SON TV

Güvenlik ve Terör Uzmanı yazdı: Eğitim, kamu otoritesi sorumluluğu, kolluk ve krize müdahale meselesi!

Güvenlik ve Terör Uzmanı Osman Kaya SON.TV'ye eğitim, kamu otoritesi sorumluluğu, kolluk ve krize müdahale meselesi ile ilgili çok önemli bir analiz yaptı.

Güvenlik ve Terör Uzmanı yazdı: Eğitim, kamu otoritesi sorumluluğu, kolluk ve krize müdahale meselesi!

Güvenlik ve Terör Uzmanı Osman Kaya’dan SON.TV’ye eğitim, kamu otoritesi sorumluluğu, kolluk ve krize müdahale meselesi ile ilgili çok önemli bir analiz…

İŞTE O YAZI

Eğitim, sürekli değişen, gelişen; dinamik bir olgudur. Bu yüzden eğitim süreçlerine ilişkin ‘nihai nokta’ iddiasının gerçekçi ve geçerli karşılığı yoktur.

Eğitim; kişi, toplum ve devlet açısından en belirleyici temel faktörlerdendir. Bu yüzden eğitim politikaları ve süreçlerini başarıyla yönetenler, dün-bu gün ilişkisini sağlıklı kurgulayabilir ve geleceği güvenle inşa etme imkânına sahip olabilir.

Eğitim meselesi açısından önemli bir sıkıntı, sistem değişikliğinin sıklığı, değişimde dengenin yeterince gözetilmemesi ya da yapılanla yetinilmek istenmesidir. Bu yaklaşım/anlayış, eğitim meselesini daha da karmaşık ve zor hale getirmekle kalmamakta, enerji ve birikimlerin çoğunlukla boşa gitmesine neden olmaktadır.

Kolluk eğitiminde ise -düne göre- çok önemli gelişmeler sağlanmakla birlikte, beklenmeyen olaylara/krize taktik anlamda müdahale konusunda, kolluğun geneli açısından yeterli, standart bir eğitime/pratiğe erişildiğini ifade etmek mümkün değildir. Dolayısıyla bu husus, kolluk hizmetlerinin en önemli sorunlarından birisi olmaya devam etmektedir.

Bu mesele hakkında analiz, eleştiri ve öneri zaviyesinden bir tartışmanın gerekliliğine dair fikrimizi paylaşmayı planladığımız bir zamanda; 15 Şubat 2019 günü Uşak ili Banaz ilçesinde meydana gelen rehin alma olayına müdahale eden polis memuru kardeşimiz, ne yazık ki silahlı saldırgan tarafından vurularak şehit edildi. Polisimizi şehit eden silahlı saldırganın etkisiz hale getirildiği söz konusu rehine alma olayı, son dakika haberi olarak medyada yer buldu. Olayın içeriği ve gelişmeler konusunda, gerek insanların merakını giderecek bilgilerin verilmesi, gerekse olayı izlenir kılmak için rutinleşmiş bir yöntem olarak uzman görüşlerine başvuruldu.

En çok izlenen zaman aralığında, son dakika olarak verilen bu olay, birçok menfur saldırı olayını hatırlamamıza, şehitlerimizin yüreğimizdeki kadim acılarının yeniden depreşmesine neden oldu.

Güvenlik ve Terör Uzmanı Osman Kaya

Ayrıca,  yaklaşık on altı yıl önce meydana gelen ve her yönüyle epeyce tartışılan başka bir olayın zihnimizde canlanmasına da vesile oldu. Takip etmiş olanlar için unutulması pek mümkün olmayan trajik hadise, 10 Ekim 2002 tarihinde Adana’da meydana gelmişti. Psikopat bir koca, eşini, polislerin ve meraklı kalabalığın gözleri önünde,  elindeki bıçakla onlarca kere vurmak suretiyle yaralamış, bu pervasız ve kanlı saldırı onlarca dakika devam etmişti.

