SON TV

Bebeğimle güvenli bir ilişki nasıl kurabilirim?

Sığınma İhtiyacımız

Her insan yapısı gereği güvenlik arayışı içindedir. Büyük bir yetişkin olsak bile adını koyamadığımız bir şekilde sığınma ihtiyacı hissederiz. Karşılaştığımız olaylardaki belirsizlik bizleri tedirgin ettiğinden sürekli olarak düşünmeye sevk eder ve farkında olarak ya da olamayarak endişe duymamıza sebep olur. Kendi güvenlik arayışımızın sonlanması, kendimizle ve durumlarla barışık olmamız bizde güven duygusunu geliştirir. Ancak bizde güven duygusu geliştiğinde bebeğimizle güvenli bir ilişki kurabiliriz. Aksi halde atalarımızdan aktarılan korku ve endişeler bebeğimizde hayat bulmaya devam eder.

Bağlanma, ebeveyn ve çocuk arasında gelişen güçlü bir duygudur. Anne – babaları ve çevrelerindeki diğer yetişkinlerle güçlü ve emniyet duygusu içinde bağlanma gerçekleştiren çocukların pek çoğu, yetişkinlik hayatlarında özgüven sahibi ve diğer insanlara karşı ilgili olurlar.

Hayatı Değerlendirme Mekanizmamız

Bebeklerimiz fıtratları gereği samimiyet tabanlıdırlar. Yetişkinler olarak hayat tecrübelerimiz, geçmişteki acı-tatlı hatıralarımız gayri iradi olarak bizlerin algısını hayata karşı savunma endeksli bir hale getirir. Savunma mekanizmamızdan dolayı genellikle söylemek istediğimizin dışında şeyler söylemek zorunda kalırız ve böylelikle giderek dürüst tepkiler vermekten uzaklaşırız. Bu durum elbette yanlış değildir. Uç örnek vermek gerekirse “Seni öldürmek istiyorum” veya “Seninle yatmak istiyorum” veya “Kafanı kırmak ne güzel olurdu” gibi cümleleri içimizde tutarız. Fakat; olaylara karşı tutumlarımızda muhatabı baz alarak tepki geliştirdiğimizden dolayı duygusal anlamda kaygan ve değişken bir zeminimiz olur. Olmak istediğimiz veya olmamız gerektiği hali şartlar gereği kişilere, durumlara ve olaylara göre belirleriz. Zaman içerisinde kendi geçmişimiz ile geleceğe bakmaya başlarız ve bu durum bizi objektif olmaktan giderek uzaklaştırır.

Çocuğun kalbi ekilmemiş tarlaya benzer; ne eksen tutar. (Hz. Ali)

Her bir yetişkinin duygusal geçmişi farklılık arz ettiğinden, her birimizin geleceğe dönük idealleri ve karşılaşılan durumlara karşı oluşturduğumuz refleksler de farklıdır. Bebeğimizde ise henüz geçmiş kavramı çok azdır veya hiç yoktur. Korunabildiğinde muazzam bir güç olabilecek bu durum, bilinçli olmazsak kendi hayallerimiz ve ideallerimizin kaygan zemininin bebeğimizde temel oluşturmasına ve bebekliği itibariyle bizim geçmişimizi kullanarak kendisine bir geçmiş oluşturmasına sebep olur. Çocuğumuz bizim hatıralarımızı ve deneyimlerimizi kendi geçmişi olarak yorumlayınca kendi yolunu çizemediği gibi; temelde samimiyet tabanlı olan zemini başkasına ait olan bir yapı oluşturmasına neden olur.

Çıplak Gerçekler

“İyi güzel söylüyorsun. Bağırmamalıyım ama bağırmayıp güzellikle söylediğimde anlamıyor. Bağırdığımda, sert konuştuğumda, hatta bazen dövmek zorunda kaldığımda sözümü dinliyor. Başka türlü beni muhatap almıyor” gibi şikâyetleri çok duyarız ebeveynlerden.

İşte kastettiğimiz tam olarak budur. Bebeğimiz samimiyet tabanlıdır. Bizim içsel olarak öfkemiz ve dışsal olarak bu öfkeyi bastırıp güzellikle söylemeye çalışmamız bebekte çelişkiye yol açar ve bebeğimizin bizi muhatap olarak görmemesine neden olur. Çocuğumuzun bizi duymasını ancak içimizin ve dışımızın bir olması sağlar. Güzellikle söylediğimizde duymaz çünkü samimiyet tabanlı oluşları gereği içimizdeki kuvvetli yansımanın, cümle olarak veya bedensel davranış olarak ifadesini bekler. Dışımızdaki kibar olsak da içimizdeki öfke bebeğimizin bizi duymamasına sebep olur.

