SON TV

Yüksek Yargı’nın ‘Zirve Davası’ imtihanı!

Zirve dosyası üzerinde yeni Bir oyun mu tezgahlanıyor? SON TV sizler için özel olarak analiz etti... İşte tüm detaylarıyla yüksek yargının "zirve davası" imtihanı!

Yüksek Yargı’nın ‘Zirve Davası’ imtihanı!

Son günlerde Zirve Davası müdahil avukatlarından Erdal Doğan’ın tehdit edildiğine ilişkin iddialar kamuoyunun gündemine taşınmaya başladı. Her şeyden evvel –şayet kamuoyuna yansıyan bilgiler doğru ise- bahse konu tehdit ortalama zeka sahibi her birey tarafından kınanmalı ve telin edilmelidir. Bahse konu iddia doğru ise bu satırları kaleme alan bir birey olarak lanetlediğimi ve kınadığımı öncelikle altını çizerek belirtmem gerekir.

“İÇİNE FETÖ KAÇMAMIŞ GERÇEK…”

Dolayısıyla bu iddia sonuna kadar araştırılmalı ve içine FETÖ kaçmamış gerçek hukukçular ve kolluk tarafından soruşturulmalıdır. Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre CHP İstanbul Milletvekili Sayın Selina Doğan’ın eşi olduğu ileri sürülen Erdal Doğan’ın tehdit edilmesini kabul etmek hiçbir akıl izan ve insaf sahibinin kabullenmesi söz konusu bile olmamalıdır. Her ne kadar Zirve Davası avukatlarından Orhan Kemal Cengiz’in eşiyle birlikte yurtdışına çıkmaya çalışırken havaalanında FETÖ’den yakalanıp yurtdışı yasağı konmuş olduğu basına yansımış olsa da, yine Zirve Davası Avukatlarından Nalan Erkem’in Büyükada da yakalanıp içeri atılanlar arasında yer aldığı bilgileri basına yansımış olsa da bu konuda genelleme yapmanın bazen insanı hakikate götürmeyebileceği de söylenmelidir. Hukuk suçun şahsiliği prensibini esas alır. Ama her ne sebeple olursa olsun bir insanın ve aile bireylerinin tehdit edilmesi, yaşama hakkına kastetmeyi amaçlayan eylem ve söylemlerin kabul edilmesi mümkün değildir. Bu nedenle bahse konu iddianın ucu nereye çıkarsa çıksın sonuna kadar içine FETÖ kaçmamış yargıçlar ve kolluk tarafından araştırılmalı, soruşturulmalı ve failleri bulunup yargı önüne çıkartılmalıdır. Çünkü bahse konu iddianın ortaya atıldığı dönem oldukça enteresandır. Bir başka ifade ile yapıldığı iddia olunan tehdidin zamanlamasının seçimlerin hemen öncesine rastlaması ayrıca Zirve Dosyası’nın Yargıtay’da karar aşamasında bulunması, Zirve Cinayeti ile ilgili kuvvetle muhtemel ki FETÖ’nün soruşturulmasının zorunlu gözükmesi gibi hususlar hep birlikte değerlendirildiğinde ileri sürülen tehdit iddiasının hafife alınmasının mümkün olmadığı ortaya çıkmaktadır.

Öyleyse soru şudur? Roma hukukundan günümüze kadar nakledilerek gelen bir özdeyişe göre “Bundan kim yarar sağlar?” Hrant Dink ve Zirve Dosyaları, Deniz Uygar’ın 19 Şubat 2016 tarihli HSYK ifadesinin, bu dosyalar hakkında FETÖ manipülatörlerinin ve iliştirilmiş kalemşor ve söz ustalarının, yapmış olduğu dezenformatif ve manipülatif yazılı ve görsel faaliyetler bir bütün olarak değerlendirildiğinde bundan kim ya da kimlerin yarar sağlayacağına ilişkin bazı ipuçlarına ulaşmak mümkün olabilir. Zirve ve Hrant Dink dosyalarının derinlemesine soruşturulması en fazla FETÖ’yü rahatsız eder. Bu nedenle de adı geçen tehdit iddiasına ilişkin etkin soruşturma yapılmalıdır. Özellikle tehdit doğru ise bu kapsamda yapılacak olan soruşturma Zirve Davasına dair Yargıtay’ın verecek olduğu kararı etkilemeye yönelik olup olmadığının ortaya çıkartılması açısından da kamu vicdanını rahatlatacaktır. Her duruşma öncesi üst akıla iliştirilmiş FETÖ’nün mütareke basını ve ona angaje edilmiş kalemşor ve söz ustalarının her Zirve duruşmasından bir hafta on gün önce yaptıkları yönlendirici ve yargıyı baskı altında tutmayı amaçlayan yayımlarla ilmek ilmek dokunan kumpasın satır başlarını burada resmetmek konuyu daha anlaşılır hale getirecektir. Pekiyi neydi Zirve Dosyası? Bir başka ifadeyle Zirve kumpası nasıl kurulmuştu?

