‘Bediüzzaman Said Nursi’ye saygısızlık’

Gazetecilikle haşır neşir olanlar iyi bilir; Türkiye’de bazı konular vardır ki gündeme getirilince okur patlaması yapar. Aleviler, Sabataycılar, Nurcular… diye gider bu liste. Taraf Gazetesi’nde Said Nursi’nin mezarıyla ilgili haberi okuduğumda ilk tepkim “bilinen nedenlerle yine aynı oyun tekrarlandı” şeklinde oldu.

Bilenler hatırlayacaktır. 2004 yılında SABAH’ta Emre Aköz’le birlikte Nur Cemaati ile ilgili bir yazı dizisi hazırlamıştık. Bu yazı dizisinde cemaat içinde “Abiler” olarak adlandırılan, ölmeden önce Said Nursi’ye en yakın olan cemaat ileri gelenlerinin her biriyle tek tek röportaj yapmıştım. Bu röportajlardaki ortak sorulardan biri de Said Nursi’nin mezarıydı. Zira Nur cemaati içinde “Abiler” haricinde hemen herkes Said Nursi’nin defnedildiği yeri öğrenmek için adeta yanıp tutuşuyordu. Öyle anlaşılıyor ki hala da yanıp tutuşuyorlar.

Benim de bir gazeteci olarak o mezarı bulmak o günlerde neredeyse tek hedefim haline gelmişti. Ta ki konunun esasını “Abilerden” dinleyene kadar.

Bilindiği gibi Said Nursi’nin düşünceleri İslam öğretisi içinde genelden farklı bir yere tekabül ediyor. Bunlara kısaca değinmek bile sayfalarca yazı yazmayı gerektirdiğinden ben sadece bu konuyla ilgili bir hususu dile getireceğim.

Bana anlatıldığı şekliyle Said Nursi, Hazreti Muhammed’in yaptıklarının aynısını yapmayı ilke edinen biriydi. Dini literatürde buna sünnet ya da peygamberin sünneti deniyor.

İslamdaki putperestlik karşıtlığının bir fonksiyonu olarak Hazreti Muhammed defnedildiği yerin başkalarınca bilinmesini, mezar yerinin tapınak yeri haline getirilmesini istememişti. Nitekim Kabe, Hazreti Muhammed’in mezarı değildir.

İşte Abiler ile konuşmalarımda bana bu konu anlatılmış ve Said Nursi’nin ölümünün ardından bedeninin bilinmeyen bir yere defnedilmesini, kabrine herhangi bir belirleyici işaret konulmamasını vasiyet ettiği ifade edilmişti.

Tarihler 1960 yılını gösteriyordu. 27 Mayıs ihtilalinin hemen öncesi. Tüm Türkiye diken üstünde. Menderes iktidarı gericilikle suçlanıyor, karşı devrim yapıldığı belirtiliyordu. İslami cemaat, örgüt ya da kişiler gözaltında tutuluyor her hareketlerinden bir mana üretiliyordu. Said Nursi de bu kişilerden biriydi. Zaten uzun zamandır sürgün yaşıyordu.

İşte böyle bir havada Said Nursi mart ayında Urfa’yı ziyaret etti. Onun gelişi ile birlikte şehir hareketlendi ve kaldığı otelin önü binlerce kişinin gelip gittiği bir yer haline geldi. O dönemki yetkilileri de huzursuz eden bir durumdu. Nitekim müdahale edildi ve bir an önce şehirden gitmesi istendi. Ancak hem yaşlı hem yorgun hem de çok hastaydı. Daha fazla dayanamadı. 23 Mart 1960’da vefat etti. Ertesi gün cenazesi kaldırıldı ve Halilürrahman Dergâhı’nda hazırlanan mezara gömüldü.

Fakat ölümünün ardından tüm sevenleri Türkiye’nin her yerinden akın akın Urfa’ya gelmeye başladı. Şehirdeki kalabalığın -azalacağı yerde- gün be gün artması yetkilileri daha da büyük endişeye sevkediyordu. İşte bu şartlar altında, 27 Mayıs’ta, ordu yönetime el koydu.

