SON TV

Casusluk hikayeleri-4

“Türkiye, Batı istihbarat örgütlerinin bağlantı merkeziydi.” Bu sözler Bulgar İstihbaratının eski şefi Dimo STANKOV’un ülkesinde yayımlanan ve Türkiye’de de yakın dostu Refik Erduran tarafından tercüme edilerek “Yeter Sustuğum” adıyla tanınan kitabından. Dimo STANKOV kitabında, uzun süre sessiz kaldıktan sonra, hasımlarla çarpışırken kendi safının bürokrasisi ile de boğuşmak zorunda kaldığı o dönemde yaşadıklarını ve gördüklerini açıklıyor. Anlattıklarının içinde Türkiye ile ilgili birçok şey var.

Kitap; «Saf köy çocuğunun zehir hafiye oluşu,» «Avrupalılık peşinde çekilenler,» «İngilizlerin astığı Lord Ho-Ho,» «Görev gereği Don Juan’lık,» «Bir pardesü karşılığında ABD Başkanı’na bağışlanan trilyon dolarlık sır,» «Casuslar Kralı PHILBY’in Türkiye’de dağıttığı rüşvetler,» «Çıplak kız karşısında istihbarat yenilgisi,» «Ağca olayını bir de Bulgar istihbaratından dinleyin,» «İsmail Erez’le yenilemeyen yemek,» «İlk hava korsanı, Türkiye’de Fahişe olan kızı» gibi başlıkları taşıyor.

CASUSLAR KRALI KİM PHILBY

Dimo STANKOV’un kitabında “istihbarat tarihinin en başarılı ve önemli uzmanı” dediği Kim PHILBY ile anıları da yer alıyor. Kim PHILBY eşiyle birlikte Moskova’dan gelip Bulgaristan’da dolaştığı sırada STANKOV onlara refakat görevini alarak tanışıyor. STANKOV, PHILBY için,Dimo STANKOV’un kitabında “istihbarat tarihinin en başarılı ve önemli uzmanı” dediği Kim PHILBY ile anıları da yer alıyor. Kim PHILBY eşiyle birlikte Moskova’dan gelip Bulgaristan’da dolaştığı sırada STANKOV onlara refakat görevini alarak tanışıyor. STANKOV, PHILBY için, “İngilizlere sempatimi fark etmesi yakınlaşmamızı kolaylaştırdı” diyor.

İSTİHBARAT ÖRGÜTLERİNİN BAĞLANTI MERKEZİ

Dimo STANKOV’un kitabından pasajlarla ve onun anlatımıyla devam edelim. “kısa sürede dost olduk ve anılar kitabında yer vermediği ayrıntıları anlattı. Benimle konuşurken sık değindiği konulardan biri de Türkiye idi. Onun gibi bir uzmandan o ülkeye ilişkin değerlendirmeler dinlemek çok ilginç ve yararlıydı. Türkiye komşumuzdur ve tarihsel yazgımız beş yüzyıl boyunca o komşuya bağlı kalmıştır.”

PHILBY KRALİÇE’YLE RANDEVUSUZ GÖRÜŞEBİLİYOR

“Kim PHILBY, din değiştirip İslam’ı seçen Suudi Arabistan Kralı’na danışman olan eksantrik bir İngiliz diplomatının oğlu. 1912 Hindistan doğumlu olan PHILBY İngiltere’nin en seçkin okullarında eğitiliyor; Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Yunanca, Arapça ve Türkçe konuşabiliyor. Cambridge’de okurken oradaki pek çok parlak öğrenci gibi komünist görüşlü eğitim üyelerinden etkileniyor ve Sovyet istihbaratçılarının önerisiyle KGB’ye katılıyor. Sovyetler için, gazeteci kimliğine bürünerek önce Avusturya ve İspanya’da, sonra İngiltere’de istihbaratçılık yapıyor.