SEBEBİ İSE…

Bilindiği üzere 18 Nisan 2007 tarihinde Malatya’da menfur bir suikast işlendi ve olayın faili olduğu iddia olunan 5 kişi olay yerinde yakalanarak cezaevine kondular. Ancak yargılama süreci tam olarak 9 yıl 6 ay 20 gün sürdü. Sebebi ise sürekli suyun bulandırılması, yalan haberler ve sahte ihbar mektuplarıyla dosyanın manipüle edilip birilerini aklamak ve birilerini karalamak amaçlı ortaya konulan kara propagandalardı. Ne hikmetse bahse konu sahte ihbarlar savcı Şeref Gürkan (FETÖ’den ihraç ve halen cezaevinde), Zekeriya Öz (FETÖ’den firari) ve Taraf Gazetesi başta olmak üzere belirli mercilere yazılıyor ve eş zamanlı olarak FETÖ’nün mütareke basınında da yer alıyor ve propagandası yapılıyordu. Bu kara propaganda sürecinde FETÖ basını Gobels işlevi gördü. Zira cinayetten 2-3 ay sonra sahte ihbar mektupları üretilmeye başladı. İlk mektubun maktüllerden birilerinin ev adresine gönderildiğine ilişkin basında bilgiler yer almıştı. Gönderildiği iddia olunan adres ise Ali Osman Kahya’nın başında bulunduğu Malatya Emniyetinin yaptığı soruşturma dosyasında yer almış ve bu durum bazı müdahil vekilleri tarafından da eleştirilmişti. Bu adresi soruşturmayı yapanların dışında kim biliyordu araştırılması gereken bir husustur. Adı geçen mektubun faili de bulunmadı ya da bulunmak istenmedi. Hanefi Avcı’nın deyimiyle “İhbarı yapanlar muhbiri bulması gerekenler ise o muhbir asla bulunamaz.”

FETÖ’NÜN DE TAŞERONLUĞUNU YAPTIĞI ÜST AKLIN…

Takip eden süreçte FETÖ’nün basın yayın kuruluşları tarafından sürekli bahse konu sahte isimli imzasız ihbar mektupları haberleştirilerek yargı üzerinde baskı oluşturulup dava esas mecrasından çıkartılmaya çalışıldı. O dönemde Bianet’in yayınlarına da bakılırsa sıkça aynı ya da benzer konuları haberleştirdiği görülecektir. Mezkür dönemde 250. Madde ile görevli Savcı Şeref Gürken ve Savcı Ömer Tetik (Her ikisi de FETÖ’den ihraç edildi Şeref Gürkan halen cezaevinde ve yargılaması devam etmektedir) isimsiz ve imzasız sahte ihbar mektuplarında adı geçen şahısları çağırıp ifadelerini alıyor haklarında hiçbir somut delil olmamasına rağmen dosyaları açık tutuluyor o dosyalar bir türlü kapanmak bilmiyordu. Adeta bu dosyalar hakkında daha çok ihbar mektubunun geleceği biliniyormuş gibi davranılıyordu. Nitekim öyle de oldu çünkü bu süreci müteakiben yargılamanın gidişatına göre sürekli sahte ihbar mektupları üretildi ve eşzamanlı olarak da FETÖ gazeteleri ve TV’lerinde yargıyı sahte ihbar mektupları çerçevesinde yönlendirecek ve baskı altında tutacak yayımlar yapıldı. Böylece Mayıs 2007’den 2011 yılına kadar tam olarak 21 adet sahte ihbar mektupları üretildi. Bu ihbarı yapanlar dan hiçbirisi bulunamadı. Dilekçe kanununa aykırı olarak her birisine de işlem yapıldı. Bahse konu sahte ihbar mektupları, eşzamanlı olarak FETÖ’nün de taşeronluğunu yaptığı “Üst Aklın” taşeronu bazı kalemşorler, laf cambazları, eğilim güçlendirici unsurlar ve söz ustaları tarafından sosyalleştirilerek, toplumsal bilinçaltı da harekete geçirilip mütekamil bir asimetrik savaş yürütüldü. Bu şahıslar hakkında da etkin soruşturma yapıldığına ilişkin kamuoyuna yansımış herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.

