SON TV

Kurnaz tilki, hain köstebek ve yalancı çoban

Küçüklüğümden hatırlarım, birisinin karakterinden, kişilik özelliğinden ya da takındığı tavırdan bahsederken nedense bir hayvan ile ilişkilendirip söylerdik. “Şaşkın ördek” derdik mesela; “kurnaz tilki”, “hınzır kedi”, “inatçı keçi”.

Küçüklüğümden hatırlarım, birisinin karakterinden, kişilik özelliğinden ya da takındığı tavırdan bahsederken nedense bir hayvan ile ilişkilendirip söylerdik. “Şaşkın ördek” derdik mesela; “kurnaz tilki”, “hınzır kedi”, “inatçı keçi”.

Sanırım hayvanseverler, kendi doğasına uygun davranan canlıların bu türden sıfatlarla nitelenmelerine kızıyorlardır. Onları kızdırmamak için listeyi kısa kesmekte fayda var.

Gerçi bu nitelendirmelerden biri konusunda benim de itirazım var. Şöyle ki;

“Hain kurt” denir mesela. Oysa ben kurtların hain olduklarını düşünmem. Tersine hiç bir hainlik yapmadan, doğrudan saldırır düşmanına. Zaten ‘hain’ sözcüğü ‘ihanet’ sözcüğünden gelir, ‘ihanet eden’ anlamında kullanılır. E şimdi siz söyleyin düşmanına üstelik de doğrudan, mertçe saldıran kurt kime ihanet etmiş olabilir ki? Hani arkadaşlarına saldırsa ya da onları tuzağa düşürse neyse.

Bana kalırsa bu tekerlemeleri yapanlar haini hangi hayvana yakıştıracaklarını bilememişler, rastgele kurda takmışlar bu yakıştırmayı.

Oysa bakın sırları, başkalarının bilmemesi gerekenleri, bilmemesi gerekenlere ulaştıranlara, aktaranlara casusluk dünyasında takılan bir isim var; “Köstebek”. Bence köstebeğin yaptığı tam manasıyla ihanetten başka bir şey değil. Öyleyse “hain” nitelendirmesini bence köstebeğe takmak lazım; “Hain köstebek” daha doğru.

Bu arada insandaki tüm karakter özellikleri için bir hayvan özgelenmiş ama dikkatimi çekti de “yalancılık” ile ilgili bir deyim yok. Hiç bir hayvan “yalancı” diye nitelendirilmemiş. Her halde hayvanlar doğaları gereği yalan söyleyemiyor. Yalancılıkla itham edilen bir tek “çoban” var. Ona da bir bilemedin iki kez inanılıyor. Üçüncüsünde “yalancı çoban” denilip bir daha da itibar edilmiyor.

Başbakan Erdoğan, Danimarka seyahati öncesi havalimanında yaptığı basın toplantısında giderayak bir cümle sarfetti. Değindiği konu, basın toplantısının ana gündemini oluşturan konuların yanında “tali” gibi kalıyordu. Ama bana göre “tali” olmaktan öte işin “esasını” oluşturan bir konu.

Malum adı “Çözüm Süreci” olarak konulan bir dönem yaşanıyor. Terörün olaylarının bitmesi için bir yol haritası oluşturulmaya çalışılıyor. Anlaşılan o ki sürece katılanların hür iradelerini yansıtabilmeleri için bu sürecin belirli sayıda kişiler tarafından bilinmesinde fayda görülmüş. Ama daha işin başında tüm sırlar “faş” ediliyor.
Ortaya çıkanlar tabii ki tartışılıyor, tartışılacak da. Ancak çözüm süreci dikkate alındığında bence ifşa sürecinin de tartışılması sürmeli. Ta ki ak ile kara ortaya çıkana dek.

SON.TV olarak biz işin bu kısmında ak koşturduk. Yani İmralı tutanaklarını kimin sızdırdığını ortaya çıkarmak üzere hareket ettik. Bizim kaynağımız sızdırmayı yapanın BDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan olduğunu söyledi. Tan’ın haberi yapan Milliyet muhabiri Namık Durukan ile Meclis’te öğle yemeği yediğini, sonra ikilinin Tan’ın odasına gittiğini, orada bir kaç saat kaldıklarını, tüm bunların Meclis kameraları tarafından kaydedildiğini aktardı. Gazetecilik gereği Altan Tan’ı aradık ama cep telefonları çalmasına rağmen açılmadı. Biz de bunu haberleştirdik.

İlk başta BDP kanadında bir suskunluk, bir sessizlik hakim oldu. Neden sonra Altan Tan, Durukan ile görüştüğünü doğruladı. Ancak kendi ifadesine göre tutanakların örneğini Durukan’a kendisinin vermediğini, Durukan’ın başka bir kaynaktan temin ettiği tutanakları sadece “yorumladığını” söyledi.

Böylece “kim sızdırdı” konusu havada asılı kaldı. Tam böyle geçiştiriliyordu ki Başbakan Erdoğan’ın ültimatomu geldi; “BDP açıklamazsa sızdıranı biz açıklayacağız”.

BDP, üstten kesti, alttan uzattı sonunda bir açıklama yaptı. Ama ne açıklama… Tıpkı çocuk kahndırır gibi… Şu karşı dala bir kuş kondu, bu tuttu, bu soydu, bu pişirdi, bu yedi, bu da “Hani bana, hani bana” dedi.

Açıklamadan tek anlaşılan sızdırmanın BDP’den yapıldığının itirafı ama kimin sızdırdığı “lagalugaya” getirilip açıklanmamış. Gariptir bu açıklama sonrasında kimin sızdırdığı tartışmaları sona erdi. Haliyle bizler de şaşırdık. Çünkü ortada fail yok ama varmış gibi davranılıyor. Herhalde tek anlamayan biziz diye düşündük.

Bir de Altan Tan arayıp “bakın gerçekler ortaya çıktı bana özür borçlusunuz” demez mi? Sorumlu gazetecilik gereği istediğini yaptık ama kafamızda da soru işaretleri kalmadı değil.

İşte tam da bu noktada Başbakan Erdoğan’ın basın toplantısındaki sözleri bizleri de uykudan uyandırdı. BDP’nin failleri fotokopici, çaycı, basın danışmanı olarak sunmasına sinirlendiği belli olan Başbakan Erdoğan “Çaycı-garson deniyor, milletvekilinden çıkmadı dediler, eğer araştırırsanız işin ucu oraya da dayanabilir” diyerek herkesin dikkatini yine bu yöne çekti.

Gelelim sadede… ‘Siyaset kaygan bir zemindir’ derler; doğrudur. ‘Siyasetçi kaypak olur’ derler; olabilir, mümkündür. Siyasetçiler birbirleri ile girdikleri mücadelede bir takım oyunlara, kurnazlıklara, yalanlara başvurabilirler. Ancak iş siyasetçinin halk ile, kamuoyu ile girdiği ilişkiye geldiğinde hiç bir mazerete bakılmaksızın “dürüstlük” esastır.

Siyasetçi-gazeteci ilişkisini de bu çerçevede ele almak gerekir. Gazeteci aslında kendisi değil, kamuoyudur. Dolayısıyla gazeteciye söylenen bir şey, kamuoyuna söylenmiş demektir. Bu nedenle siyasetçinin gazeteciye yalan söylemek gibi bir seçeneği yok bilesiniz.