Sonraki tarihlerde de benzer olaylar meydana geldi ve ayrıca birçok terörist saldırı eylemi gerçekleşti. Bunlardan unutulması mümkün olmayan; 28 Kasım 2015 günü Diyarbakır’da etnik ayrılıkçı PKK terör örgütü mensuplarınca iki polisin şehit edilmesi, 28 Haziran 2016’da DEAŞ terör örgütü mensuplarınca Atatürk Havalimanı’na yönelik saldırı, 10 Aralık 2016 tarihinde İstanbul Beşiktaş’ta PKK/TAK terör örgütü tarafından gerçekleştirilen canlı bomba saldırıları, DEAŞ terör örgütünün 1 Ocak 2017 tarihinde bir eğlence mekânında gerçekleştirdiği katliam gibi birçok terörist saldırı eylemi meydana geldi. Bu terörist saldırıların kahredici neticeleri dolayısıyla öne çıkmasa da, olaylara müdahale konusu epey tartışıldı.

O tarihten bu güne, gerçekleşen her yeni olayda yeni yorumcular ve yeni yorumlar ortaya çıktı. Eleştirel yaklaşımlar çoğunlukla olumlu karşılandı.  Ne var ki bu tartışmalar; analiz, eleştiri ve öneriler konusunda beklentilere tam bir cevap olamadı.

Bir meseleye –kamu otoritesinin sorumluluğu ve kolluğun müdahale yöntemleri-  ilişkin analiz, eleştiri ve önerilerin somut olaylar ve olgulara dayanması olayın taraflarının ikna olması açısından hayati önem haizdir. Devlet-Birey akdinden kaynaklanan bu durum/sorumluluk, devlet/kamu otoritesi yönünden tartışmaya yer vermeyecek derecede de bağlayıcıdır. Zira bir hukuk devletinde, devlet/kamu otoritesi açısından “yetkili olmak” yetmez,  “ikna etmek ve etkin ikna mekanizmaları kurmak ” gibi bir sorumluluk da vardır.

İster terörist eylemler, isterse diğer saldırı olayları kapsamında olsun, dünyanın farklı yerlerinde olduğu gibi ülkemizde de farklı saikler ve motivasyonlarla eylemler/olaylar meydana gelmektedir. Ve her daim hesaba katılması, akılda tutulması gereken önemdedir. Dolayısıyla önlenemeyen olaylara doğru, süratli ve etkili bir müdahale ile kayıpların engellenmesi veya minimize edilmesi için, bu meselenin bütün yönleriyle ele alınması ve neticelendirilmesi gerekmektedir.

15 Şubat 2019’da Uşak, Banaz’da meydana gelen bir polisimizin şehadetine sebep olan üzücü olay, bu mecburiyeti daha da elzem ve acil hale getirmektedir.

Bu arada, “acil müdahale” konusunda İstanbul Emniyet Müdürü Sayın Mustafa Çalışkan’ın bizzat talimatıyla gerçekleştirilen yoğun eğitim çalışmalarının, hem önemli ve örnek bir çalışma olması, hem de tartışmaya açmak istediğimiz meseleyi desteklemesi nedeniyle heyecan ve takdirle karşılandığını ayrıca ifade etmemiz gerekir.

Devlet’in Kamu Düzenini Koruma, Yaşatma Sorumluluğu ve Kolluk

Devlet/Kamu Otoritesi, bir hadise vuku bulmadan önce ya da vuku bulduktan sonra peşinen hüküm kurarak öldürmek veya cezalandırmak için harekete geçmez.[1] Devletin temel sorumluluğu; yaşatmaktır. Türk-İslam Devlet Kültürü dili ile ifade edersek; “devletin görevi öldürmek değil, oldurmaktır.”  Devlet, genelde bütün insanların, özelde vatandaşlarının huzur, refah ve güven/güvenlik içerisinde hayatlarını sürdürmeleri, bireysel varlıklarını korumaları için gerekli olan tedbirleri alır. Bu tedbirler kapsamında yapılan bir müdahalede, kişinin ya da kişilerin vücut bütünlüğünün tamamen ortadan kalkması veya ızrarla sonuçlanması, devletin/kamu otoritesinin yaşatma/koruma sorumluluğundan kaynaklanır. Bir başka şekilde söylemek gerekirse; devlet bir olaya öldürme/zarar verme saikıyla müdahale etmez. Müdahalenin, saldırganların/teröristlerin ölümü ya da zarar görmesiyle sonuçlanması, devletin, saldırıya maruz kalanın vücut bütünlüğünü koruma/yaşatma sorumluluğunun tabi neticesidir. Mevcut önermemizin anlaşılır olması açısından bu konu; “örnek olay analizi” başlığı altında tekrar ele alınacaktır.