İsmail Aksoy tarafından hazırlanan Zirve İddianamesi ve Zafer Hazar (her iki savcı da FETÖ’den ihraç edilmiş olup halen cezaevinde bulunmaktadırlar) tarafından hazırlanan intihallerle dolu mütalaaya göre hedef şahıslar, Türkiye’yi NATO’ya sokmaktan ve Bülent Ecevit’in iktidar olmasını engellemeye kadar, 1993 yılında işlenen cinayetler serisinden AK Partiye sözde darbe yapma hazırlığına kadar birçok muhayyel ithamlarla suçlanmış gözükmektedirler. Kıbrıs’daki Türk Mukavemet Teşkilatından (TMK), Atatürkçülere, Ulusalcılara, Milliyetçilere ve İslamcılara kadar Türk Toplumunun tamamına yakın bir kesimi ile bütün anayasal kuruluşlar sözde terörle iltisaklı gösterilip hükümet ve devlet karşıtı gösterilme gayreti içerisine girilmiştir. Bütün bu kurumların sözde TUSHAD (Türkiye Ulusal Stratejik Harekat Dairesi) isimli muhayyel ve gerçekliği olmayan bir sözde örgüte üyeymiş gibi sunuldu. Bu sözde örgüte ilişkin sahte evraklar üretilerek kalpazanlığın en profesyoneli yapılmaya çalışıldı. Ancak sözde TUSHAD sahte belgelerinin üzerinde 2005 ve 2008 tarihleri bulunmasına rağmen o tarihlerde üretildiğine dair en küçük bir delil gösterilemedi. Nitekim ilerleyen süreçte adı geçen sahte belgelerin İlker Çınar’ın mail adresinden çıktığına dair dönemin Malatya Emniyet Müdürlüğü TEM şube müdürünün imzasının bulunduğu yazılarla dosyaya sunuldu. Ancak tarihler 2012 yılını gösteriyordu.

“İVEDİ BİR ŞEKİLDE YAPILMALI”

Sözde belgelerin kim tarafından hangi tarihte gönderildiğinin anlaşılmaması için adı geçen mail adresi kapatıldı ve delil karartıldı. Kalpazanlık yöntemleriyle üretilen sahte belgelere bir bütün olarak bakıldığında devletin bütün özel ve tüzel kurumlarının FETÖ casuslarının eliyle fişlendiğinin ipuçlarını vermektedir. Zira MİT, Üniversiteler, TSK, Emniyet Genel Müdürlüğü, İstihbarat Daire Başkanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, Müftülükler, Yerel Yönetimler, Basın Yayın Organları, Siyasi Partiler ve STK’lar … başta olmak üzere hepsi büyük bir profesyonellikle adı geçen sahte belgelere ilgili kurumlardaki sözde TUSHAD’çılar koduyla sözde “EKLER” kısmında yazılı olduğu hususları belirtilmiştir. Bu fabrikasyon sahte belgeler devletin bütün katmanlarına yönelik FETÖ’nün yapmış olduğu fişlemenin bir göstergesidir. Buna rağmen FETÖ’nün YÖK imamı, MİT imamı, Emniyet İmamı, Basın imamı, TSK imamı, Diyanet imamı, yerel yönetimler imamı, STK imamı ile Zirve dosyası arasındaki ilişkiyi araştıran soruşturmalar ivedi bir şekilde yapılmalıdır.

