SON TV

Gerilim politikası

13 gündür yaşanan gerilim, tek taraflı olarak sokakları dolduruyordu. Başbakan’ın Kuzey Afrika’dan dönüşü ile sokaklar çift taraflı doldurulmaya başlandı.

13 gündür yaşanan gerilim, tek taraflı olarak sokakları dolduruyordu. Başbakan’ın Kuzey Afrika’dan dönüşü ile sokaklar çift taraflı doldurulmaya başlandı. Başbakan’ın mutedil bir dil kullanacağını ve toplumsal gerilimi yatıştıracağı beklentisine girenler, yanıldılar. (Bunların içinde ben de varım.)

Başbakan’ın mutedil bir dil kullanmamasının arka planına bakalım.

Gezi parkı eylemleri başladığı andan itibaren kamuoyu ve Başbakan, eylemcilerin CHP tabanı olduğu zannetmişti. Eylemcilerin CHP ile organik bağı olmadığı daha sonra anlaşıldı ama bütün strateji “CHP ile ilişki” olduğuna göre kuruldu ve arkasından, bildiğimiz, yaşadığımız olaylar gelişti.

Bülent Arınç’ın Başbakan Vekili olarak yaptığı mutedil konuşma ve Taksim Platformuyla (Ama ne Platform!… Mübarekler, “Platform” değil, “İşgal heyeti” gibi konuştular.) yaptığı görüşme, gerilimi düşürür gibi oldu ama o kadarla kaldı.
Başbakan Kuzey Afrika’dayken, efesi olmayan kızanlara dönen Ak Parti tabanında görülen sessizlik ve hemen akabinde telaffuz edilen “erken seçim”, Başbakan’ı “dik durma”ya ve buna paralel bir dil kullanmaya sevk etti.

Başbakan yurda döndüğü andan itibaren niye mutedil bir dil kullanmadı da bilinen “dikleşmeden dik durmak” anlayışını yansıtan bir dil kullandı? Ve bu dili İstanbul, Mersin ve Ankara konuşmalarında niye sürdürdü?

Yerel seçimlerin yapılmasına 7 ay kaldı ve Ak Parti teşkilatları ve mensuplarında hiç kıpırdama yok. Teşkilatların ve Ak Partililerin sanki üzerlerine ölü toprağı serpilmiş ve bunlar herşeyi Başbakan’a bırakmış gibi bir hâlleri vardı.

Başbakan Gezi Parkı eylemleri ile başlayan olayları, yerel seçimler için bir manivela olarak kullanmak üzere, gerilim dilini tercih etti. Bu dilin Ak Parti tabanının hareketlendirdiğini, Başbakan’ın yurda dönüşünde gördük. Mersin ve Ankara konuşmaları, bu dilin yaygınlaşmasını sağladı ve kitleleri harekete geçirmekte işe yaradı. 15-16 Haziran mitingleriyle, bu dilin harekete geçirdiği kitlelerin seçim atmosferine “fişek gibi” gireceği görünüyor. Bu da “eyleme, eylem” stratejisiyle kurgulanan “eylemsel demokrasi”nin daha düne kadar “ötekileştirilenler”ce doldurularak sonuç alınması demektir.

Başbakan zaman zaman festival havasında geçen Gezi eylemleri ile sokaklarda herşeyi yakıp yıkanları birbirinden ayırıyor ve vurdu-kırdıcıları hedef alıyor.

Bunda da strateji belli… “Benim barışçıl eylemcilerle bir sorunum yok. Benim sorunum, sizin de sorununuz olan vurdu-kırdıcılarla!… Bunları destekliyor musunuz?…” diyerek bağlamanın telini devamlı akortlu tutmak istiyor Başbakan.
Başbakan da biliyor bir süre sonra eylemlerin tavsayacağını ve Gezi Parkı’nda eylem yapanların festival havasında eylemlerine devam edeceğini ama onların dışındakilerin vurdu-kırdıyla devam edeceklerini. Tabiat olarak zaten gürültüyü ve vurdulu-kırdılı ortamları sevmeyen halkımız, Başbakan’ın da olumsuzladığı vandallara karşı diş bileyecek ve seçim sath-ı maili için hazır bir kitle olacak.
Tabii bu gerilim poltikasının olumsuz taraflarını da göz önünde bulundurmak lazım. Gerilim uzarsa, sinirler harap olur; toplum yorgun düşer. Gerilim, sadece yeni bir aşamaya evrilmekte kullanılmaz ve süreklileşirse, toplum yorulur ve yorgunluk iktidar açısından sandığa olumsuz yansır.

İşi tadında bırakma, bütün taraflar için şarttır. Yoksa zaten yorgun olan toplum, felç geçirir. Bu da kimsenin işine yaramaz; hele iktidarın işine hiç yaramaz. Çünkü bu ülke “bezgin partililer”in sandığa gitmeyerek tavır koyduğu dönemler de yaşamıştır.