“İyilik etmeleri için çocuklarınıza yardımcı olun. Her anne ve baba çocuklarının itaatsizliğine engel olabilir.” (Hz. Muhammed S.A.V)

Bebeklerimiz içeriden dışarıya bir algıya sahiplerdir. Biz yetişkinler ise muhataplarımızla alakalı olarak dışarıdan içeriye bir algıya sahibiz. Bebeklerimizin içeriden dışarıya bir algıya sahip olmaları, bu nedenle de temeli öfke olan duygusal tepki merkezinin başka bir renge dönüşmesini algılayamamaları fıtratları gereğidir. Bağırdığımızda, öfkelendiğimizde ve bu tepkiyi bedensel ifadeye dönüştürdüğümüzde anlaması ve bizi dinlemesi, gerçekte bu tepkimizi samimi bulmasından kaynaklanır, bu öfke patlaması olsa bile.. İçerideki duygusal tepki merkezi öfke ile başlayıp, dışında da öfke ile kendisine ulaştığından dolayı bizi duyar. Duyma sebebi sadece budur.

“Çocuklar işittiklerinden çok gördüklerini anlar ve daha esaslı kavrarlar.” (Locke)

Yetişkinler olarak muhataplarımızın kendilerini bizim yerimize koyarak bizi anlamalarını isterken, bebeklerimizin algılama biçimlerini hiç merak etmeden onları muhatap almamız bizlerin samimiyetsizliğini ve bebeklerimizi önemsemeyişimizi ispat eder. Evcil hayvan değil, insan yetiştiriyoruz. Belki de kendi içimizdeki insanı önemsemeyişimiz bebeğimiz ile alakalı eğitimimize / eğitimsizliğimize yansıyordur.

“Çocuklarınızı daha iyi tanımakla işe başlayınız; çünkü onları hiç tanımıyorsunuz.” (J.J.Rousseau)

“Bu çok zor ama!” denildiğini duyar gibiyim. Zor, çünkü bir insan yavrusundan bahsediyoruz. Kâinatı şekillendiren, yöneten, kutsal kitaplarda “halife” olarak bahsedilen, başlı başına bir mucize olan özgür bir varlık..

Bebeklerimiz algıları en yüksek çağlarında bizleri samimiyetsiz, anlayışsız olarak kodlar kendi bilinçaltlarında. Kendilerinde böyle tanımlamaların oluşmasıyla özgüven kaybı tam da bu noktada başlar. Üstelik samimiyetsizliğimize ilave olarak devamında kendi anlayışımızı dayatmamız; “Bak şimdi dinliyor işte. Demek ki bir tane patlatmak lazımmış.” “Ceza vermek iyi oldu. Nasıl da dinliyor” gibi aptalca ve acımasızca bir köleleştirme stratejisine hizmet etmemizi sağlar.

“Saygı olan yerde korku olur ama korku olan yerde her zaman saygı olmaz.” (Platon)

Bebeklerimizin bu tür tepkilerimizde bizleri dinliyor olmaları asla bizlere saygı duydukları anlamına gelmez. Bazen acımasız bir hayvan bizleri kovaladığında kaçarız. Bu kaçışımız, hatta hayvan tarafından yönlendirildiğimiz istikamette kaçışımız o hayvana duyduğumuz saygı ile alakalı değildir. Bu kaçış can havli ile kaçıştır.

Bebeklerimize öfkelendiğimizde ve bu öfke ile bebeklerimizi yönettiğimizde iş basit gibi gözükür. Çünkü bizi dinliyordur. Gerçekte ise, sadece şok durumlarında çalışan ve kişinin karakterini, hayata bakışını doğrudan şekillendiren beynin alt lobu devamlı kızmak suretiyle yalama olur. Artık çoğunlukla algılama merkezi orası olur. Ve artık bebeğimiz normal olaylarda bile alımını oraya kaydırdığından dolayı, çok basit olaylar bile karakterini şekillendirecek seviyeye gelir. Çocuğumuz kaygı dolu ve her yaşadığını hayatına yansıtan bir karaktere dönüşür.

Çözüm Ne Peki??

“Peki, o halde ne yapmalıyım?”

Neden bir şeyler yapmak zorundayız ki? Olağanüstü bir başlangıçla oluşmuş olan bir varlığın kendi yapılanma sürecini takip etmemiz, belki de bir şeyler yapmak yerine hiçbir şey yapmamak temelli bir bakımın kolaylığını bize sunar. Bir şeyler yapmaya çalışmak yerine, zaten en güzel şekilde yaratılmış olan mekanizmaya müdahale etmemek ve onu bozmamak yapabileceğimiz en güzel şeydir aslında.