Bütün bunlar olurken o dönemde Abilerin derdi Bediüzzaman’ın vasiyetini yerine getirmekti. Kanunlar gereği mezar yeri ancak ailenin isteğiyle değiştirilebilirdi. Nitekim Said Nursi’nin kardeşi Abdülmecid Ünlükul dilekçe vererek mezar yerinin değişmesini istedi. Dilekçede ilginç olan şuydu; Ünlükul abisinin defnedildiği yerin kendisine uzak olduğunu, ziyaret etmekte zorlandıklarını belirterek yer değişikliği talep etmekteydi. Kendisi Konya’da yaşıyor olmasına karşın mezar Isparta’ya nakledildi. Bence bu mezarın taşınması konusunda asıl belirleyicinin Abiler olduğunun işareti.

Yeri gelmişken bu konuda ortaya atılan komplo teorisini de ele alayım. Güya 27 Mayısçılar Said Nursi’yi ortadan kaldırmak için kardeşinin elinden zorla dilekçe almışlar… Ya da güya cenazesini Urfa’dan uçakla alıp Kıbrıs açıklarında denize atmışlar…

Bunlar çok inandırıcı değil. Ancak şu bir gerçek ki ihtilali yapanlar da Urfa’daki durumdan huzursuzdu. Kimbilir belki bir şeyler yapmak istiyarlardı ama ne yapacaklarını da bilemiyorlardı. Sanırım tam da bu noktada cemaatten gelen mezarın değiştirilmesi ve kimsenin bilmediği bir yere nakli talebi 27 Mayısçıların da istekleriyle deyim yerindeyse “cuk” oturmuştu. Belki de bu nedenle talep en üst makamlardan yıldırım hızıyla onaylandı, her türlü kolaylık sağlandı.

Said Nursi’nin cenazesi mükemmel işleyen bir organizasyonla Urfa’dan alındı. Urfa’dan alındı diyorum çünkü net olarak bilinen bu. Çünkü 12 Temmuz gecesi bu işlemi yapanlar yani mezarı açıp cenazeyi uçağa taşıyanlar biliniyor. Onlar da Said Nursi’nin mezarını açtıklarını ve cenazeyi uçağa götürdüklerini biliyorlar.

Ancak bilmeyenler ve bilinmeyenler var. Cemaat üyeleri ve kardeşi haricinde uçağı Afyon’da karşılayanlar kimin cenazesinin geldiğini bilmiyor. Cenaze askeri araç ile Isparta’ya götürülüyor ve bir yere defnediliyor. Ancak defneden askerler de kimi defnettiklerini bilmiyor. Zira bana anlatılanlara göre aradan yıllar geçtikten sonra biri çıkıp “ben askerliğimi Isparta’da yaptım. Bi gün bizi götürdüler gece vakti birini defnettik. Büyük ihtimalle o Said Nursi’ydi diye konuşuyor.

Ama dediğim gibi bu organizasyon çok ince bir şekilde hesaplanıyor. Komuta kademesindekiler ile birlikte cemaatteki Abiler ve kardeşi Ünlükul haricinde tüm gerçeği kimse bilmiyor.

Askerler bu bilgiyi sanırım ideolojik sebeplerle ölünceye dek açığa çıkarmadılar. Kardeşi Ünlükul ve cemaatin Abileri ise Bediüzzaman’ın vasiyetine sadık kaldıkları için bu bilgiyi bunca yıldır saklıyorlar ve bana kalırsa ölene dek saklayacaklar da.

Şimdi ben burdan gerek Nur talebelerine gerekse kamuoyuna soruyorum. İnancı gereği, tamamen kendi isteğiyle mezar yerinin bilinmesini istemeyen birisinin mezar yeri ille de aranıp, bulunur ve herkese söylenir mi? Keza Nur talebelerinde bu ne istektir ki bu konuda iki satır edilmeye görsün..

Bence bu konuyu ikide bir gündeme getirmek Said Nursi’ye saygısızlıktan başka bir şey değil. Mezar yeri bilinse ne olur bilinmese ne olur.


SON HABERLER

İlgili Haberler

Exit mobile version