Çalışmaları ve kişiliği İngiliz gizli servisinin dikkatini çektiğinde Sovyet meslektaşlarının talimatıyla hemen İngiliz servisine giriyor. Orada hızla yükselerek 1944’te Sovyetlere karşı istihbarat bölümünün başına getiriliyor. Dilediği zaman Başbakan ve Kraliçe’yle randevusuz görüşebilen PHILBY’in aktardığı bilgiler sayesinde İngiltere’nin Sovyetler Birliği’nde başarılı casusluk yürütmesi olanaksız hale geliyor. İstanbul’a 1945 Ağustos’unda atanan Rus konsolosu [Not. Konstantin VOLKOV adında üst seviyede bir istihbarat görevlisi] ülkesine ihanete karar verip kentteki İngiliz diplomatlarla temasa geçiyor ve 27 bin sterlin ve sığınma karşılığında bir öneride bulunuyor: “Size Türkiye’deki Sovyet istihbarat sırlarının tümünü bildiririm. Ayrıca Londra’da çok önemli Sovyet ajanları var. Onların adlarını da açıklarım.” İngiltere’ye haber iletilmesinin ardından mesaj doğrudan PHILBY’in önüne geliyor. Londra’daki en önemli Sovyet ajanı, kendisi! Açıklanacak adların başında da kendininki geliyor! PHILBY hemen İstanbul’a uçuyor.”

İLK HAVA KORSANI TÜRKİYE’DE

“30 Haziran 1948 günü Varna’dan Sofya’ya uçmakta olan Bulgar Havayolları JU-52 tipi uçağında dört kişilik mürettebat vardı: Pilot Şaroplev, iki yardımcısı Nedalkov ve Maznev, bir de General Ganev. Bu sonuncusu kurumun baş yöneticisiydi; katıldığı bir törenden dönüyordu. 16 yaşındaki kızıyla birlikte yolcular arasında bulunan emekli Albay MIHALAKEV [Not – Hava Albay Strahil veya Strashimir MIHALAKEV, Bulgaristanın Romanya Askeri Ataşesi.] silahlıydı. Eski rejime bağlılığı bilinen bu sağcı subay ordudan çıkarılmıştı. Sinirli görünüyordu… MIHALAKEV kalktı, ateş edip Nadelkov’u öldürdü. Sonra koşarak pilot kabinine girdi. Arkadaşları da fırlayıp silahlarını yolculara çevirdiler. Kabinde MIHALAKEV General Ganev ile Maznev’e de ateş ettikten sonra tabancasını pilotun kafasına dayayıp ‘Türkiye’ye!’ dedi. General Ganev de tüm çabalara karşın öldü. Türkiye’de iyi karşılanacağını ummuştu. Ama hesabı tutmadı. Ağır sorgulardan geçirildikten ve bildiği her şeyi anlattıktan sonra da uzun süre cezaevinde kaldı. Tek başına kalan 16 yaşındaki kızı Türkiye’de görevli Amerikalı subaylarla düşüp kalkmaya başladı. Biriyle evlendi, ama evlilik yürümedi. Sonunda fahişe oldu. Çok geçmeden de öldü. MIHALAKEV mahpusken ve cezasını çekip çıktıktan sonra yetkililere ‘Bana istihbaratçılık eğitimi verin, size hizmet edeyim’ dedi. O isteğinin geri çevrilmesinin nedenini kestiremiyorum. Sonra çıkmış aflardan yararlanarak ülkesine dönmek istedi. Aldığı yanıt şöyleydi: ‘Dönebilirsin. Ama uçak kaçırdın, iki kişiyi öldürdün. Bundan sorumlu tutulacaksın.’ Vazgeçti dönmekten. Kızının acı ve utanç verici sonu oldu MIHALAKEV’i asıl yıkan. İlk hava korsanı üzüntüye dayanamadı, bir süre sonra bir Türk mülteci kampında o da öldü.”