Yanlış Algı ve Sorunlar

Siyaset bilimciler, dünyevi sistemler içerisinde “meşru şiddet kullanma” yetkisine sahip (meşru) organın devlet olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Devlet ise kamu düzenini koruma ve yaşatma sorumluluğunun karşılığı olarak “meşru şiddet/zor kullanma” yetkisini “güvenlik güçleri/kolluk görevlileri” eliyle kullanır. Görevliler, yasal prosedürler ve sınırları dâhilinde, mesleki teknik/taktikleri uygulayarak ve gerekli/uygun donanımı kullanarak görevlerini ifa ederler. Devletin yaşatma sorumluluğunun karşılığı olarak, meşru şiddet/zor kullanma yetkisine haiz olan, kamu otoritesini temsil sıfatıyla inisiyatif kullananların profesyonellikleri, adanmışlıkları ve kurum alt kültürünün yerleşmiş teamülleri ise “yasal prosedürler ve sınırları” kavramının anlamlandırılmasında belirleyici olabilmektedir.

[1]Devlet’in/Kamu Otoritesi’nin sorumlulukları bağlamında ifade edilen temel prensiplerin/yaklaşımların yeni şeyler olmadığını ve ilk kez dile getirilmediğini peşinen söylememiz gerekir.

Bu bağlamda; bir olaya zamanında, doğru ve etkili müdahalede bulunulamaması, meselesinin mutlaka değerlendirilmesini/tartışılmasını zorunlu hale getirir. Bir meseleye ilişkin değerlendirme; analiz, eleştiri, öneri olgularını bir bütün olarak ele alarak yapılmalıdır. Cevaplarını bu bütünlük içerisinde vermelidir. Zira “mevcut olan ile olması gereken” arasındaki kıyas ile ortaya çıkan durum, doğru, gerçekçi ve uygulanabilir karşılıklarıyla ve bu olgular işe koşularak tevil edilebilir.

Analiz, eleştiri ve öneri olguları konusuna ilgisizliği ve yabancılaşmayı reddeden bir yaklaşım ise doğal olarak daha iyi yönetmeyi, verimi ve gelişmeyi, bilgi, düşünce, emek, değer üretme, karar verme, inisiyatif kullanma ve uygulama çabasını esas alır.

Bu meseleye ilişkin çabaların, meselenin tabiatından kaynaklanan muhtemel riskler ile karşı karşıya kalması kaçınılmazdır. Bu noktada, yani inisiyatif-risk ilişkisinde, çekince, korku ve yılgınlık üzerinden inşa edilen bir yerleşik kültürün/alışkanlığın ortaya çıkma ihtimali de mevcuttur. Bu muhtemel problem, tecrübe ve emekle geliştirilen beynelmilel standart sistemlerin ve uygulamaların ıskalanmasına da sebep olabilmektedir.

Bir başka önemli sorun, kamu görevlisinin bir krize/olaya müdahale etme konusundaki çekincelerine –yani karşılaştığı bir krize/olaya müdahale etme konusunda gönülsüz/pasif davranması ya da tamamen hareketsiz kalması-  gerekçe olarak gösterilen, riske girmeme/belaya bulaşmama iddiasıdır. Aslında, haklı, gerçekçi, hukuki ve etik olmayan bu iddia, kamu görevlisi açısından gerçek problemin/riskin kaynağını teşkil etmektedir.  Çünkü kamu görevlisinin bir suça, suçun devamına seyirci kalmasının hiçbir koşulda gerekçesi olmamalıdır. Bu bahiste tartışılması gereken: Yasalar yetersiz mi kalmaktadır? Yasal prosedürler, teknik/taktik bilgisi ve pratik/uygulama konusunda eğitim eksiklikleri mi vardır? Ve/veya görev/sorumluluk-yetki ilişkisine ilişkin algılar mı yanlıştır? Meselenin anlaşılması, kavranması ve çözülebilmesi, yukarıdaki sorulara verilecek doğru, makul, gerçekçi cevaplara bağlıdır.

