SON TV

Danıştay Başkanı’nın isyanı

Hukuki Gündem başlığı altında yazılar kaleme alan Avukat Polat Küçük; Savunma hakkından, bilirkişilik görevini yerine getirenlerin işlevine kadar bir çok konuda merak edilenleri okurları ile paylaştı.

Avrupa Birliği ile ortak yürütülen Bilirkişilik çalışmasına davetli olan Danıştay Başkanı Hüseyin KARAKULLUKÇU alışagelmiş konuşma metnini bir kenara bırakarak “BÖYLE ADALET OLMAZ KUSURA BAKMAYIN” sözleri ile çok ciddi konulara değindi. Belki toplam 2 dakikaya sığan serzenişi yılların dertlerini temsil eder gibiydi.

YUKARIDAN DA BURALAR GÖRÜLÜYOR MUYMUŞ?

Yıllardır çok söylenen, çok değinilen mağduriyetlerin sesi şu sıralar yüksek makamlarca da dile getirilmekte. Devlet hassasiyetlerini ilerletmiş gibi gözükmekte. Artık aşağıdan gelen kokular yukarıyı da sarmış gibi duruyor. Peki bu konuşmanın hukuki anlamı nedir ve neleri işaret etmektedir?

“BİLİRKİŞİLER HAKİM OLMUŞ”

Bilirkişi Kimdir Ne İş Yapar?

Bilirkişi sıfatına sahip kişiler, adalet komisyonu tarafından düzenlenen listelerde yer alan alanında uzman kişilerdir. Hukuk Usulü Muhakeme Kanununda değinilen görev alanına göre ise bilirkişi, hâkimin, özel veya teknik bilgiye dayanan konularda görüş aldığı ve olayın aydınlatılması amacı ile başvurduğu kurumdur.

Ancak taşın atıldığı yer ile söz tam örtüşmemiş. Hâkimlik mesleğini icra eden kimselere yönelik töhmet altında bırakacak bir söz yok. Bilirkişilere yönelik bir eleştiri var. Tabi hâkimin bilirkişiye başvurmasının bir el alışkanlığına dönüşmesi konusu sıkıntı ancak asıl sıkıntı ise bilirkişilerin hal ve davranışlarıdır.

Burada önemli husus ise bilirkişi sıfatına sahip kişi, uzman olduğu konuda teknik açıklamayı yapmak ile yetinmesi ve karara yönelik açıklama yapmaksızın, bilgisini aktarmasıdır. Hâlbuki günümüz yargı işleyişinde görülen konu ise bunun bilirkişiler tarafından suiistimal edilmesi ve karar verircesine raporlar hazırlayarak Mahkemeleri yönlendirmeye varacak kadar tehlikeli hale gelmesidir.

BİLİRKİŞİ RAPROLARI, MAHKEME KARARI GİBİ HÜKÜM İÇERİYOR

Mahkemelerde görülen teknik konuların bilirkişiye gitmesi ile bilirkişiler rapor hazırlar ve mahkemeye sunarlar. Ancak raporların çoğu gerek dili gerekse ima şekli ile adeta mahkeme kararları gibidir. Adeta takdir yetkisini Mahkeme Hakimin den alıp kendisine bahşedilmişçesine davranmalarıdır. Tabi bu bir hak değil, ancak teamülleşmiş bir üslup. Böyle olmaz. Bilirkişi sorumluluklarını aşarak hüküm verircesine karar yazamaz.

Bilirkişiler Nasıl Davranıyor?

Bilirkişi olan kendisine verilen (uzman görüşü alınacak) konuyu hesaplar, inceler, sonunda da ne olduğunu açıklar. Ne bilirkişi raporları vardır, mesleki tecrübelerimiz ile gördük ki, davalı haklı, davacı haklı gibi söylemlere girerek kendi vasfını aşmış ve Mahkemenin itibar ve sorumluluğunu da işgal etmiş. Şimdi Danıştay Başkanı’nın söylemlerini burada dikkate almak gerek. Tabi taşlardan biri de hâkimlere diye düşünüyorum. Burada yargı mensuplarının da buna dikkat etmesi lazım. Bu sonuçlara izin vermemesi lazım.

“POLİSLER SAVCI OLMUŞ”

Danıştay Başkanı’nın cümle içerisinde bahsettiği temel noktada polisler savcı olmuş konusu. Aslında burada usul eksikliği nedeni ile oluşan sıkıntılar söz konusu. Yazımda gidip de eleştirip, sen böyle yaptın, sen bunu yapıyorsun eleştirisine girmeyeceğim. Bunun yerine şahsi görüş ve çözüm yollarımı sunacağım. Eleştirmek kolay bana göre çözüm önerisi sunmak daha önemli.

POLİS NEDEN SAVCI OLMUŞ?

Ceza Mevzuatımızda Savcılık Makamı, soruşturma sürecini kolluk (Polis, Jandarma) eliyle yürütür. Yani polis savcının eli, kolu, ayağıdır. Tabi delillere ulaşma ve soruşturmayı yürütme safhasını kolluk kuvvetlerinin takip etmesi de belli çekince ve düşünceleri de beraberinde getirmekte.

