SON TV

Yeni bir bebek sahibi olacak çifti bekleyen sıkıntılar

HAMİLELİK
Hamilelik, içinde olumlu ve olumsuz duyguların yaşanabileceği önemli bir yaşam sürecidir. Bu süreç hamilelik haberinin alınmasından itibaren “mutluluk ve neşe” duygularını çağrıştırsa bile, olumsuz birçok duygu da yaşanabilir: Kaygı, endişe, belirsizlik, suçluluk, yetersizlik gibi…
Bu olumsuz duygular hem kadın hem de erkek tarafından, farklı şekilde olsa da yaşanabilmektedir. Baba olmaya hazır hissetmeyen, baba olmak konusunda gereken becerileri kendinde göremeyen ve bebeğin hayatlarına getirecekleri değişikliklerle ilgili olumsuz beklentileri olan bir erkek birçok olumsuz duygu yaşayacaktır. Diğer yandan kadın; hormonal, fiziksel ve psikolojik değişimlerin etkisi ile kendisini mutsuz, zayıf, başarısız ve yetersiz hissedebilecektir.
Şüphesiz her kadının, anne olmayla ilgili bazı temel içgüdüleri vardır. Bunlar sayesinde anne, doğal olarak, hamilelik sürecinin üstesinden gelme ve doğumdan sonra yavrusuna gerektiği gibi bakma becerisine sahiptir. Ancak bir yandan dünyaya bir çocuk getirecek olmanın heyecanı, bir yandan hamilelikte yaşanan hormonal değişiklikler ve fizyolojik güçlükler, diğer yandan ise gelecekle ilgili kaygılar ve modern yaşamın neden olduğu “en iyi olma baskısı” kadının doğal becerilerini baltalayabilmektedir. Bu nedenle birçok kadının, hamilelikle birlikte başlayan ve anneliğin ilk ayları boyunca devam eden yetersizlik duyguları yaşadıkları bilinmektedir. Bu durum bazen daha da uzun sürmekte ve bunlara “Doğum Sonrası Hüznü” ve “Doğum Sonrası Depresyonu” gibi duygusal rahatsızlıklar eşlik etmektedir.

İLİŞKİYE ETKİSİ

Özellikle ilk bebeğini bekleyen çiftlerde, hem kadın hem de erkek; bireysel yaşamlarının artık eskisi gibi olmayacağı korkuları, eş ile ilişkinin birçok açıdan olumsuz yönde değişeceği beklentileri ve bebekle ilgili kaygılar yaşamaktadır.

Bireylerin yaşadığı bu olumsuzluklar mutlaka ilişkiye yansıyacaktır. Bu noktada bireylerin tutumu çok büyük önem taşımaktadır.

Yeni anne olan kadının ruhsal durumu hakkında doğru ve yeterli bilgiye sahip olan bir erkek, eşine gereken desteği verebilir ve ilişkiyi bu döneme ait birçok tehlikeden koruyabilir. Eşinin desteğini hisseden kadının ruh hali olumlu yönde etkilenir ve ilişki için ortak çaba harcamak mümkün olur. Çift böylece, birçok çiftin içine düştüğü olumsuz kısır döngüden ilişkisini korumuş olacaktır.

En Önemli Tehditlerden Biri: Annenin Yaşadığı Yetersizlik Duygusu

Aslında her anne yetersizlik duygusu yaşar. Bu, anne adayı veya yeni anne için son derece normal bir durumdur ve sağlıklı bir süreçte bu duygunun yeterlik duygusuna dönüşmesi beklenir. Özellikle ilk bebeğini dünyaya getiren birçok anne, yeni doğan bebekle ilgili becerilerinin yetersiz olduğunu düşünmektedir. Yakınlarından ve özellikle eşinden aldığı destek ile annenin bu düşüncesinin, “yapabiliyorum” ve “yeterlilik” duygusuna dönüşmesi beklenmektedir.
Anneye “beceremiyorsun” mesajları verilmesi, bebek doğduktan sonra tecrübesiz annenin beceri ve davranışlarının eleştirilmesi veya beğenilmemesi, yetersizlik duygusunu arttıracaktır. Bu noktada en büyük görev eşe düşmektedir. Kendisi de baba olmanın karmaşasını yaşıyor olsa da, eşine elinden geldiğince destek olmalı ve bebekle ilgili konularda “onay mesajı” vermelidir. İyi niyetle de olsa erkeğin eşine; “çocuğu düşüreceksin”, “çocuğu üşüteceksin”, “ne biçim tutuyorsun” gibi eleştirel geri bildirimler vermesi onun ruh halini çok olumsuz etkileyecektir.

