SON TV

ODTÜ şiddeti kutsayamaz

son.tv yazarı Prof. Dr. Mustafa Sunu’nun ‘Kurtuluş Savaşı ve ODTÜ’ başlıklı yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz…

Geçen hafta son.tv internet sitesindeki ilk yazım olan “ODTÜ Vakası”nı yazdıktan sonra ayrıntılı olarak incelediğim ODTÜ’nün resmi internet sitesinde gelişmiş bir ülkenin herhangi bir üniversitesinde görülmesi mümkün olmayan “şiddeti kutsayan” belgelerle karşılaştım. Açıkçası çok şaşırdım ve üzüldüm.

Son 30-40 yılda tüm dünyanın değişmesine rağmen, değişime direnenlerle karşılaşmak beni şaşırttı. Evrensel değişime direnmekle övünenleri görünce daha da çok şaşırdım. Üniversitelerimizin, hem de ODTÜ gibi “çok iyi olduğu” iddiasında olan bir üniversitenin, hala evrensel anlamda üniversite olmaktan bir hayli uzak olmasına ve her türlü düşüncenin özgürce tartışıldığı kurumlar olamayışına üzüldüm.

Şu ifadelere bir bakalım:

Amerikan Büyükelçisi Kommer’in resmi aracının yakılması olayı adeta büyük bir gururla “6 Ocak 1969 Tarihte Bir Kilometre Taşı” olarak sunulmaktadır.

“İkinci Kurtuluş Savaşımızın Meşalesi ODTÜ’de yakılmıştır.”

“Yüreklerdeki Bağımsızlık Ateşi Arabayı Sarıverdi”

“Halk Savaşının İlk Meşalesi Burada Yakıldı”

“6 Ocak 1969 Yalnız ODTÜ Tarihinde Değil, Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Tarihinde de bir Kilometre Taşıdır” )

Sormak gerek, Mustafa Kemal’in izinde olduklarını iddia edenler Kurtuluş Savaşımızı bu kadar basite indirgeyerek aslında M. Kemal’in anısına saygısızlık etmiyorlar mı ? Bağımsız Türkiye Cumhuriyetinin Tarihi ve Milli Mücadele, savunmasız ve ülkemizde görev gereği her şeyi bize emanet edilen bir yabancı Büyükelçinin aracını ateşe vermekle kıyaslanarak bu kadar hafife alınacak bir olay mıdır ? Yani evinize gelen bir misafire saldırmanın, Milli Mücadele ile bir ilgisi olabilir mi ?

Halbuki Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin kuruluş amaçlarından birisi de:

“Türkiye ve Orta-Doğu’nun kaynaklarının gelişmesini sağlamak, hakikatı aramaya ve insanlığın bilgisini artırmaya yönelik temel araştırmalar yapmak” idi.

1980 Askeri Darbesi öncesi Üniversiteyi bitirmiş, bu olayları bir şekilde yaşamış birisi olarak o yıllarda bu tür söylemler belki de hoş görülebilirdi. Fakat aradan geçen 30 yıllık bir süreçten sonra şiddeti ve terörü savunmamız söz konusu olamaz. Üniversiteler, kurumsal olarak terörün ve şiddetin sempatizanı konumunda olamaz; hele hele şiddeti hiç kutsayamaz !…

Gelişmiş ülkelerdeki herhangi bir üniversiteye gittiğinizde, ilk bakışta öğrenci etkinliliklerinin çeşitliliği ve birbirlerine saygılı çok sesliliği insanı etkiler. Duyuru panolarında her öğrenci grubu şiddet içermeyen ve şiddeti övmeyen her türlü görüşü özgürce açıklayabilir. Fakat asla şiddet ve zorbalık göremezsiniz.

Özgür ve demokratik toplumlarda her türlü düşünceyi tartışabilirsiniz. Gelişmiş toplumlarda üniversiteler “Bilimin, Gerçeklerin, Insanlığa Hizmet Etmenin ve Teknolojinin Kaleleri” iken maalesef bizde Üniversiteler; iktidarın konumuna, yöneticilerine veya gücü elinde tutan öğrenci profiline göre; “Cumhuriyetin, Atatürkçülüğün, Sağın, Solun, Muhafazakarlığın, İslamın veya Milliyetçiliğin Kaleleri” olabilmektedirler. Örneğin Ankara’da bir Üniversitemiz “Çağdaşlığın ve İlericiliğin Kalesi” olmakla gurur duyarken bir diğeri ise “Milliyetçiliğin ve Türkçülüğün Kalesi” olmakla övünebilmektedir.

Bütçeleri gelirleri kamu kaynaklarından; yani vatandaşın vergilerinden sağlanan üniversitelerimiz, dünyadaki ve toplumdaki değişimden en az etkilenen ve hatta değişime direnen 1990 öncesi KİT benzeri kurumlara benzemişlerdir. Üniversitelerimiz dünyada süregelen değişim ve dönüşümü anlayamamaktadırlar

Umarım Üniversitelerimizin bir çoğunun sonu 1990’ler öncesi ülke ekonomisinde ve yaşamımızda önemli bir yere sahipken bugün adını bile hatırlamakta zorlandığımız Sümerbank, Etibank, SEK, TEKEL, Et-Balık gibi KİT’lerin sonlarına benzemez.