İsmail Aksoy’un hazırladığı iddianamede bu eklerden bahsedilmesine karşın sözde “EKLER” dosyada mevcut değildi. Çünkü FETÖ amaçlarına ulaşabilseydi bu eklerin devletin özel ve tüzel kurumlarındaki FETÖ karşıtı insanlar olduğu anlaşılacak ve onlar da sözde muhayyel örgüt TUSHAD’çı olduğu gerekçesiyle ve iftirasıyla toplanacak ve adeta bir toplama kampı oluşturulacaktı. Böylece de sözde Ergenekon operasyonları çağlayan adliyesinden Malatya adliyesine taşınacaktı. Ne var ki FETÖ 17-25 Aralık’ta milli iradeye toslayınca “İlker Çınar ekleri bulamamış” yalanına sarıldılar. Oysa bu “eklerin İsmail Aksoy’a teslim edildiği İlker Çınar tarafından sözde beyan edilmiş” ve bunlara dayanılarak iddianame hazırlanmıştı. Bu konuya ilişkin de etkin bir soruşturma yapılıp yapılmadığına dair herhangi bir bilgi kamuoyuna yansımamıştır.
Kozmik odadan ele geçirildiği iddiasıyla Türkiye’nin “Sefer Görev” emri yazılan insanların isimleri il il dosyaya eklenmiş ve adeta FETÖ aracılığıyla “Türkiye işgal edildikten sonra kimlerin devlet adına nerede ve ne iş yapacağı” gibi hususların tedbiri alınmış ve bu isimler Zirve dosyasına monte edilerek arka plandaki üst akla mesaj gönderilmiş kelimenin tam anlamıyla kusursuz bir işgal öncesi hazırlık yapılmıştı. Ancak bu necip milletin 15 Temmuz’da yazmış olduğu tarihi destanla Üst Akıl ve onun taşeronu olan FETÖ’nün bu hevesleri de kursaklarında kalmıştı. Kozmik Odaya yapılan bu operasyonun arkaplanına ilişkin olan kumpas ve tezgahlar hakkında etkin bir soruşturma yapıldığına dair de kamuoyuna yansıyan herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.

Bahse konu Zirve operasyonunda görev alan aktörlerin hemen hemen tamamının bugün FETÖ’den içeride olduğu gerçeği dikkate alındığında adı geçen iddianame ve mütalaayı ters okuma mecburiyeti hasıl olmaktadır. Yani sanıklar tanık tanıklar sanık yapılarak süreç yeniden başlatılmalıdır. Çünkü hedef seçtiği insanları kendi yaptıklarıyla itham etmek bir FETÖ klasiğidir. Bu nedenle İsmail Aksoy’un hazırladığı iddianameyi ve Zafer Hazar’ın hazırlamış olduğu intihal yüklü mütalaayı ters okumak sanıkları tanık tanıkları sanık yapmak ve maddi gerçeğin ortaya çıkmasının sağlanması için en kestirme yoldur. Aksi halde askeri sanık teröristi tanık, ilahiyatçıları sanık papazları tanık yapan iradenin uluslar arası korelasyonuna ulaşmak ve bu odakların bundan sonraki hamlelerine karşı tedbir almak da mümkün değildir. Çünkü Zirve Dosyasının 15 Temmuz kanlı darbe girişiminin yol haritası niteliğinde olduğunun anlaşılması mümkün değildir.

ZEKERİYA ÖZ’ÜN TALİMATIYLA…

Üst Akıl ve taşeronları eliyle yürütülen gri ve kara propagandalar aracılığıyla Türkiye’de birçok masum insanın şeytanlaştırılması sağlandı. Buna bağlı olarak 17 Mart 2011 ve 30 Mart 2011 tarihlerinde Zekeriya Öz’ün talimatıyla dönemin İstanbul TEM Müdürü Yurt Atayün ve ekibi tarafından Malatya ve Mersin İl Jandarma Komutanlıklarına baskınlar yapılıp her iki alay komutanlığının başta istihbarat müdürlükleri olmak üzere bütün birimlerinde aramalar yapılıp ilgili ilgisiz birçok bilgi, belge ve dijital malzemelere el konulnuş bütün yardımcı istihbarat elemanlarının isimleri de deşifre edilerek terör örgütlerinin ve illegal grupların açık hedefi haline getirilmiştir. Bu konuya ilişkin olarak da etkin bir soruşturma yapılıp yapılmadığına ve sonuçlarının açık seçik açıklandığına dair kamuoyuna yansımış herhangi bir bilgi mevcut değildir.

Bütün bu şeytani planlarla örülmüş operasyonlarla Trabzon-Malatya ve Mersin üzerinden adı konmamış bir hat çizilmişti sanki. Bu çizgi küresel derin güçlerin XVII. yüzyıldan beri ilmek ilmek dokumayı arzu ettikleri derin bir parselasyon planının bir yansıması olabilir miydi acaba? Bu konuda da devlet aklının önemli bir araştırma yapması gerekir. Bahse konu çizgiyi ifade eden operasyondan bir hafta sonrasında ise birçok İlahiyat Fakültesine baskınlar yapılarak başta Dinler Tarihi Anabilim Dalı hocaları olmak üzere birçok İlahiyatçı Bilim adamının ev ve işyerleri arandı, misyonerlik ve dinlerarası diyalog ile ilgili bütün fiziki ve dijital malzemelerine el konulmuştu. Bu stratejik planın arka planındaki stratejik akıl ile ilgili ekin bir soruşturma yapılıp yapılmadığına dair kamuoyuna yansıyan herhangi bir bilgi ve bulgu bulunmamaktadır.

