koşuluyla sığınmacılara kapılarını açmak istiyorlar.

1951 Cenevre Sözleşmesi mülteci hukuku düzenlemeleri açısından bir ilk sayılır. Bu sözleşme, 2. Dünya Savaşı’nda Avrupa’da meydana gelen mülteci sorununu çözmeye yönelik bir sözleşmeydi.

Cenevre Sözleşmesi’nin en önemli maddelerinden bir tanesi, kapınıza dayanmış topraklarınıza girmiş olan insanların üzerinde pasaport ya da kimlik olmaması halinde bu insanları asla geriye gönderemezsiniz.

Bugün Batı dünyası bir kez daha kendi ürettiği ve 3. dünya ülkelerine empoze etmeye çalıştığı insan hakları ve demokrasi kavramı üzerinden tarihi bir sınavla karşı karşıyadır.