Tabi burada, savcının da polisin de bir görev ve sorumluluk sınırı var. Uygulamayı eleştirmek ayrı kanun yapısını eleştirmek ayrıdır. Yanlış uygulamalar varsa şahsına münhasır iken; yasal yanlışlık ve eksiklikler varsa hepimizi kapsar. Eğer denildiği gibi Savcı işini Polise yaptırıyor, eline sorumluluk almıyorsa burada sıkıntı meslekidir. HSYK (Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu) bu ihmali gerçekleştiren yargı mensuplarına gerekli işlemi yapmalıdır. Ancak kanunumuzda bu denli bir düzenleme yok. Yasa soruşturma yetkisini savcıya vermiştir. Yani polislerin soruşturma yürütmesi gibi bir konu söz konusu değildir. Polis kimseyi yargılayamaz, hakkında sorumluluğu dışında bir işlem yapamaz. Bununla tüm meslek personelini itham etmek doğru değildir.

BURADA DEĞİNİLEN SIKINTI BAŞKA BİR KONU, YANİ SAV-SAVUNMA DENGESİ

Burada değinilmek istenilen sorunun Polis-Savcı görev konusu değil. Bence konu Savcı-Avukat ve Sanık arasındaki dengesizlik ile alakalı. Tabi vatandaş kendini savunurken ulaşabildiği hakları ile alakalı.

Savunma Haklarında Eksiklik Var;

Eksiklik kanunda, tabi yasal düzenleme şart. Süreç savunmanın yani vatandaşın aleyhine. Vatandaş kendini savunamazsa, savcıyı polis gibi düşünür. Gün gelir seni emniyetten bir konu için çağırırlar. Emniyete gider, ifadeni verirsin. Sonrasında bir bakmışın hakkında ceza davası açılmış, sanık olarak çağrılmışsın. Böyle olmaz. Nerede kaldı benim savunma hakkım. Ben sadece kendimi izah etmiş bulundum. Savunmak iki kelam etmek değildir. Hakkımda aktif olarak bir değerlendirme yapılırken ben niçin aktif olarak kendimi savunamayacağım derim elbet. Bu söylem de bunun yansımasıdır.

Neler yapmak gerek konusunda birkaç ana başlık var aslında bu sürecin devamında değinilmesi gereken ve kanuni düzenleme gereken konulardır bunlar.

İDDİANAMENİN KABULÜ DURUŞMALI OLMALI;

Savcının yaptığı soruşturma sonrasında, hakkında iddianame hazırlanıp, “İddianamenin Kabulü” hususunda Mahkemeye sunulur. Ceza Muhakeme Kanununa (m 174) göre 15 gün içerisinde de Mahkeme tarafından incelenerek kabul ya da reddedilir.

İddianamenin Kabulü incelemesinin duruşmalı olması elzemdir. Kişi hakkında, aleyhine olan bir konuda savunması alınmaksızın dava açılması savunma hakkının kullanılamamasına neden olmaktadır. Bana göre Anayasamızın 36. maddesi bir zorunluluğu gösterir. Kişilerin “…iddia ve savunmaları ile adil yargılanma hakkında sahiptir…” hükmü ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi madde 6’da da değinilmesi, “kılıçların eşitliği” ilkesini öne çıkarır. Yani hakkında ceza yargılaması yapılması istenilecek kişinin iddianame ile alakalı söz söyleme hakkı olmalıdır.

DELİLLERİN AYRI MAHKEMEDE İNCELENMESİ;

Hepimiz biliriz ki Mahkemeler, delilleri incelemek, hukuka aykırı delilleri ayırarak, somut neden ve vicdani kanaat ile karar vermekten mesuldür. Ancak somut neden ve vicdanı bir arada hukuka aykırı deliller ile nasıl birleştireceğiz. Biz hâkime hukuka aykırı deliller ve vicdanı bir bütün olarak sunduğumuzda, hakkaniyet içerisinde kararı ne şekilde vermesini bekleyeceğiz? Ben size söyleyeyim, delil yok ama suçlu olduğunu biliyorum, diyen hakim, başka nedenler ile cezalandıracaktır. Oldu mu şimdi? Olmadı tabi.

Sen gelip bütün delilleri, esas mahkemeye incelet, hâkimde şahsi kanaat oluştur, sonrasında hukuka aykırı delilleri ayıklayıp, eldekiler ile karar ver de. Bide bu hukuka aykırı delilleri de karar ile birlikte açıkla. Biz ters elimizle diğer kulağımızı tutuyoruz. Olmaz böyle şey.