Erkek ayrıca, eşiyle ilgili gerçekçi beklentiler oluşturmalıdır. Anne de bir insandır; yalnız kalma, kafa dinleme, arkadaşlarıyla olma, eğlenme gibi bireysel ihtiyaçları vardır ve bu ihtiyaçlar karşılanmalıdır. Erkek; bebekten önceki yaşamına ait bazı alanları koruyabilmesi, kendini iyi hissettiği aktiviteleri ve ilişkileri sürdürebilmesi için eşine destek olmalıdır. Bunun için bebekle ilgili görev ve sorumlulukları paylaşmalıdır. Bu bakış açısına sahip olamayan erkek eşinin yetersizlik duygularını artıracak ve ilişkide uzaklaşma ve kopmalar kaçınılmaz olacaktır.

Çiftlere öneriler:
• İyi bir iletişim sahip olmak: İyi bir iletişim, açıklığı ve çatışmalarla baş etmeyi içermelidir. İyi bir iletişim, birçok sıkıntılı durumda olduğu gibi hamilelik ve yeni bebek sahibi olunan durumda da, çiftin en önemli sorun çözme enstrümanıdır.
• Hamilelik ve lohusalık konusunda bilgi sahibi olmak: Öncelikle lohusalık zor bir yaşam sürecidir. Hele ki ilk bebekte, bu süreç anne için hem fiziksel hem de duygusal olarak zorlayıcı olabilmektedir. Bu dönemde farkındalık ile eşinin yanında olan erkek, bebeğin sorumluluklarını olabildiğince paylaşmalıdır. Ayrıca; annenin olası duygusal hassasiyeti konusunda gerçekçi beklentileri olan bir eş, bu sürecin kolay atlatılmasına çok yardımcı olur.
• Eşler arası iş bölümü, görev ve sorumluluk hazırlığı yapmak (adalet duygusunu sağlamak): Özellikle ilk bebekten sonra birçok çiftin ilişkisi olumsuz etkileniyor. Bu tehdidin farkında olan ve önceden önlem alan çiftler; ya hiç sıkıntı yaşamıyor ya da kısa sürede ilişkilerini toparlıyorlar. Özellikle ev işleri, bebeğin sorumlulukları çok fazla kadına kaldığında çiftin arasındaki mesafe açılmakta, kadında adaletsizlik duygusu gelişebilmektedir. Bu da bir ilişki için önemli bir engeldir.
• Bireyselliğe zaman ayırmak: Hamileliğin son döneminde ve bebek dünyaya geldikten sonra yaşamı çok değişen anne bu duruma adapte olmak konusunda mutlaka zorluklar yaşayacaktır. Annenin (ve babanın) yaşamı ne kadar az etkilenirse, bireysel haz aktiviteleri ne kadar sürdürülebilirse o kadar iyidir.
• Çift olarak birbirine zaman ayırmak: Özellikle bebek dünyaya geldikten sonra aralarındaki ilişkiyi ihmal etmeyen, birbirine vakit ayıran ve baş başa geçirdiği zamanın kalitesini yüksek tutmaya çaba harcayan çiftler bu süreçten ilişkileri olumsuz etkilenmeden, hatta güçlenerek çıkmaktadırlar.
• Annelik ve babalık duygusunun farklı süreçlerde olgunlaştığının farkında olmak: Baba olma duygusu annelik duygusundan çok sonra olgunlaşır. Çünkü anne adayı 9 ay bebeği karnında taşırken annelik duygusunu yoğun biçimde yaşamakta ve bebek dünyaya geldikten sonra da gerek süt vererek gerekse onunla çok daha yoğun vakit geçirerek anneliği çok önce benimsemektedir. Baba ise, yeni doğan bebekle sınırlı bir birliktelikle başlayan ilişkisini bebek büyüdükçe geliştirebilmektedir. Bu gerçeğin her iki ebeveyn tarafından bilinmesi, anne ve babanın birbirini anlamasını kolaylaştıracaktır.
• Gerçekçi beklentilere sahip olmak ve beklentileri eş ile (veya kimden bekleniyorsa) açıkça konuşmak: Gerçekçi olmayan beklentiler hayal kırıklığı getirecektir. Beklentilerinin gerçekçi olup olmadığını kişi karşısındakini tanıdıkça analiz etmeli ve gerçekçi olmayan beklentilerini değiştirmelidir. Ayrıca konuşmadan anlaşılmayı ya da istemeden isteğinin karşılanmasını beklemek son derece yanlış ve değiştirilmesi gereken bir yaklaşımdır. (“Ben isteyince bir kıymeti olmaz. Ben istemeden/söylemeden istediğim şeyi yapmalı.” Anlayışını değiştirmek.)
• Kök aileler konusunda çift olarak ortak kararlar almak ve gerektiğinde birlikte sınır koymak: Kök ailelerin, yeni doğan bebeğe karşı olası tutumları konusunda çift önceden konuşmalı ve endişelerini belirtmelidir. Bu aşamada ortak kararlar alınmalı ve daha sonra tutarlılıkla uygulanmalıdır. Ancak kök ailelere de bebek/çocukla zaman içinde kuracakları ikili ilişkilerde bir özgürlük alanı sağlamak ve bu alana müdahale etmemek gerekir.

