SON TV

Ben zaten dershanelere karşıyım

1970’in başlarında dershane sayısı çok değildi. Mesela Turgutlu’da dershane yoktu. En yakın dershane İzmir’deydi. Arkadaşlarımızdan İzmir’deki dershanelere gidenler vardı ama bizim gibi garibanlar, değil dershane parasını, yol parasını bile bulamazdık.

Yok yok… Dershanelere karşı oluşum, kıskançlıktan değil. “Okul varken, dershaneye ne gerek var?” diye düşünüyordum.

Hiç hazırlık kitabı da okumadım, test de çözmedim ama üniversiteyi kazandım.

Benim dershane muhalefetim, üniversitede çalışmaya başlamamdan sonradır.

1982’de üniversitede çalışmaya başladım… Bir süre sonra tuhaf tuhaf öğrenciler gelmeye başladı… Sorulara kısa kısa cevap veren, sadece “evet” veya “hayır” diyebilen; hatta bir soru sorulduğunda, “Hocam şıklar ne?” diye soracak olan öğrenciler gelmeye başladı. Bunlar, net cevaplar gerektiren, derinliksiz sorulara alıştırılmış gençlerdi. Mesela, “Aşağıdaki eselerden hangileri Ahmet Hamdi Tanpınarın değildir.” sorusunda, doğru şıkkı şıppadanak buluyorlardı ama Tanpınar’ın ne Beş Şehir’ini okumuşlardı, ne de Huzur’unu… Veya “Otuz Beş Yaş” şirinin kime ait olduğunu hemen biliyorlardı ama şiir zevkinden mahrumdular. Yani sonucu biliyorlardı ama sonucu hazırlayan olgudan, atmosferden habersizdiler. Edebiyat zevki olmayan ama haplaştırılmış bilgiler konusunda hedefi 12’den vuran gençler yetişmeye başlamıştı.

Hayatını 3 saatlik bir sınava endeksleyen genç için başarı Kaf dağındaki zümrüdüanka gibiydi. Zümrüdüankayı yakalayan gencin hayatı kurtuluyordu. Kurtuluyordu da, saat 13.30’da sınav bittiğinde gençler, üç senedir ezberledikleri bilgileri anında “” ediyorlardı. Aynı soruyu sınavdan yarım saat sonra sorsanız bilmiyorlardı.

Bir kısım öğrenci daha vardı. Bunlar için hazırlık ve test kitapları, hayatın temeli idi. Hiç unutmam, bir gün “Haftaya şu konuya hazırlanın gelin de, dersi tartışarak işleyelim.” dedim. Ertesi hafta, öğrencilerin çoğunun sınıfa üniversiteye hazırlık kitaplarıyla geldiğini gördüm. Gel de sinirlenme!…

Yoğun bir dershane ve hazırlık kitabı formatından geçen öğrenciler, üniversitede de, bilgiye, dershane mantığıyla bakıyorlar. Cümle kurma, metin yazma, kompuze etme, düşüncesini özgün bir şekilde ifade etme, hak getire!… Cevaplarda, her cümlenin başına yıldız koyarak alt alta sıralanmış, organik bağdan uzak bilgiler veriyorlardı.

Bu gençler, üniversiteye giriş sınavında kullandıkları “tek kullanımlık bilgi”ye alıştığı için, vizelerden önce anlatılan konular, finalde sorulduğunda “Ama hocam o konuları vizeden önce işlemiştik.” diyerek soruya itiraz ediyorlar.

Geçen yıllarda, ikinci sınıf dersi sınavında, bir kaç beyit verdim ve anlamıyla beraber vezinlerini ve edebî sanatlarını açıklamalarını istedim. “Hocam, vezin ve edebî sanatlar, birinci sınıfın konusu değil miydi?” dediler. Gariplerim, o bilgilerin, birinci sınıfta öğrettiğimiz hâliyle kalacağını, metinleri incelerken kullanmayacağımızı zannediyorlar. O bilgileri, şairleri incelerken kullanacağız diye öğrettik baba!… O bilgiler, kirlenince çıkarılan gönlek değil, artık öğrencinin derisidir; yani şahsiyetinin bir parçasıdır.

Bu gençlerde, bir de öğretilenlerin mutlaka nota dönüşmesi saplantısı var. Öyle ya, “Dershanelerde ve test kitaplarında verilen her cevabın karşılığında bir puan alınıyor; üniversitede niye böyle olmasın?” diyerek, her okutulan makale ve kitaptan soru çıkmasını ve bunları bilip puan almayı hesaplıyorlar. Yani, puan yoksa, bilgi de yok!… Al gülüm-ver gülüm hesabı sizin anlayacağınız. Gülmeyin… Biliyoruz da yazıyoruz. Tavsiye edilen makalelerden soru çıkmadığında, “Onları boşuna mı okuduk hocam?” diyen üniversite öğrencileri var bu ülkede.

Sen ne kadar akademik bir endişeyle ders anlatırsan anlat, öğrenci “Hocam bu anlattıklarınız, sınavda soru olarak nasıl çıkar?” diye soruyor arkadaş. Öğrenciler, herşeyi soru-cevap anlayışına göre görüyor, bilgiye göre değil.

Amacmız cemaatin dershaneleri falan değil; kabuk bağlamış bir yarayı iyileştirmek için, konu güncelken, çözelim bu problemi. Başarıyı sınava değil, bilgi donanımına endeksleyelim. Sadece meyveyi değil, bütün ağacı ve meyve verme sistemini öğretelim gençlere… Bunları bilirlerse, meyveyi, yani istenen cevabı zaten öğrenmiş olurlar.

Unutmadan şunu da söyleyelim: Gerçi genç öğretmenler sömürülüyor olsa da dershaneler, işsizlik sorununun çözülmesine katkıda da bulunuyor. Sorunla ilgili çözümler ararken, bunun da göz önünde bulundurulması şart.

Darılmaca gücenmece yok!… Dost acı söyler.