DOSTUM REFİK ERDURAN

“1960’lı yılların ortalarında tanıma fırsatını bulduğum Türk gazeteci ve oyun yazarı Refik Erduran’dı. O dönemde ülkenin önemli gazetesi Milliyet’te günlük sütunu, en üst düzeyde yöneticilerle sürekli teması, kamuoyunda saygınlığı ve etkisi vardı… Ben Erduran’ın görüşleriyle kendiminkiler arasında şaşırtıcı paralellikler görüyordum. Sanki konuşup, anlaşıp, birlikte kaleme alıyorduk çoğu yazısını…

Ekonomik durumumuzu ve Bulgar halkının yaşamını yakından görmesi için Erduran, Dışişleri Bakanlığımızca birkaç günlüğüne davet edilince sevindim. Tanışınca hemen kaynaştık; sözünü sakınmadan konuşması, sivri sorular sormaktan çekinmemesi, benim sorduklarımı da dürüstçe ve açık sözlülükle yanıtlaması dostluğumuzu hızla pekiştirdi. Diyaloğu sürdürmek için fırsat buldukça buluşmaya karar verdik. Ama nasıl yapacaktık bunu? Türkiye’de komünizm paranoyası vardı. Bir Bulgar istihbaratçısıyla görüşmek insanın başını derde sokardı kesinlikle. ‘Yolculukların belli olunca bana bildir. Denk düştükçe Bulgaristan’da yahut senin gittiğin yerlerde buluşup konuşuruz’ dedim. Aklı yattı. Öyle yaptık. Rejim değişinceye kadar fırsat buldukça diyaloğu sürdürdük.”

İSMAİL EREZ’LE YİYEMEDİĞİM YEMEK

“Paris’te güneşli bir sonbahar günü Romanya Büyükelçiliği öğle ziyafeti veriyordu. Daha önce birkaç kez görüşmüş olduğum Türkiye Büyükelçisi İsmail Erez idi. Hemen yanına gittim… Uzun uzun konuştuk… ‘En yakın zamanda elçilikler dışında, başka bir çevrede buluşalım’ dedi Erez. Birlikte dışarı çıktık. Erez Türk bayrağının dalgalandığı elçilik arabasına bindi, ‘Görüşmek üzere’ dedi, uzaklaşırken pencereden el salladı. Bizim elçilik yakın olduğu için ben yürüyerek gittim, Erez’den edindiğim bilgi ve izlenimleri şifreli telgrafla merkeze gönderdim. O işi yeni bitirmiştim ki görevlilerden biri geldi, ‘Biraz önce nehir üstündeki bir köprüden arabasıyla geçerken Türk elçisi öldürülmüş’ dedi. İnanamadım. Buluşmamızın yer ve tarihine ilişkin not bugün de durur defterimde. Baktıkça yanarım.”

AĞCA OLAYINI BİR DE BULGAR İSTİHBARATINDAN DİNLEYİN

Dimo STANKOV Bulgaristan’ın İzvorovo köyünde 1924 yılında doğdu. Kasım 1947’de Sofya’daki seçkin zırhlı topçu alayında takım komutanlığına atandı. Birkaç ay sonra da “askeri karşı istihbarat” görevine alındı. 1953’de, dış istihbaratla uğraşan Devlet Güvenliği Birinci Dairesi’nde çalışmaya başladı. 1974-78 yılları arasında Türkiye’de de görev yapan STANKOV, Bulgarların sırlarını vermeden çok ilgi çeken bir kitabı yayınlama başarısını yakalamıştı.