Devlet/Kamu Otoritesi adına ‘yaşatma sorumluluğu’nu yüklenen kolluğun, bu sorumluluğu, kendisine verilen yetkiler dâhilinde yasalara uyarak, mesleki bilgi, teknik ve taktikleri uygulayarak, uygun donanım/araç-gereç kullanarak yerine getirildiği ifade edilmişti. O halde kolluğun bir olaya/krize müdahalesinde “mutlak zarar” göreceği yanlış algısının ve yaptığı işin soruşturmaya, “yargıya konu edileceği kaygısının” nedeni/kaynağı nedir?

Bu sorunun belirleyici karşılıklarından ilki; görevlinin, olanca gücüyle ve büyük bir fedakârlıkla yerine getirdiği görevinden dolayı, haksız yere soruşturma ve kovuşturmaya muhatap olduğu/olacağı genel kanaatidir. Bu meselenin, hem devlet-hukuk ilişkisinin, hem de hukukun “görevin yasalara uygun olarak yerine getirilmesinin cezalandırılamayacağı” genel prensibinin kavrama/ikna düzeyinde bilinmemesiyle ilgili olduğunu söylemek isabetsiz olmayacaktır.

Hâlbuki her görevlinin kavrama/ikna düzeyinde bilmesi gereken; hukuk devletinin, kurallar ve kurumlar rejimi olduğu gerçeğidir. Bu gerçek, devletin tüm organlarının –iş ve işlemlerinde- yargı denetimine tabi tutulması, şeffaf ve hesap verebilir olmasını da gerektirir. Hukuk devletinde, kişilerin hak ve özgürlükleri anayasa/yasalarla güvence altına alınmıştır. Kamu görevlilerinin haklarının güvence altında olmasının kaynağı da hukuk devletidir.

Kamu görevliliği statüsü,   –işe kabul edilme şartlarının bir gereği olarak- bütün bu olguların anlamını bilişsel düzeyde kavramayı gerektirir. Sorulması gereken soru: “Hayatın rutini içerisinde tesadüfü atılan doğru adımlar, durumu kavrayamama ve yanlış algı meselesini” ortadan kaldırılabilir mi?

Netice itibarıyla; devletin/kamu otoritesinin, bir krizi/olayı analiz, eleştiri, öneri olguları üzerinden değerlendirerek, sistemini beynelmilel kabullere uygun olarak, ihtiyaçlarına en üst seviyede cevap verebilecek şekilde kurgulamak, işler ve sürdürülebilir hale getirmek mecburiyetindedir. Böyle bir istidada sahip olmayan devlet/kamu otoritesi, kolaya ve cazip olana; inanç, cesaret, hesapsızca teslimiyet, fedakârlık ve feragata dayanan kahramanlıklara yaslanmak zorunda kalır.  Zaman içerisinde atalete hapsolması kuvvetle muhtemel olan bu tür bir yaklaşımın, ülkülerimizi/değerlerimizi ‘duygu çöpü’ haline getirmesi, devlet-millet arasındaki geleneksel güven duygusunu tahrif ve tahrip etmesi muhtemeldir.

Risk Analizi, Hazırlıklı olmak ve Krize/Olaya Müdahale

Risk, belirsizliğin hedefler üzerindeki etkisini ifade eder. Riskler, hem fırsatlar -olumlu, kazançlı yanları- hem de tehditler –olumsuzlukları, kayıp ihtimallerini- içerir/içerebilir. Risk analizi, içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehdit ve tehlikeleri, ihtimalleri öngörmek, sebeplerini, içeriğini ve boyutlarını değerlendirme/ortaya koyma, tehditlerin ortaya çıkmasını engelleme ve fırsatlara sahip olmak için gerekli tedbirleri belirleme süreçleridir. Kısaca risk analizi muhtemelin önünden gitme çabası olarak ifade edilebilir. Risk analizi inter-disipliner bir olgudur. Bu yüzden bütünü görmeyi gerektirir. Hayat kadar dinamiktir ve hayatın bütününü kapsar. Risk analizi bu hususiyeti dolayısıyla, kapsamlı ve meşakkatlidir. İnanmış, ikna olmuş, idrak kabiliyetine haiz, sabırlı, öngörüsü gelişmiş insana ihtiyaç duyar.

