SON TV

Doğu Türkistan’da vahşet

Doğu Türkistan’da yine vahşet ve gözyaşı var. Medyadan öğrendiğimize göre zalim Çinliler 35 kardeşimizi şehit etmişler. Ölenler yanında işkence görenler, yaralananlar ve cezaevine atılanlar ayrı. Nedense hep bu acı tekrarlanıyor.

Geçtiğimiz aylarda Doğu Türkistan’a 10 gün süren bir gezimiz olmuştu.Urumçi, Kaşgar, Hotan, Turfan ve Yarkent gibi şehirleri gezdik. Bazı izlenimlerimi aktarmak istiyorum.

Aslında biz Doğu Türkistan desek de Çinliler kesinlikle bu adlandırmadan hoşnut olmuyorlar. Böyle demek yasak, sanki suç gibi.

50 yıl önceye kadar Sincan bölgesinde Uygurlar çoğunlukta iken gerek Çinlilerin sızması politikası ile gerekse Uygurların imhası ve asimilasyonu ile maalesef azınlığa düşürülmüşler. Bize söylenen ancak yüzde kırkının Uygun olduğu tarzındaydı.

Özellikle Hotan şehrinde halen Uygurlar hakim unsur. Ancak bu şehre yerleşen Çinlilere iş kurmaları için sermaye ve birden fazla çocuk izni verilerek nüfus tersine çevrilmeye çalışılıyor. Bu gidişle Hotan’da da Uygurlar azınlığa düşecek gibi görünüyor.

Doğu Türkistan bölgesi Türkiye’nin iki katı kadar yüzölçümüne sahip. Ancak bu bölgenin neredeyse üçte ikisi çölden ve kurak topraklardan oluşuyor. Bu yüzden Urumçi, Hotan, Kaşgar, Yarkent ve Turfan şehirlerini dolaşırken saatlerce otobüs yolculuğu yaptık, iki defada uçakla bölge içinde yol aldık.

Uygurların yoksul olduğu genel olarak dikkatimizi çekti. Devlet görevlileri hep Çinli. Uygurlara iyi davranılmadığı söyleniyor. Nadir bazı Uygurlar devlet memuru olduklarında herhalde Çinlilerin gözüne girmek için halka daha da sert davranıyorlarmış.

Çinliler yüksek lüks apartmanlarda oturuyor, yine böyle iş hanlarında iş tutuyorlar. Lüks otomobillere sahipler. Uygurlar ise derme çatma gecekondularda ikamet ediyorlar. Kullandıkları araçlar ise genelde at arabası veya motosiklet.

Çinliler ticaret ve sanayi ile iştigal ederlerken Uygurlar ya işçilik yapıyorlar veya pazarlarda meyve, yumurta, ekmek satıyor; tezgah açıyorlar ya da ziraatle meşguller. Yani arada korkunç bir servet uçurumu var.

Cuma namazının ihtişamla kılındığına şahit olduk. Adeta tüm yollar mukaddes topraklardaki gibi camiye gidenlerle doluydu. Beraber seyahat ettiğimiz bir dostumuz caminin ve cematin resmini çekerken hemen sivil polisler tarafından kuşatıldı. Zor kurtulduk.

Sabah namazına gittiğimizde yine üç dört saf cemaatin olduğunu gördük. Yani korkunç baskılara rağmen Uygurlar dinimize sarılmışlardı. Ancak Camilere 18 yaşından küçüklerin ve çocukların girmesi yasaktı. Açıktan ezan okunamıyordu. 18 yaşından küçüklerin İslami eğitim alması yine engelleniyordu.

Zaten Uygurlara büyük bir baskı olduğu şehir merkezlerinde meydan okurcasına dikilen dev Mao heykellerinden belliydi. Üç sene önceki 1500 Uygur Türkünün ölümüyle sonuçlanan sindirme harekatı unutulmamıştı. Uygurlara bu konuda sorduğumuz sorular hep cevapsız kaldı. Çin – Uygur çatışması konusunda konuşmaya bile korkuyorlardı. Yüzleri kederle doluyor, yutkunuyorlar ama bir çift laf demeye çekiniyorlardı.

Sadece bu baskı için değil Çinlilerin kendilerine nasıl davrandığını bile söylemek istemiyorlardı. Bir çocuktan fazla evlat sahibi olmak yasaktı. Ama Uygurların bu yasağı pek dinlemedikleri, çocuklarını nüfusa kaydettirmeyerek gizlendikleri söylendi.

Uygurların lokantaları da mahalleleri gibi eski tarihlerden kalma manzarasındaydı. Türkiye’de olsa içeri bile girmezdik ama kardeşlerimize güvenerek ve temiz olduğunu düşünerek kebap ve pilav yedik. Zaten başka yemek çeşidi de yoktu. Meyvelerin lezzetli olduğu, özellikle yoğurdun lezzeti ve tabiliği dikkatimizi çekti.

Çinliler modern silahlarıyla tanklarıyla uçaklarıyla elinde çakı bıçağı olan garip ve sahipsiz Uygurların üzerine gidiyorlar. Yine bir vahşet ve katliam cereyan ediyor. Maalesef Türkiye’miz dışında Türk ve İslam dünyasından bir ses bile çıkmıyor. Çin’in baskıcı uygulamalarına itiraz eden yok.

Halbuki Çin’de zulüm var, vahşet sürüyor. İslami hayat yasak. Milli kültürel özgürlükler yasak.

Son olarak ülkemizdeki özerklik savunucularına seslenmek istiyorum. Sincan bölgesi evet özerk. Tabelalarda Çince yanında islami harflerle yazılan yazılar da var. Ama Uygurların hiçbir söz hakkı yok. İdareciler, zenginler, bölgenin hakimleri hep Çinliler. Arada maddi açıdan korkunç bir uçurum var. Uygurlar sefalet içerisinde. Bizdeki özerklik iddiası olanları oraya bir göndermek lazım. Belki akılları başlarına gelir.

Uygurların feryadı tüm dünyayı sarıyor. Bir karşılık bulmayacak mı?

LOHUSALIK SENDROMU
Geçen yazımızda Kabataş’ta Gezi Parkı eylemcileri tarafından darp edilen, vahşice ufak bebeğiyle yerlerde sürüklenen, başörtüsüne saldırılan hanımefendinin dramından bahsetmiştik. Bazı kötü niyetlilerin doğum psikozu (lohusalık sendromu) diyerek olayı görmezlikten gelmeye çalıştıklarını, ancak bu rahatsızlığın olmadığını anlatmıştık.

04 temmuz 2013 tarihli Star Gazetesi’nde Balçiçek İlter hanımın bu konuda yazısı vardı. Balçiçek hanım bu mağdure ile görüştüğünü bildiriyordu. Ağır bir ruhsal travma içinde olduğunu, bedenindeki yaraları ve izlerin halen geçmediğini ifade etmişti. Bu yazı da lohusalık sendromu iddiasının doğru olmadığını gösteriyor.

Balçiçek İlter’e duyarlı davranışından ötürü teşekkür ediyoruz.

YAZARIN SON YAZILARI
Yaşlılıkta cinsellik - 17 Şubat 2017
Anne ile sohbet - 10 Mayıs 2016
Yürüyüş - 2 Ocak 2016
İyilik terapisi - 6 Ekim 2015