Arzu Güneş
Uzman Psikolog
[email protected]

“Yeni Bir Bebek Sahibi Olacak Çifti Bekleyen Sıkıntılar” Konusu için Örnek: Nazlı Sinan Çifti

Kendisini yüzünde kocaman gülücüklerle tanıtan Nazlı, ilk seansın sadece 40. saniyesinde sorduğum o sıradan soru karşısında hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı: “Sizi buraya getiren nedir?”

Terapide en kısa sürede ağlama rekoru kıran Nazlı, onları terapiye getiren şeyi çok iyi biliyordu. Ama ağlamaktan anlatamıyordu. Ona biraz zaman verdim ve Sinan’a baktım. O ise, yanında ağlayan kadını hayatında ilk kez görmüş ve onunla hiçbir alakası yokmuş gibi anlamsızca baktı yüzüme. Bunun üzerine ikisine de biraz daha zaman verdim. Sonra çiftleri tanımak için doldurduğum standart forma geçtim.
Zavallı kadın bütün form boyunca ağladı durdu. Sorulara burnunu çekerek, gözyaşlarını silerek, arada sümkürerek cevap verdi. Daha kolay ulaşabilmek için kucağına koyduğu kağıt mendil kutusunda mendil kalmayınca yeni kutu için etrafına bakındı. Ben yeni bir kutu uzattım, gözü ile teşekkür ederken içten bir şekilde gülümsedi ve kaldığı yerden ağlamaya devam etti.

Nazlı, seans boyunca durmadan en uzun ağlama rekorunu da kırmıştı. En çok mendil sarf etme rekorunu da sayarsak, üç rekor sığdırdığı seansın sonunda “çok rahatladım” dedi.
Nazlı bütün bir terapi sürecine yetecek göz yaşını ilk seansta akıttığından sonraki seanslar daha kuru geçti. Sinan da “ben kimim ve bütün bu olanlar neyin nesi” bakışından yavaş yavaş arınmıştı. Ben ise tabloyu artık daha net görüyordum. 3 yıllık evli bu genç çift, bebek sahibi olunca dengeler alt üst olmuş, çift birbirini gerçekdışı beklentilerle boğmuştu.