Soğuk savaş döneminde Bulgar İstihbarat Servisinde ‘Servis 7’ denilen, ıslak işleri ve cinayetleri planlayan bir bölüm vardı. Bu bölüm İtalya, İngiltere, Danimarka, Batı Almanya, Türkiye, Fransa, Habeşistan, İsveç, İsviçre gibi ülkelerde faaliyet göstererek, komünizmden kaçıp bu ülkelere yerleşmiş Bulgarlara yönelik örtülü operasyonlar yapıyordu. Bu konuda bazı bilinen olaylar o tarihte üst düzey görevli olan ve Komünist dönemde birçok kilit olayda yer alan Dimo STANKOV’a sorulmuş ancak, STANKOV böyle bir çalışmayı reddetmişti. Bu bakımdan yer-yer, onun bazı anlatımlarına ‘acaba mı’ diye soru işaretleri koyabiliriz… Nitekim Dimo STANKO, kitabını bastırmak için Türkiye’ye geldiğinde Aktüel Dergisi ile yaptığı söyleşide, söyleşiyi yapan gazeteci Ali Selim Emeç de tereddütlerini açıkça belirtmiş. Şimdi bu söyleşiye bir göz atalım…

SUİKAST ÜCRETİNİ 27 KEZ DEĞİŞTİRDİ

“STANKOV’a göre Ağca, cezaevinden kaçırıldıktan sonra 18 ay boyunca on kadar ülkeyi dolaştı. Bunlar arasında İsviçre, Batı Almanya, İspanya, Tunus ve eğitim gördüğü İran’daki askeri kamp da vardı. Bu arada Türkiye’ye bile girip çıkmıştı. Çeşitli uyuşturucu kaçakçılarıyla ve Avrupa’da cezaevlerinde yatmış teröristlerle buluşup para alıyordu. STANKOV’un iddiasına göre Ağca 1980 yılında Yoginder Singh adını kullanarak, 17 kişiyle birlikte sahte Hint pasaportuyla Bulgaristan’a giriş yaptı. Hindistan ve Bulgaristan arasında vize işlemi olmadığı için pasaportta kendi resmi vardı ve hiçbir Avrupa ülkesi Bulgaristan’a Türkiye’de işlediği suçtan dolayı İnterpol tarafından arandığına ilişkin bilgi vermemişti. STANKOV’un buraya kadar anlattıkları, Uğur Mumcu ve başka kaynaklar tarafından da doğrulandı. Ancak STANKOV’a göre Ağca’nın bu süreçte Bulgaristan’da Vitoşa, Nüotani ve Moskova Otelleri’nde kaldığı yolundaki ifadeleri doğru değil: «Çünkü o otellerin konuk cetvellerinde Yoginder Singh ismi yok. Sadece Sofya Oteli’nden, biri dokuz ve biri dört dakikalık iki konuşma yapmış. Sofya’da bir ay kalmış. Ancak nedeni belli değil.»

Bu bilginin doğru olmadığı iddiası Bulgaristan istihbaratı tarafından Roma Mahkemesi Soruşturma Yargıcı Martela’ya da bildirildi. Ancak STANKOV, yargıcın bilinmeyen nedenlerle konunun üstüne gitmediğini söylüyor. Oysa Ağca, İtalya’da mahkemede bu otellerde kaldığını itiraf etmişti: «Oral Çelik ve Ömer Bağcı’dan Türk pasaportunu getirmelerini beklerken Sofya’da kaldım. Beklediğim pasaportu Bağcı’nın TIR şoförü kardeşinden aldım» diyordu Ağca.

STANKOV’un iddiasının aksine, Ağca’nın kaçış güzergâhını dolaşan Uğur Mumcu da adı geçen bu iki otele de gitmiş ve gerek otel kayıtlarındaki belgelerle, gerek tanıklarla yaptığı konuşmalarla Ağca’nın buralarda kaldığını vurgulamıştı. Mumcu, gelen yeni sahte pasaportta Ağca’nın yeni adının ise Mehmet Özgür olduğunu belirlemişti. Mumcu, bu bilgi ve belgeleri tanık olarak dinlendiği mahkemeye de vermişti.”

ANTONOV’UN HAYATINI M. ALİ AĞCA MAHVETTİ

Papa suikastı konusunda araştırmaları olan bir diğer gazeteci yazar ise Belma Akçura. Son olarak, Akçura’nın Milliyet gazetesinde Dimo STANKOV ile 03 Ağustos 2007’te yaptığı söyleşiye de yer verip konuyu kapatalım.