Ev ve işyerlerine baskınlar yapılarak itibarsızlaştırılan İlahiyatçı bilim adamlarının ortak özellikleri Dinler arası diyalog konusunda -adil Türk Yargısının terörist başı olarak ilan ettiği- Fetullah Gülen gibi düşünmemeleriydi. Bir başka ortak taraflarıysa, 2007 veya 2008 yılında ev ve işyerlerine baskınlar yapılarak itibarsızlaştırılan İlahiyatçıların birçoğu sahte isimli ve imzasız ihbar mektubunda CIA’nın ölüm listesinde olduğunun iddia edilmesiydi. Zira 2008 yılında CIA’nın ölüm listesinde olduğu iddia olunan bilim insanları ve bürokratlarla daha sonraki süreçlerde evlerine ve işyerlerine operasyonlar yapılarak itibar suikastına tabi tutulanlar aynı kişilerdi. Her halde bu da tesadüftür. Bu konuda ciddi bir soruşturma yapılmadı en azından bahse konu iddialarla ilgili kamuoyunu tatmin edecek dişe dokunur bir açıklama yapılmadı. İzmir’de bir dosya açıldığına ilişkin basına bazı bilgiler yansımış olsa da nihayetinde dosyanın kapatıldığına ilişkin de bilgiler çıkmıştı. İşte böylece karanlık bir el Türkiye’de fena halde bir oyun kurmaya çalışıyor ve FETÖ aracılığıyla üst akıl angajmanlı basın yayın kuruluşları, kalemşorler ve söz ustaları da halkın bazı korkularını kaşıyarak toplum mühendisliği yapıyor böylece de halkın devlete ve devlet kurumlarına güvenini sarsarak kaos ortamı yaratmaya ve 15 Temmuz’da planladıkları işgal garantili kanlı darbeye zemin hazırlamaya çalışıyorlardı. Bütün bu hain ve sinsi süreçlerin Zirve kumpasıyla ilişkisine dair de etkili bir soruşturma yapıldığına dair kamuoyuna yansımış tatminkar bir bilgi de bulunmamaktadır.

2010 yılı Ekim ayından itibaren Deniz Uygar kod adıyla bir gizli tanık peydahlandı. Tehdit edildi. Bu şahıs 2005 yılından itibaren sürekli tehdit ediliyorum diyerek basın açıklamaları yapmış ve suç duyurularında bulunmuş ise de bütün kapılar suratına kapanmış nihayetinde ellerine düştüğü şebekenin yalan beyanlarını adeta kendi fikriymiş veya sözde tanık olduğu hususlarmış gibi büyük bir iştiyakla sözde ifadeye dönüştürmesi sağlanmıştır. Bu şahısta korku, dehşet ve anksiyetik dağılmışlıkla yalan bellek veya çarpık bellek oluşturulmuş ve nihayetinde Deniz Uygar kod adıyla birden sözde devletin önemli bir kurumu olan TSK’nın istihbarat elemanı olarak ilan edilmiş Adem Yavuz Arslan tarafından da tam hedef haline getirilerek her söyleneni yapacak kıvama getirilmiştir. Zekeriya Öz’e ve dönemin Başbakanı olan Sn Cumhurbaşkanına hitaben sözde ihbarlar yapması sağlanmıştır. Bu ihbarlar gerekçe yapılarak geniş kapsamlı bir “Cadı Avı” başlatılmıştır. Dosyanın bu boyutu ile ilgili olarak da etkili bir soruşturma yapıldığına dair herhangi bir bilgi de kamuoyuna açıklanmamıştır.