Nazlı hamileliğin son aylarında fiziksel olarak çok ağırlaşmış ve kendi yapamadığı şeyleri Sinan’ın da yapmasına engel olmaya başlamıştı. Bu konuda dile getirmediği bir formülü vardı Nazlı’nın. “Bebek yapma kararını birlikte almışlardı ama yük Nazlı’nın sırtındaydı. Bu haksızlıktı. Eşitliği sağlamak için Sinan’ın hayatı da kısıtlanmalıydı.”

Her şeye bir bahane buluyordu Nazlı: “canım çok sıkkın, spora gitmesen de beni dışarı çıkarsan”, “evde yalnız korkuyorum bu akşam arkadaşlarınla çıkmasan”, “ben iyi değilim arabayı sen kullansan, bu nedenle de alkol almasan” hatta “uykum kaçıyor, yatakta sağa sola dönmesen”…
Sinan bunların hepsine “peki” diyor ve nadiren hissettiği “itiraz etme duygusu”nu hemen bastırsa bile, böyle hissettiği için suçluluk duyuyordu. Çünkü Nazlı hamileliğin ne kadar zor, ne kadar zahmetli, ne kadar kısıtlayıcı bir durum olduğunu anlatıp duruyordu. Gelecekle ilgili de olumsuzluk dolu öngörülerde bulunuyor, kendince kocasını olası zorluklara hazırlıyordu. “Çekim yasası” mı dersiniz bilmem… Ama Nazlı’nın öngördüğü olumsuzluklar fazlasıyla başlarına gelmişti. Bebek doğduktan sonra durum kat kat zorlaşmıştı. Sinan’ın dayanma gücü her geçen gün daha da azalıyordu.

Eşinin hamileliliği ile birlikte hayatı kısıtlanmaya başlayan Sinan, başta koşulsuz teslim olduğu “eşitlik adına kısıtlanma” durumundan yorulunca, evden kaçmak için fırsat kollar olmuştu. Nazlı’nın bahanelerini geçersiz kılmak için yalanlar söylemeye başlamıştı. İşle ilgili durumlarda Nazlı fazla ısrarcı olamıyordu. Bu nedenle Sinan; iş toplantıları, gitmek zorunda olduğu iş yemekleri, gece çalışma zorunlulukları çıkarmaya başlamıştı. Son dönemde iş seyahatleri de artmıştı.

Ece bebek çok zor bir bebekti. Hem gece uyumuyor, hem de sürekli ağlıyordu. Buna Nazlı’nın fiziksel sıkıntıları da eklenince durum katlanılması zor bir hal almıştı. Bel fıtığı sorunu yaşayan Nazlı, ciddi ağrılar çekiyordu. Ayrıca bebeğine süt vermekte baştan itibaren zorlanmış, az gelen sütünü sürekli sağmak zorunda kalmıştı. Göğüsleri yara oluyor, yaralar iyileşemeden yeni yaralar oluşuyordu. Uykusuz ve gazlı bebeği nedeniyle iki saatten fazla kesintisiz uyuyamayan Nazlı’nın, kendi değimi ile “sinir sistemi çökmüştü”.

Bütün bu zorlukları yaşarken, Nazlı Sinan’ı artık baştaki kadar yanında bulamıyordu. Bebek doğduktan sonra bir de Sinan’ın eleştirileri başlamıştı. Sinan çaresizlik içindeki Nazlı’yı annelik konusunda “yetersiz” buluyordu ve bu düşüncesini çaba harcasa da, pek gizleyemiyordu. Sık sık üç çocuk büyütmüş olan kendi annesiyle Nazlı’yı kıyaslıyor ve “senden daha az eğitimli ve senden daha genç anne olan benim annem, üç çocuk büyütmüş, hem de hiç zorlanmadan” diyordu.