Krizler, tehditler, tehlikeler muhtemel ise hazırlıklı olmanın zorunluluğu tartışılmaz/tartışılmamalıdır. Sonuçlar açısından belirleyici olan hazırlıklı olmaktır. ‘Hazırlıklı Olmak’ kavramına ilişkin yapılacak bir değerlendirme, ‘olan-olmayan-olması gereken’ konusunda çok somut verilere sahip olmamızı sağlayacaktır. Bir başka ifadeyle, bu kavrama ilişkin iyi niyetli, gerekli, gerçekçi bir değerlendirme teori-pratik, amaç, araç, hedef –politika, strateji, taktik, alt yapı, eğitim, donanım, insan/görevli- ilişkisindeki temel sorunların tespiti ve çözümü için lüzumlu sorulara belirleyici cevaplar verecektir. Bu sebeplerle muhtemeli değerlendiren, müdahale için hazırlık yapacak/hazırlıklı olacaktır. Böylece ortaya çıkan bir krizin zarar vermesi ya tamamen engellenecek ya da en az zararla atlatılması sağlanmış olacaktır. Dolayısıyla revize edilebilir/yenilenebilir ve sürdürülebilir bir sistem de böylece yerleşik olarak inşa edilmiş olacaktır. Sonuçlar açısından belirleyici olan olaylardan ziyade olaylara karşı verilen tepkidir. Olağanüstü durumlara/gelişmelere karşı tepkisel/reaksiyonel cevaplar övgüye layık olsa da kısa vadelidir/anlıktır. Sorunların nedenlerine yönelik öneriler sun(a)maz ve kalıcı çözümler getiremez. Ayrıca, meseleleri orta ve uzun vadede çözümsüz bırakma ve mücadele süreçlerini sektör haline getirme ihtimali de yüksektir.

Olaya/Krize Müdahalenin Temel Prensipleri Sistem ve Standart Yaklaşımlar  

Niteliği ve kapsamı ne olursa olsun -terör örgütü, organize suç örgütü veya amok- saldırı eylemlerinin tamamının daha hazırlık/plan aşamasında durdurulması, saldırganların/teröristlerin etkisiz hale getirilmesi –henüz- mümkün olamamaktadır.  Suçla mücadele konusunda alınan ciddi/güçlü önlemlerin pek çok saldırı girişiminde caydırıcı rolü olduğu bilinmektedir. Ancak güvenlik önlemleri ne kadar güçlü olursa olsun saldırganları/teröristleri harekete geçmekten alıkoymadığı eylemler meydana gelmiştir. İntihar saldırısı eylemleri bu tür saldırılar için çarpıcı örnektir. Ayrıca caydırma ve müdahale konusunda zayıf olan sistemler de saldırganların harekete geçmelerini kolaylaştırmaktadır.

‘Yüzde yüz güvenlik yoktur’ mottosu, suçun olgusal niteliği ile ilgilidir. Suçun ‘sosyal bir olgu’ olarak tanımlanması ve bu olgunun tüm paydaşlarca kabulü, suçla mücadele politikalarındaki meşruiyet ve kamu vicdanı açısından son derece önemlidir. Zira suç olgusuna ilişkin parametreler çok ve çeşitlidir. Mevcut haliyle dünyada, suç kavramına ilişkin nedenlerin bütünü yok edebilecek, suçlunun harekete/eyleme geçmesini tamamen engelleyebilecek bir sistemin var olabilmesi mümkün görünmemekte, proaktif yaklaşımların hiç biri, saldırının/eylemin gerçekleşmesini önlemede tamamen başarılı olamamaktadır. Bu gerçek dolayısıyla olası saldırılar/eylemler açısından belirleyici olan etkili ve süratli bir müdahale için hazırlıklı olmaktır.

Saldırı eylemi daha hazırlık aşamasında –istihbarat, ihbar vs.- engellenememiş ise, saldırgan,  istediği yer, belirlediği yöntem, planlanan zaman ve uygulayabildiği şiddette saldırı eylemini gerçekleştirme avantajına sahip olmakta/olabilmektedir.