BİRBİRİYLE ÇELİŞKİLİ İFADELER

Bu süreçte Deniz Uygar’ın zaman-mekan ve içerik olarak birbiriyle çelişen sekiz defa ifadesi alınmış o güne kadar mahkemedeki asli faillere ilişkin çarpıtılmış beyanlar, yazılan sahte ihbarlar, müdahil vekillerinin taleplerini karşılayacak bir içerikte kompoze edilerek Deniz Uygar’a sözde itirafname gerçekte iftiraname olarak okutulmuştur. İlerleyen süreçte Deniz Uygar koduyla sahneye sürülen şahsın 20’den fazla zaman-mekan ve içerik olarak birbiriyle çelişkili ifadesi alınmıştır. Nihayetinde Deniz Uygar kod adıyla piyasaya sürülen şahsın, 20 yıl misyonerlik yapmış ve adı tarihi eser kaçakçılığı yapan misyonerle anılmış olan İlker Çınar’dan başkası olmadığı anlaşılmış, bu şahıs da 19 Şubat 2016 tarihinde HSYK’ya bizzat giderek “kendisini Zekeriya Öz, Yurt Atayün ve Ali Fuat Yılmazer ekibinin İstanbul Halkalı’da her odası kamera ile döşeli bir eve bir ay süreyle kapattıklarını, ifadeleri ezberlettiklerini istedikleri davalara tanık olarak götürdüklerini, bundan amacın ise Zirve Cinayetindeki FETÖ izini silmek ve bu cinayeti Ergenekon dosyasına bağlamak olduğu….” mealinde ifade vermek suretiyle kendisi aracılığıyla 20 Ekim 2010 tarihinde yalancıların yaktığı mumu yine kendi beyanlarıyla söndürmüştür. Ancak bu konuya ilişkin de etkin bir soruşturma yapıldığı henüz duyulmamıştır.

Özellikle Türkiye’ye karşı gayri Müslimler üzerinden yürütülen bu operasyonlar için 2006 ve 2007 yılları seçilmişti. Trabzon’da 2006’da Rahip Santoro, 2007’de İstanbul’da Hrant Dink ve Malatya’da Protestan üç tane misyoner menfur bir şekilde işlenen cinayetlerle hayatlarını kaybettiler. Tesadüfe bakın ki, Santoro (Katolik) katledildiğinde Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek; Dink (Ortodoks-Ermeni)’in katledilmesinde de yine Ramazan Akyürek İstihbarat Daire Başkanı ve ihmali olduğuna ilişkin halen yargılaması devam etmektedir. Malatya’da üç misyonerin cinayete kurban gittiği tarihte de Malatya İl Emniyet Müdürü Ali Osman Kahya idi. Bu şahısların tamamının FETÖ’den tutuklu olduğunun altı çizilmelidir. Bu şahısların ismi Zübeyir Kındıra tarafından yıllar önce “Fetullah’ın Copları” isimli kitapta deşifre edilmişlerdi. Herhalde bu menfur cinayetlerin olduğu dönemde bu isimlerin kilit görevlerde olmaları da tesadüf olmalıydı. Şu anda gerek Ramazan Akyürek gerekse Ali Osman Kahya FETÖ üyesi olmaktan dolayı hem mesleklerinden ihraç edildiler hem de mezkür nedenlerden ötürü halen cezaevindedirler. Malatya’da üç misyonerin öldürüldüğü dava kamuoyuna “Zirve Yayınevi Davası” olarak yansıdı. Bu davanın dosyalarının da Ramazan Akyürek’in oluru ve Ali Fuat Yılmazer’in talebiyle Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı C Şube bünyesinde 2006 yılı Haziran ayında illegal olarak kurulan C-5 büroda hazırlandığı da bazı basın yayın organları aracılığıyla kamuoyuna yansımıştı. Nitekim bahse konu C-5 bürodan çıkan Yazıcıoğlu dosyası, Oda tv ve Zirve dosyalarına ilişkin belgeler Zirve davası sanıkları ve avukatlarının talebiyle dönemin Malatya ACM tarafından talep edilip Zirve dosyasına girmiştir. Bu konulara ilişkin Ali Osman Kahya, Ramazan Akyürek, Ali Fuat Yılmazer, Zekeriya Öz vb. şahıslarla ilgili olarak etkin bir soruşturma yapıldığı da kamuoyuna yansımamıştır.

Ayrıca bu suikastların Katolik, Ortodoks ve Protestan Hristiyanları hedef seçmesi tesadüf müydü? Yoksa bu üç Hristiyan mezhebinden kişilere suikastlar düzenlemek suretiyle Hristiyan dünyasıyla Türkiye’nin arasını açıp, hükümeti tasfiye edip yerine FETÖ’nün geçmesi sürecini hızlandırmak mıydı? Bir başka ifadeyle Katolik+Ortodoks+Protestan= Hristiyan dünyası. Yani nihai amaç Türk Hükümeti ile Hristiyan dünyasının arasını açıp Türk Hükümetini dünyada yalnızlaştırmak. Bu hususlarla ilgili de kamuoyunu tatmin edecek bir soruşturma sonucuna rastlanmamıştır.