“Dimo STANKOV, Papa suikastı davasında yargılanan ve önceki gün ölü bulunan Bulgar ANTONOV’un hayatını Ağca’nın mahvettiğini söyledi. Bulgaristan İstihbarat Örgütü eski Dış İstihbarat Daire Başkanı Dimo STANKOV, Papa 2. Jean Paul’e düzenlenen suikast girişimine karışmaktan yargılandıktan sonra suçsuz bulunup serbest bırakılan, önceki gün de Sofya’daki evinde komşuları tarafından ölü bulunan Bulgar Sergey ANTONOV’un hayatını Mehmet Ali Ağca’nın mahvettiğini söyledi.

STANKOV, olaydan sonra ANTONOV’un ailesini ve işini kaybettiğini ve cezaevinden çıktıktan sonra da akli dengesini yitirdiğini anlattı. 12 Mayıs 1981’de Papa 2. Jean Paul’e karşı suikast girişiminde bulunan Mehmet Ali Ağca’nın ifadeleri doğrultusunda tutuklu olarak yargılanan ve 1986’da delil yetersizliği nedeniyle suçsuz bulunan Sergey ANTONOV’u, Bulgar ajanı Dimo STANKOV Milliyet’e anlattı. STANKOV, Bulgaristan’ın Balkan Havayolları Roma Müdür Yardımcısı Sergei ANTONOV’un hayatını, Ağca’nın yalan ifadesinin mahvettiğini söyledi.

Türkiye’de ‘Yeter Sustuğum’ adlı kitabının çevirisini yapan arkadaşı yazar Refik Erduran’la bir araya gelen STANKOV, Papa suikastında ANTONOV ile ilgili tek delilin Ağca’nın ifadesi olduğunu söyledi. STANKOV, Ağca’nın silahı ANTONOV’dan aldığını söylemesinin kendilerini bile dehşete düşürdüğünü, ANTONOV’un o türden işlerle bir ilgisinin bulunmadığını belirtti.

STANKOV şöyle konuştu: «ANTONOV’un tutuklanmasına akıl erdiremiyorduk. ANTONOV kendi halinde biriydi. Üç yıl demir parmaklıklı hücrede aşağılanarak ve kabaca soruşturmalara hedef olarak yaşamak onun dengesini bozdu. ANTONOV, cezaevinden çıktığında hastaydı. Cezaevinde verilen ilaçlar yüzünden anılarını yitirmişti, bilincinde boşluklar oluşmuştu. Kimi yakınlarını tanımıyor, resmi giyimli insanlardan korkuyordu. Karısı, kızını yanına alıp onu terk etti. Hükümet de unuttu felaketzede vatandaşını. Hiçbir yardımda bulunmadı. İşsiz ve yalnızdı. Ağca olayının kişisel düzeydeki bir sonucu da bu işte.»

Casusluk Hikâyelerine devam edeceğiz…

CASUSLUK HİKAYELER 3 – OKUMAK İÇİN TIKLAYIN
CASUSLUK HİKAYELER 2 – OKUMAK İÇİN TIKLAYIN
CASUSLUK HİKAYELER 1 – OKUMAK İÇİN TIKLAYIN

YAZARIN SON YAZILARI
Casusluk Hikâyeleri-7 - 9 Haziran 2014
Casusluk hikayeleri-6 - 12 Mayıs 2014
Casusluk hikayeleri-5 - 27 Nisan 2014
MİT KANUNU - 17 Nisan 2014
Casusluk hikayeleri-4 - 6 Nisan 2014
Casusluk hikayeleri-3 - 28 Mart 2014
Casusluk hikayeleri-2 - 22 Mart 2014
Casusluk hikayeleri-1 - 16 Mart 2014
TÜBİTAK - 1 Mart 2014