“Çocuk dolduracak bir kap değil, ısıtılacak bir ocaktır.” (Danner)

Yazımızı okuduğunuzda devamlı olarak soru üreten bir mekanizma, içimizde durmadan çalışacaktır. “Öğreneyim derken daha çok kaos içerisine düştüm” gibi düşüncelere sahip olmanız güzeldir, zira amacımız fikir vermek değil fikretmeye vesile olmaktır.

Bebeğimiz ile alakalı cevabı olmayan soruların çokluğu, zamanla bebeğimizi her şeyiyle bize ait olmayan ve bizim dışımızda kendisine ait bir birey olarak görmemizi sağlayacaktır. Bebeğimize duyduğumuz saygı, artık kariyerimize duyduğumuz saygının üstüne çıkacağından dolayı elbette sorular ve eğitim eksikliği gibi can alıcı noktalar zihnimizi meşgul edecektir.

Amacımız bir şey öğretmekten ziyade kendi algı dünyamıza hapsettiğimiz çocuklara hak ettikleri değeri vermek ve onların bizim dışımızda kendi dünyalarında gelişmesi gereken yapılar olduğunu fark ettirebilmektir. Bir gün asıl problemin çocuklarımızda değil onları algılama ve yargılama biçimimizde olduğunu anladığımızda ve onları ancak ayrı bir birey olarak görmeye başladığımızda, sağlıklı bir ilişkinin temelleri atılmış olur. Belki de çocuğumuzu tanımaya çalışmakla başlayan süreç, kendi içimize hapsettiğimiz çocuğu özgürleştirmemize vesile olur..

Yaralı şahin kuşu, bir yaşlı kadının bahçesine kondu. Yaşlı kadın perişan görünümlü şahine acıdı, merhamet etti yanına aldı. Aç şahinin önüne çocukları için hazırladığı hamur bulamacını koydu. Şahinin, önüne konan tasa gagasını daldırması ile başını sallayarak geri çekmesi bir oldu. Çünkü şahin et yerdi, hamur bulamacını yiyemedi. Yaşlı kadın, şahinin bu hâlini görünce üzüldü:

«-Vah!» dedi, «Gagan uzamış, kıvrım kıvrım olmuş. Yumuşacık bir hamur bulamacını bile yiyemez olmuşsun. Senin önceki sahibin hiç mi Allah’tan korkmazdı ki, şu gaganı düzeltmemiş hiç!..» dedi ve eline aldığı kör makas ile şahinin gagasını kesmeye çalıştı.

Şahin yaşlı kadının elinden kurtulmak için çırpınsa da, nâfile, kaçamadı. Yaşlı kadın şahinin gagasını kesti. Şahin çırpınırken, yaşlı kadın, şahinin kanatlarını gördü:
«-Vah!..» dedi, «Senin eski sahibin sana hiç bakmamış, şu kanatların ne hâle gelmiş, kimi uzun, kimi kısa kalmış!..» diyerek, şahinin o güzelim kanatlarını elindeki makasla düzeltmeye başladı.

Şahin acı ile kıvrandı, çırpındı… Çâresizce pençelerini kadının koluna attı ve tırnaklarını kadının koluna geçirdi. Yaşlı kadın, şahinin kanatlarını -güya- düzeltirken koluna batan tırnakları gördü:

«-Vah vah! Önceki sahibin nasıl merhametsizmiş ki, bir kere bile tırnaklarını kesmemiş. Tırnakların ne de çirkin olmuş.» dedi ve elindeki makas ile şahinin avlanmakta kullandığı pençelerini söküp attı. Câhil ve yaşlı bu kadının elinde rezil olan şahinin gözleri doldu. Yaşlı kadın, şahinin bu hâlini görünce hiddetlendi:

“-Kimseye iyilik yaramıyor ki!..” dedi, “Ben iyilik yapıyorum, kuş ağlıyor.” diye söylendi. Sonra da elindeki kuşu:

“-Git hadi, bildiğin yere!..” diyerek kaldırdı, havaya attı.

Şahin çırpındı uçmak için… Ama kanatları kesikti, uçamadı… Acı ile yere inmek istedi, tırnakları sökülmüştü yere de konamadı… Kendini yan üzeri bir kulübeciğin arkasına attı.
Koca koca avları, gökyüzünde süzüle süzüle avlayan cesur şahin kuşu, câhil kadının elinde korkak bir kargaya dönüşmüştü.

Mesnevi (Mevlana Hz.)

Uzm. Psk. Hilal İnan, Eyüp Bağ