Sağlam tahkimat, tepkiye/karşılık vermeye hazır dinamik güç, zorlaştıran engeller, teknolojik sistemler; önceden haber alınamayan, hazırlık/plan aşamasında engellenemeyen bir saldırıya maruz kalma durumunda, saldırganın avantajlarını zayıflatacak, ortadan kaldıracak veya saldırganı caydıracak belli başlı faktörler olarak sayılabilir.

Örgütlü olsun-olmasın, eylemlerin öncesi veya sonrasında gerçekleştirilen planlı operasyonlarda taktik timler ve soruşturma birimlerinin uzman personeli görev almaktadır. Planlı operasyonlarda görev alan personel, bilgi, teknik/taktik ve donanım açısından hazırlıklıdır ve genellikle görevler planlandığı/gerektiği gibi sonuçlanmakla birlikte, bu tür operasyonlarda bile –işin doğasından kaynaklanan, öngörülemeyen gelişmelere bağlı olanlar dışında-  yaklaşım, kavrama, algı, eğitim, yöntem gibi konulardan kaynaklanan pek çok sorun da ortaya çıkabilmektedir. Ne var ki asıl sorun önceden haber alınamayan olaylara müdahale konusuyla ilgilidir. Gerçekleşmiş her bir olay için yapılacak “olay analizi” zengin bir müktesebatın oluşmasına dolayısıyla eğitim, planlama, karar alma ve uygulama süreçlerinin sağlıklı bir zeminde yürütülmesine çok değerli imkânlar sunacaktır.

Saldırgan harekete geçtikten sonra öğrenilen olaylara zamanında, gerekli ve etkili müdahalede bulunulamaması, kamu otoritesini temsil eden görevlilerin devam eden suçun seyircisi konumuna düşmesi veya zarar görmesi, kamu yönetimi, hukuk, insan hakları, meslek etiği ve güvenlik gibi temel olgular üzerinden devleti ve kurumlarını yıpratıcı etkileri olan tartışmalara yol açmaktadır.

Önceden haber alınma ihtimali oldukça düşük olan saldırılar ile terör ve organize suç örgütlerinin önlenemeyen eylemlerinin ilk muhatapları büyük çoğunlukla taktik eğitime sahip olmayan ve ilk müdahale ekipleri olarak da nitelendirebileceğimiz, asayiş, trafik, çevik kuvvet ekipleri, karakol devriyeleri ve gece bekçileridir. Ülkemizde özel harekât birimleri/taktik timler dışındaki personelin sonuçları itibarıyla ölümcül olan saldırılara karşı süratli ve etkili müdahalede bulunmalarını sağlayacak yeterli eğitime sahip olduklarını söyleyebilmek mümkün değildir. Özellikle son birkaç yıl içerisinde meydana gelen trajik olaylar, taktik timler haricindeki kolluk görevlilerine de bu tür saldırılara süratli ve etkili cevap verebilmeleri için eğitimler verilmesini zorunlu kılmıştır. Ve bu eğitimler mevcut imkânlar dâhilinde yapılmaktadır. Ancak, bu çabaların anlayış/yaklaşım, eğitim alt yapısı ve daha önemlisi eğitimciler yönüyle bir standarta sahip olduğu ve maksadı karşıladığı konusu tartışmalıdır.

Bundan dolayı, taktik timler dışında kalan personelin tamamına, hızlı ve etkili bir müdahale konusunda, dünyadaki uygulamalardan da yararlanılarak ülke genelinde bir eğitim standardının oluşturulması kaçınılmazdır. Bu konuda öncelikli olan mesele, eğitim standardının sağlanması için, eğitimcilerin eğitildiği bir eğitim merkezinin kalıcı olarak ihdasıdır.

Aniden ortaya çıkan ve devam eden bir olaya müdahale etmek üzere taktik timlerin gelmesini beklemek her zaman mümkün olmadığı gibi doğru, geçerli gerçekçi de olmaz. Zira saldırganın öldürme veya zarar vermeye devam ettiği kritik olaylara anında müdahale edilmesi gerekir/gerekebilir. Parmağı tetikte ve ateş etmeye devam eden bir saldırganı sadece sözle uyarmak ve sadece sözle ikna etme çabası, öldürmesini/zarar vermesini engellemeyebilir. Saldırgan ancak öldürmek ya da zarar vermek için harekete geçmemesi için uyarılır, müzakere teknikleri/taktikleri kullanılarak ikna edilmeye çalışılır. Silahı ateşlemek için parmağın tetiğe götürülmesi ya da bir bıçağın saplanmak üzere hamle yapılması artık –tartışmasız- doğrudan ve etkisizleştirmek için müdahale edilmesini gerektirir.