Bana terapiye geldiklerinde Ece bebek dört aylık olmuştu. En az altı aydır hayatları ciddi anlamda kısıtlanmış olan bu çifte, öncelikle bir şeyi fark ettirmek istiyordum: Uyguladıkları formül çok yanlıştı ve yaşadıkları sıkıntıların çoğu bu yanlış formülün sonucuydu.
Evet, bebek yapma kararı birlikte alınan bir karardır ve hayat müşterek olduğu için bu süreç de müşterek yaşanmalıdır. Ama eşitliği sağlamak adına birinin yapamadıklarını diğerinin de yapmaması, onun hayatının da kısıtlanması yanlıştır. Tam tersine anne adayının da; örneğin hamileliğe uygun spor yapabilmesi, arkadaşlarıyla görüşmesi, haz aldığı ve sevdiği aktiviteleri sürdürmesi gerekmektedir. Kısaca, annenin hamilelik ve sonrasında normal hayatını olabildiğince sürdürmesi, onu hayatının elinden alındığı duygusundan uzaklaştıracaktır.

Hamileliğin neden olduğu doğal kısıtlamaları kabullenemeyip, bu kısıtlamaları kendi çabalarıyla kat kat artırmış olan bu çifte, ilk birkaç seansta “her bir bireyin iyi olma halinin ilişkiye nasıl yansıdığını” çalışmalarla anlattım. İyilik halinde her zaman eşitlik olması gerekmiyor. Bazen bir kişi hastalanır, diğer sağlıklı birey ona destek olur. “Ben hastayım, sen de hasta ol da eşitlik sağlansın” demiyoruz. Kadın hamile iken eşinin ona destek olması, yanında olması elbette önemli, ama bireysel hayatında mutlu olması ve eve daha iyi gelmesi eşitsizlik değildir. Bireysel mutluluğun, mutlaka, ilişkideki mutluluğa olumlu katkısı olacaktır.

Nazlı ve Sinan yavaş yavaş uyguladıkları yanlış formülü değiştirmeye başladılar. Birbirlerine nefes almak için alan ve zaman tanımaya başladılar. Bireysel geçirdikleri zamandaki hazzı ilişkiye transfer etmeyi öğrenmeye başladılar. Ece bebekle ilgili yapılacak işleri paylaşmaya, anne ve baba olmanın tadını almaya başladılar. Nazlı arada sırada akşamları arkadaşları ile dışarı çıkmaya başladı. Ve dışarıdayken, bebeği Sinan ile yalnız bırakmaya başladı. Böylece Sinan Ece ile gerçek bir ilişki kurmaya başladı. Aynı zamanda, küçük bir bebekle ilgilenmenin zorluklarını yaşamaya başladı. O zaman Nazlı’ya yaptığı eleştirilerin ne kadar ağır olduğunu iyice anlamaya başladı. Bu başlangıçlar umut vericiydi, artık seanslarda Nazlı ve Sinan’ın yüzü gülüyordu. Onların ne güçlü bir ilişkisi olduğunu gördüm için onca şeyi başarmaları şaşırtıcı değildi.

Benim için şaşırtıcı olan, bu genç çiftin terapiye gelmesine ve bunca yol kat etmesine bir “kaynana”nın vesile olmasıydı. Bu kaynana, Sinan’ın annesiydi. Terapi öncesindeki o en kötü günlerin birinde, Sinan’ın annesi gelinine, ilk bebeği Sinan’ı dünyaya getirdiği günlerden bahsetti. Sinan da gururla annesini dinliyordu.

Bu güzel kadının (bence anlattıkları onu güzel yapıyordu) anlattıkları, bu çift için harika bir farkındalık kapısı açmıştı: “Sinan doğduğunda kendimi dünyanın en beceriksiz annesi gibi hissediyordum. Çünkü onu daha ilk kucağıma aldığımda elimden düşürmüştüm.”

Kimse bebek bakma becerisine doğuştan sahip değildir. Diğer tüm beceriler gibi, bu beceri de zamanla ve uygulama ile gelişir.