Sahte isimli ve imzasız 22 adet sahte ihbar mektubunun sahte içeriğini, dönemin kumpas davaları Balyoz, Kafes, Ergenekon vb dava dosyası içeriklerinden alınan sahte malumatlar, müdahil vekillerinin talepleri, üst akıl angajmanlı ve FETÖ’nün mütareke basını ve kalemşorlerinin İlker Çınar’a sözde ifade yapılarak yaklaşık 2 yıl gibi bir süreçte karılan sözde beyanlara bağlı olarak 6 adet kitap yazıldı. Ne var ki birilerine kitap yapılacak ölçüde ve miktarda servis edilen dosya içeriği dönemin 250. Madde ile görevli halen FETÖ’den ihraç ve içerde bulunan Savcı İsmail Aksoy tarafından dosya ile müttehem olan sanıklara “soruşturmanın gizliliği gerekçe gösterilerek verilmeyip en kutsal savunma hakları ellerinden alınarak zulmedilmiştir. Buna rağmen o dönemde bahse konu dosya içeriğini, sözde gizli tanık Deniz Uygar’ın ifadelerini basına kimin servis ettiğine ilişkin kamuoyuna yansımış etkin bir soruşturmanın olup olmadığı bilinmemektedir. Yapılan yargısız infazların, insanların lekelenmeme haklarının ihlali, özgürlüklerinin çalınmasının müsebbiplerinden yargı önünde hesap sorulmamıştır.

KİM BUNLAR?
Bir başka ifade ile Zirve Dosyası ile ilgilenmiş olan FETÖ’nün İstanbul ve Malatya emniyet imamları kimdir? Basın İmamı kimdir? Adliye imamı kimdir? Jandarma İmamı Kimdir? Üniversite İmamı kimdi? Diyanet imamı kimdir? Dosyadaki şahıslar bu imamlar aracılığıyla tespit edilmiş ve sanıklara verilmeyen ifadeler ve dosya içeriği bu imamlar tarafından yapılan işbirliği ve yaptıkları servislerle kitaplaştırılmış olduğunu söylemek için kahin olmaya gerek yoktur. Yok eğer dosya içeriği bahse konu örgütün imamları aracılığıyla servis edilmemiş de kitap yazarları keşif ve kerametle rüyalarında görecek ölçüde keramet sahipleri ise böylesine sözde ermiş bir kesimin bahse konu cinayetleri rüyalarında görmemeleri ve ağabeyleri olan emniyet yetkililerine bildirmemiş olmaları çelişki değil midir? Bahse konu sözde imamlarla ilgili de kamuoyuna yansımış herhangi bir etkin soruşturma sonucuna rastlanılmamıştır.

Bu kapsamda Avukat Erdal Doğan’ın tehdit edilmesi iddiası, gerçekse tehdit olgusu olsa olsa bütün bu süreçlerle alakalı FETÖ’nün soruşturulmasının önüne geçmek amacıyla FETÖ’nün gizli hücrelerinin işi olabilir. Yargıtay’da verilecek Zirve Dosyası kararlarını etkileme amacı taşıma potansiyeli ve ihtimali büyüktür.

Sonuç olarak yargı makamları, özellikle tehdit ve şantajlarla Zirve ve Dink Davalarında FETÖ’nün yargılanmasının engellenmesine asla müsamaha göstermemelidir. Zira Zirve davası FETÖ’nün kumpas davalarının finalidir. Aynı zamanda da FETÖ’nün yumuşak karnıdır. FETÖ Zirve Davası aracılığıyla bu menfur cinayeti kullanarak Cumartesi annelerinden faili meçhullere, Merhum Uğur Mumcu suikastından Merhum Eşref Bitlis ve eski Cumhurbaşkanlarımızdan Merhum Özal’ın ölümüne kadar her şeyi sözde TUSHAD sözde örgütünün üzerinden devlete yıkmak suretiyle kendi meçhul ve kirli geçmişine ilişkin büyük bir dezenfektasyon operasyonuna girişti.

Bununla birlikte devlet içerisinden büyük bir gayri memnun üretme teşebbüsü ile birlikte darbelerden zarar görmüş insanların mağduriyetini kullanarak onların bilinçaltındaki korkuları kullanarak darbe paranoyalarını zinde tutarak hem halkı devlete karşı mobilize etti hem de kendi yapacağı darbeye ortam hazırlayıp zaman kazandı. Nitekim 15 Temmuz’a giden yollar bu şekilde iblisane yöntemlerle döşendi. “İdris suretindeki İblisleriyle” de sürekli hedef saptırıp kamufle oldu. FETÖ Türkiye’de gayri Müslimlere yönelik kışkırtıcı ve hedef gösteren en önemli yayınları yapan bir örgüttür. Zaman Gazetesi’nin 1988-1997 yıllarına ait sayıları kronolojik olarak incelendiği zaman burada söylenilenlerden fazlasına ulaşmak mümkündür. Buna rağmen Batı’da kendisini “hoşgörü, diyalog” havarisi olarak tanıtabilmiştir.