Ölümle sonuçlanması ihtimali olan bir saldırıda failin/saldırganın etkisiz hale getirilmesi, ya saldırıdan vazgeçmesi/teslim olması ya da ikinci bir hamle yapmasına kesinlikle imkân vermeyecek şekilde –kardiyovasküler ve sinir sistemi hedef alınarak- müdahale edilmesini öngörür.

Olay Analizi

Yazının girişinde söz ettiğimiz 10 Ekim 2002’de Adana’da meydana gelen olayda psikopat bir koca, eşini, polislerin ve meraklı kalabalığın gözleri önünde,  elindeki bıçakla onlarca kere vurmak suretiyle yaralamış, bu pervasız ve kanlı saldırı onlarca dakika devam etmişti. Bu olay üzerinden yapılacak bir olay analizi, hem “müdahale” prensipleri/yöntemleri konusunda, hem de bir “saldırganın ölü veya yaralı olarak etkisiz hale getirilmesi ya da sağ olarak yakalanması” tartışmaları açısından öğretici ve yol gösterici özgünlüğe sahiptir.

Eşini bıçak darbeleriyle yaralayan psikopat saldırgan, bıçağı kullandığı kolunu tekrar vurmak saikıyla havaya kaldırdığında, bir daha bıçağın mağdurenin vücuduna temas etmesine kesinlikle izin vermeyecek şekilde -müdahalede bulunmak üzere- gerekli tedbirlerin alınması/hazırlık yapılması gerekir. Saldırgan, “bıçağı bırakması/mağdureye zarar vermekten vazgeçmesi, aksi halde vurularak durdurulacağı konusunda kararlılıkla uyarılır.” Saldırganın teslim olması halinde yakalanması ve izole edilmesi rutin işlemleri gerçekleştirilir. Aksi halde saldırı hamlesi, mağdureye/saldırıya maruz kalan kişi, üçüncü kişiler ve görevlilerin zarar görmemesi hususiyeti mutlaka gözetilerek; -saldırganın/hedefin pozisyonuna göre, sinir sistemi hedef alınarak- saldırganın hamlesini tamamlamasına ve ikinci bir hamlede bulunmasına imkân vermeyecek şekilde durdurulur.

Sonuç

İçinde bulunduğumuz süreç; tehdit algılamalarının, risk analizlerinin, eleştiri ve önerilerin, kriz yönetme, müdahale hazırlıkları ve yöntemlerinin konvansiyonel yaklaşımlarla kurgulanmasının yeterli olamayacağını göstermektedir. O güvenlik hem yapısal hem de operasyonel anlamda klasik yaklaşımların ötesinde bir olguya karşılık gelmektedir. Kamu güvenliği konsepti içerisinde krize/olaya müdahale eğitimi ve uygulamaları da ‘eski’nin tekrarı değil, gelecek ile bütünleşme kabiliyeti olan ‘yeni’nin inşası olmak durumundadır.

Devlet/Kamu Otoritesi, varlığına, niteliklerine/değerlerine ve iddialarına zarar verecek davranış/hareket, iş ve işlemi mazur göremez, görmezden gelmez, olağan karşılamaz. Bundan dolayı devlet/kamu otoritesi, sahip olduğu kaynakları/değerleri, yaşatma/oldurma sorumluluğunu yerine getirmek üzere işe koşar. Ne olduğundan ziyade, neden ve nasıl olduğu sorularına verilecek cevaplar belirleyicidir. Olanın, oluş süreçleri ile bir bütünlük içerisinde değerlendirilmesi mecburiyeti vardır. Analiz, eleştiri ve öneri süreçleri ancak bu şekilde değer bulur ve amaca hizmet eder.

Dolayısıyla devlet/kamu otoritesi, bu anlayış, yaklaşım ve çabayla politika, strateji, yöntem üretmeli, eğitim süreçlerini projelendirip, planlamalı, göreve sevk edeceği/işe koşacağı personeline bu müktesebat içerisinde eğitim vermelidir.