Birçok ülkede deliller başka bir mahkeme tarafından incelenir, hukuka aykırı deliller ayrıştırılır ve süreci değerlendirecek mahkeme bu delillerden haberi olmaksızın yargılamayı yapar. Hali ile Hâkim elde ki veriler ile kararını verir. Adil yargılanma hakkı sanığa bolca konuşma hakkı vermek değil, hakkı olan yargılamayı adil ve tarafsız şekilde yaptırabilme becerisidir. Hakimleri suçlamıyorum. Tam tersi vicdanı ve delilleri iki eline alan bu yargı mensuplarının tüm iyi niyetleri ile çalıştığını görüyorum. Ancak iyi niyet değil, bağımsız ve hür bir yargılamayı sağlamak da yasa koyucunun görevi olduğunu görmek gerekir.

ADLİ SİCİLİN KARARDA DEĞERLENDİRİLMESİ;

Mahkeme ilk iş sanık olan vatandaşın adli sicil kaydını dosyaya koyar. Bu kişi kimmiş, daha önce suç işlemiş mi der ve en büyük hataya düşer. Hukukumuz “şahsilik ilkesini” benimsemiştir. Şahsilik sadece bir kişinin değil aynı zamanda muhatap olduğu eyleminde münhasırlığı ile alakalı bir kavramdır. Kişi geçmişinde birçok kez benzer suçtan yargılanmış veya cezalandırılmış ise, ilk intiba “bu suçu da işlemiştir” olacaktır.

Benzer yargılama sistemlerine sahip ülkelerde mahkeme, adli sicil geçmişini kişinin hakkında kararı verip, açıklayacağı zaman, hakkında “erteleme, adli para cezası…” gibi alternatif ceza haklarından yararlanabilecek vasfı var mı diyerek inceler. Kendisine bu geçmiş mühürlü ve gizli bir zarfta verilir. Yani karara kadar ulaşabilmesi engellenir, ki adil hakkaniyetli yapısı zarar görmesin, vicdani etken sanık aleyhine işlemesin.

SORUŞTURMA VE DURUŞMA SAVCILARININ FARKLI OLMASI;

Hakkında soruşturma yürütülen vatandaş için iddianame hazırlanır ve Mahkemeye sunulur. Ancak duruşmada (Ağır Ceza Mahkemesi görevine giren işlerde) “duruşma savcısı” tarafından iddianame ve savlar temsil edilir. Konuyu bu şekilde takip etmek mümkün değildir. Birçok evrak ve bilginin harmanlandığı dosyada, uzun süre üzerinde çalışan savcı değil de, sabit bir duruşma savcısına değerlendirtmek ve “mütalaa” beklemek bana göre mümkün değildir. Polyanna bakış açısı ile bile dosya hakkında bilgi sahibi olabilmesi uzun zaman gerektirir. Ondan sonra “suçun vasıf ve mahiyeti tutukluluk halinin devamını gerektirir” veyahut “cezalandırılmasını gerektirir.” yorumu ile karşılaştığımıza şaşırmamak gerekir.

SAVCILIK DA UZLAŞABİLMELİ;

Ceza Mevzuatımızda nasıl, mağdur ile şüpheli uzlaşabiliyor ise Savcılık da bu uzlaşı haklarına sahip olabilmelidir. Böylelikle kamu ile vatandaş arasında birçok dava daha açılmadan sonlanmış olacak ve mağduriyetler azalacaktır. Her ne kadar kanunda bu konu kısmen var gibi ise de pek uygulanabilir değil. Alanının genişletilip, savcılığa bu konuda etkin haklar sağlanmalıdır.

SAVCILARIN ADLİYEDEN ÇIKARALMASI GEREKLİ;

Hakimler ile Savcıların kapı komşusu olduğu bir ortamda adil yargılama olsa dahi, dışarıdan izleyen gözlere bunu anlatmak mümkün değildir. Vatandaş bu konuda çok tedirgin. “Komşu tavuğuna kışt demez.” diyerek Mahkemelerden çekinen vatandaş, hak arama konusunda inancını zayıf tutar ve ayağını Mahkeme yollarına götüremez.

Savcılık Makamlarının adliye dışarısına çıkarılması, duruşma salonunun nizamından sorumlu olan hakime aynı zamanda Mahkemelerinin de nizam ve kontrolünün verilmesi elzemdir. Adliyelerde işleyiş Savcılıktadır. Peki o Adliyede Hakim var iken, nizamın Savcılık tarafından sağlanması Hakimin bağımsız ve egemen gücüne gölge düşürmekte değil midir? En basit tanımı ile Savcı Adliyede nizam koyacak, Hakim uyacaktır. Bu kabul edilebilir mi?

Sonuç olarak Danıştay Başkanı bir açıklama yaptı ve bu açıklama 2 dakika sürdü. Ancak yılların söylemleri ve tedirginliğini içermesinden dolayı çok ses getirdi. Burada suyun üstünü görüp, bilirkişi sen böyleymişsin, polis sen böyleymişsin diyerek geçiştirirsek, bir azar olarak görürsek yanılgıya düşeriz. Burada tedirginlikleri değil, düzeltilmesi gereken konuları değerlendirmek gereklidir.