Zirve Dosyası mütekamilen soruşturulduğu zaman FETÖ’nün diğer yüzleriyle birlikte bu yüzü de ortaya çıkacaktır. İşte FETÖ bütün bunların ortaya çıkmasını ve bu alanlardaki kışkırtıcı yayımlarıyla uluslar arası bir mahkemede yargılanmasını sağlayacak bir soruşturmanın açılmasını istemiyecek ve de istememekte hatta onu engellemek için elinden gelen her şeyi yapacaktır. FETÖ’nün Zirve Dosyasında maddi gerçeğin ortaya çıkmasını engelleyici atraksiyonlarının en önemli nedeni kendisinin ulusal ve uluslararası ortamda çok yüzlü konumunun deşifre olacağı korkusudur. Yargıtay’ın Zirve kararı FETÖ için hayat memat meselesidir. Bütün kriptolarını burada seferber edecektir. Zira 1960 yılından bugüne tam 59 yıl devlet kadrolarına sızmış olan FETÖ’nün şu anda devlet içinde kriptolarının olmadığını düşünmek saflık olacaktır. Devlet teyakkuz halinde bulunması durumunda Zirve Dosyası aracılığıyla Yüksek Yargıya sızmış olan FETÖ kriptolarını da tespit edebilecektir. Bahse konu tespit sürecinde FETÖ’nün Guguk Kuşu gibi yavrularını başka kuşların himayesinde yetiştirme ve “renklendirme” yöntemiyle içinde bulunduğu kabın rengini alma özelliğinin bütün incelikleri dikkate alınmalıdır. “Kurt bulanığı sever” özdeyişinde olduğu gibi Zirve Dosyası seçim sürecinin gölgesinde FETÖ tarafından unutturulmamalıdır. FETÖ paniklemiştir. Bu panikle de şu anda başvuramayacağı hiçbir yöntem yoktur. Kamikaze eylemler bile yapabilir. FETÖ’nün uluslararası birçok gizli servisle irtibatlı olduğu gerçeği onun operasyonel gücünün göstergesi olarak değerlendirilmelidir. Çünkü FETÖ’nün ipliğini pazara çıkaracak bir çok done Zirve Dosyasında mevcuttur. Bu nedenle FETÖ Zirve Dosyası’ndaki şifrelerin çözülmemesi için elinden gelen her şeyi büyük bir iblislikle yapacaktır.

Basında yer aldığı kadarıyla Erdal Doğan’ın tehdit edildiğine dair bilgi dizgesiyle Hrant Dink’in öldürülmeden önceki “keşif çalışması” arasında benzerlikler görülmektedir. Dink Cinayetiyle FETÖ ilişkisi hakkında mahkemelerdeki bilgiler Erdal Doğan hakkındaki tehdit bilgileriyle birleştirilmeli ve soruşturma bu yönüyle de derinleştirilmelidir. Devlet, Zirve Kumpası (Dosyası) nedeniyle HSK tarafından yargılanmasına izin verilen 35 kişilik hakim ve savcının son durumlarının ne olduğuna bakmalı şayet halen görevde olanlar var ise şu anda nerede ve hangi görevlerde olduklarının etüdünün çok iyi yapılmasını sağlamalıdır. Her masum insanın haklarını korumak can ve mal güvenliğini sağlamak Devletin asli görevidir. Çünkü can mal ve yaşama hakları kazanılı bir hak değil verili bir haktır. Bu hakların korunması evrensel bir haktır. Son söz olarak Erdal Doğan ile ilgili olan iddia sonuna kadar en etkin bir şekilde içine FETÖ kaçmamış bir ekip tarafından soruşturulmalı ve bu şahıs çok ciddi olarak korunmalıdır. Ülkemizin seçimlere gittiği bu süreçte FETÖ hücreleri aktif hale getirilmiş olabilir. Amaç ise kuvvetle muhtemel ki, seçimleri etkilemek ve Yargıtay’ın Zirve kararını etkilemek, FETÖ ile Zirve Davası arasında ilişki olup olmadığının ve yukarıda belirtilen hususların araştırılıp soruşturulmasını perdelemek olabilir. Çünkü FETÖ’nün olduğu yerde gerçekleşen operasyonları Şeytan bile anlayamaz.