SON TV

AKTİF TARAFSIZLIK, SURİYE VE BİR FIKRA

Allah’ım, okuyucunun da akıllısını, aklı çalışanını nasip eyle bu kuluna!… Ben diyorum “aktif tarafsızlık”; o diyor Çanakkale Boğazı”!…

Uluslararası siyasette “aktif tarafsızlık”; yani “actice neuturatity” diye bir terim vardır. Bu terim benim uydurmam değil. Aktif tarafsız, etliye sütlüye karışmayan, suya sabuna dokunmayan, kimsenin tavuğuna kışt demeyen, zülf-i yâre dokunmayan hımhım bir tip de değildir…

Bilenler bilir, ben etliye sütlüye de karışmayı, suya sabuna dokunmayı, denilecekse herkesin tavuğuna kışt demeyi ve zülf-i yâre dokunmayı seven; hatta sevmekten de öte, bunları hayat düsturu edinen biriyim ve bugüne kadar hiç bir sözüm “meclisten dışarı” olmamıştır; hep meclisten içeri konuşmayı severim.

Geçen gün bir yazımda, Türkiye’nin Mısır ve Suriye konusunda, sonuç alıcı bir “aktif tarafsızlık” sergilemesi gereğinden söz etmiştim. Vay sen misin bunu diyen!… Suriye ve Mısır konusunda nasıl tarafsız kalınırmış?…Bu olaylar karşısında bir Müslüman tarafsız kalamazmış!… Bî-taraf olan, ber-taraf olurmuş!… Daha neler neler!…

Anlaşılan okuyucularımdan bazıları ya “aktif tarafsızlık”ın ne olduğunu bilmiyorlar veya yazıyı okurken gözlerini ve beyinlerini değil de başka yerlerini kullanıyorlar.

Aktif tarafsızlık, genel olarak tarafların her ikisiyle de yoğun ilişki hâlinde bulunup, yaşanan promlemlerin çözümü için “mekik diplomasisi” gayreti sarf etmektir.

Aktif tarafsızlık, güçlü ülkelerin veya sorun yaşayan halklarla tarihî, kültürel ve sosyal bağı yoğun ülkelerin takip ettiği bir politikadır. Böyle bir politika izlendiğinde, problem yaşayan halklar için tarihî, kültürel ve sosyal açılardan kendilerine yakın veya özdeşleşmiş bir milletin aktif tarafsızlık uygulamaları, halkların gönlünü peşinen kazanmayı sağlar. Bu politikayı izleyen millete, sorun yaşayan halklar güven duyar.

Türkiye, zulmün karşısında ve demokrasiden yana tavır koymakla isabet etmiştir ama hem Mısır’da, hem de Suriye’de “muktedirler”le hiç bir irtibatı kalmadığından, aktif tarafsızlık yaparak çözüm üretme şansını kaybetmiş; Ortadoğu, Amerika’nın insafına terk edilmiştir.

Zulüm Tek Millettir; Zulme Karşı Tek Yumruk Olmak Şarttır

Zulmün milleti, dini, etnisitesi, dili, rengi, cinsiyeti olmaz. Bütün dillerde “zulüm”, “zulüm”dür. İnsanlığın ortak değeri ve ideali, zulmün kaynağını klasifiye etmek değil; zulme kökten ve toptan karşı olmaktır.

PKK, yıllardır kendi etnik yapısından olan Kürtlere zulmediyor…

Saddam, yıllarca etnik ve din kardeşlerine (Araplara, Türklere, Kürtlere ve Müslümanlara) zulmetti!…

Esed, kendi ırkından ve kendi dininden olan yüz bin kişiyi katletti ve katletmeye devam ediyor.

Sisi, kendi ırk ve dininden insanları katletti ve katletmeye devam ediyor.

Buralarda yaşanan zulümlerde, ne din faktörünü göz önünde bulundurabiliriz, ne ırk, ne mezhep, ne cinsiyet ve ne de renk!… Zulmün nerden geldiği değil, bizzat kendisi önemlidir.

Zulüm tek millet olduğu için, zulme karşı “tek yumruk” olmak şarttır. Zulmü engelleyecek olanlar da din, ırk, cinsiyet ve renk farkı gözetmeden ittifak yapılmalıdır. Tabii, zülmü engellemek, yeni zulümler doğurmadığı müddetçe!…

Kimyasal Silah Bahane

Kim ne derse desin, Suriye’ye müdahale edilecek!… Bugün değilse yarın bu müdahale O-LA-CAAAK!… Bizim gözetmemiz gereken politika, müdahalenin yeni zulümler doğurmayacak olan ve Ortadoğu’da barış ve adaletin tesis edilmesine matuf bir politika olmalıdır. Türkiye yapılacak müdahaleden “düzenleyici rol” çıkarmalıdır. Çıkaracağımız “düzenleyici rol”, Amerika’nın Ortadoğu’daki etki gücünü kıran bir rol olmalı; Türkiye olarak, dindaşlarımızla sorunları keni aramızda halledecek bir vizyona kavuşmalıyız.

Amerika, Orta ve Yakın Doğu’ya müdahale etme siyasetini gütmekte ısrarlı. Afganistan’a ve Irak’a müdahale etti. Irak’a girerken bahanesi “kimyasal” silahlar”dı; Suriye için de bahane hazır: Kimyasal silah kullanmak!… Esed kimyasal silah kullanmasaydı, İsrail’in Filistinlilere attığı fosfor bombasını görmeyen Amerika gene böyle bir bahaneye sığınacaktı.

Bir Fıkra

Bir arslanla bir tilki ormanda gezerlerken; dolaş dolaş canı sıkılan arslan, “Ekşın, ekşın!..” diyerek “Canım bi hayvan döğmek istiyor.” demiş. Tilki, “Üzülme haşmetmeâb… Hallederiz…” demiş ve o sırada oradan geçmekte olan bir tavşanı çağırmış. Tavşan yanlarına gelmiş. Tilki, “Niye senin şapkan yok lan!?..” demiş ve arslanla beraber tavşana girişmişler.

Bir kaç zaman sonra, arslanla tilki gene dolaşıyorlarmış… Öğle yemeği üstüne güzel bir siesta çeken arslan, “Benim gene hayvan döğesim geldi.” demiş. Tesadüf bu ya, o sırada o tavşan gene oralardan geçmekte imiş. Tilki tavşana: “Gel lan buraya!…” demiş. Garip tavşan korka korka gelmiş. “Senin niye şapkan yol lan?!…” deyip tavşana dalmışlar.

Gel zaman git zaman, Sisi’nin, Mısır’da, Esed’in Suriye’de insanları katlettiği günlerde, arslanla tilki gene ormanda şarkı söyleyip dans ederek dolaşıyorlarmış. Çünkü arslan, Sisi ve Esed’in yaptığı katliamlardan dolayı son derece mutluymuş. Şen şakrak dolaşan arslan bir ara, “Benim gene hayvan döğesim geldi.” demiş. Kader ikinci defa ağlarını örüyormuş ve bizim garip tavşan gene oralarda dolaşmaktaymış. Tilki uzaktaki tavşanı çağırmış. Arslan, tilkiye, “Hep aynı bahane olmasın; başka bahane bul!…” demiş. Tilki de kurnazlığını konuşturmuş ve “Merak etmeyin haşmetmeâb!…” demiş. Tavşan başını koruyarak yanlarına gelince, “Git lan bize bomba getir!…” demiş. Emri duyan tavşan, dayak yemekten kurtulacağı ümidiyle hızla uzaklaşmış. Arslan, “Eee… Şimdi ne bahanesi bulacağız?…” demiş. Tilki, “Merak etmeyin haşmetmeâb… Normal bomba getirirse, ‘Niye kimyasal bomba getirmedin?…’ diye; kimyasal bomba getirirse, ‘Niye normal bomba getirmedin?’ diye döğeriz.” demiş.

Bomba bulmak için uzaklaşan tavşan aniden geri gelmiş ve “Bomba normal mi olsun, kimyasal mı?” diye sormuş. Arslanla tilki, bahaneleri ellerinden alınınmasının kızgınlığıyla tavşana, “Gel lan buraya!… Senin niye şapkan yok?…” deyip pata küte bi daha girişmişler.

Esed’in verdiği kimyasal kozu bi yana, Amerika Suriye’ye dalacak… Kimyasal mimyasal bahane!… Suriye’nin şapkası niye yok?…

Ortadoğu’da barış ve adalet tesisini sadece kovboya terk edemeyiz. Bu coğrafya bizim coğrafyamızdır; bu coğrafyada yaprak kıpırdasa bizim müdahale etmemiz şarttır.