SON TV

Yükselişe Geçen Futbol, Düşen Basketbol, Giden Olimpiyat

Son bir haftada sporun her alanında çok yoğun günler geçirdik. Futbolda Ulusal takım Andorra ve Romanya’yı yenerek ikide iki yaptı ve 2014 umutlarını Ekim ayına taşımış oldu. Basketbolda madalya umuduyla gittiğimiz Slovenya’dan beklenmeyecek şekilde, ilk grup maçlarının sonunda evimize döndük. Geçen haftanın, sonucu en çok beklenen olayı ise 2020 Olimpiyat Oyunlarının hangi şehirde yapılacağının belirlenmesiydi.

Kazanmak Onun İşi

İlk olarak futbolla başlayalım, daha bir ay öncesine kadar 2014 Dünya Kupasına gitmek fikri Türkiye’den Brezilya’ya olan uzaklık kadar uzak bir hayaldi. Ancak çok kısa zamanda teknik heyette yapılan doğru değişikliklerle sararıp, yitirilen umutlar tekrar yeşerdi. Abdullah Avcı komutasında bir türlü istenilen sonuçları alamayan ulusal takımın başına, başarmayı kendisine şiar edinmiş, tecrübesine ve başarısına laf söylenmeyecek tek adam olan Fatih Terim “şimdilik geçici” bir süre için ulusal takımın başına geldi.

Az zamanda takıma kaybolan özgüveni kazandıran hoca, sezona formda giren oyuncuları da kadroya alarak, kazanacak bir takım oluşturdu. Bu girişimle Andorra’yı Kayseri de farklı yenip direk rakibimiz olan Romanya’yı da deplasmanda 2-0 yenmeyi başardı. Tüm bu sonuçlara rağmen hala işimiz zor ama, Fatih Terimin olduğu yerde umut bitmez, bir bakmışız 2008’de her maçta olduğu gibi bu yılda son dakika sürprizi yapmışız ve Play-off’a kalmışız belki de Aralık ayında kura çekimindeyiz, sonuçta son düdük çalmadan oyun bitmiyor.

Büyük Hedef Büyük Hüsran

Bu hafta futbolda yükselirken, basketbolda o denli düştük. Avrupa Basketbol Şampiyonasına madalya ve Dünya Kupasına katılma bileti alma hedefiyle gittiğimiz Slovenya’dan tam manasıyla hüsranla döndük. İlk grup maçlarında sadece bir galibiyet almanın yanında hiçbir varlık gösteremedik. Oyun karakteri olarak sahaya hiçbir şey koyamadık.

Nasıl bir maceranın içine girdiğimiz, kadroya Ender Arslan dışında oyun kurucu geçmişli oyuncu alınmayışından bellidir. Elimizde bulunan en iyi guard olan Kerem Tunçeri bu kadroya alınmıyorsa hatayı başka yerde aramaya gerek yok zaten.

2006 Dünya Şampiyonası hariç, – onda da takımın üst düzey oyuncuları olan Hidayet ve Mehmet Okur kendi istekleriyle kadroya katılmamalarına rağmen- ülke dışındaki organizasyonlarda potansiyellerini sahaya yansıtmayı beceremeyen ulusal takım, ilk defa bu kadar dibe vurdu. Sahada ne yaptığını bilmeyen, kendinden habersiz olan takım beş maç sonunda bir galibiyet alarak turnuvayı beklentilere göre erken noktaladı. Maçların tamamını kötü oynayıp kaybetmek için profesyonel oyuncu olmaya gerek yok, sahaya çıkıp hiçbir şey yapmamak yeterli hoş takımın yaptığı da bundan farksızdı. Sonuçlar iyi giderken her fırsatta “bu takıma maddi manevi her türlü destek bekliyoruz” demek kolay önemli olan şimdi ne yapılacağıdır.

Dün itibariyle antrenör Bogdan Tanjevic istifa etti. Onun istifasıyla düzelecek şeyler sınırlı, yapılması gereken düzgün ve planlı yapılanma. Bir şeye yeniden başlayabilmek için eski olanı bütünüyle yıkmak gerekir. Hazır dibe vurmuşken bunu bir fırsata dönüştürelim ve doğru adımlar atıp, yeni bir düzen inşa edelim.

Bu Sefer de Olmadı

Sırf geçen haftanın değil, belki de tüm senenin en çok beklenen olayı geçtiğimiz Cumartesi nihayete erdi. 2020 Olimpiyat Oyunlarının ev sahibi kentinin belirlendiği oylamada kazanan Japonya’nın başkenti Tokyo oldu. Aday kentimiz İstanbul’un finale kalıp Tokyoyla final oylamasına kalması bizde heyecan yaratsa da sonuç bizim lehimize olmadı.

Kazanmak ya da kaybetmek bunlar her zaman olan şeyler ama kazanırken de kaybederken de erdemli olmak lazım. Organizasyon heyetinin direk olarak başı konumunda biri çıkıp, nerde hata yaptık ta kazanamadık diye kendisini ve ekibini sorgulayacağına, etrafına laf atarsa, bu sonuçtan ders çıkarmak geri dursun başka alanlarda da bir arpa boyu yol gidemez. Evet, kaybettik ama gidip de kına almadık ya da yakmadık.

Tanıtım eksikliğimiz halen devam ediyor, trafik sorunu desen galiba hiçbir zaman bitmeyecek, spora ve sporcuya karşı ilgimiz ve onların yetişmesindeki etkinliğimiz sorgulanmaya başlansa ne denir o bile belli değil. Hadi yalandan tanıtım filmi yapılacak bari onu düzgün yapalım dimi börekle, poğaçayla filme başlıyoruz dedim ki sonu mantıyla biter ama o da olmuyor Semazenle bitiyor kendi kendime diyorum bu gösteri genelde Konya’yı çağrıştırır ama nafile yapılmış bir kere.

Tanıtım filminde kızlı erkekli gençleri koymak güzel bir şey biz bu gençlerin sırtında kalkınacağız ve bu gençlerle Olimpiyat yapacağız mesajı vermek düşünce olarak iyi ama gerçek çok farklı. O gençler biraz kıpırdanıp, düşünmeye başladıklarında üzerlerine biber gazı ve tazyikli su sıkmak o tanıtımın gerçekliğini düşündürtmez mi? Hadi biber gazını da, tazyikli suyu da geçelim, bizi Buenos Aires’te temsil eden heyetin içinde de o gençlerden biri yoktu.

Olimpiyat İstanbul’a yakışır diye tanıtımlar yapıldı. Olimpiyatları alamadık ama niye alamadığımızın basit cevabını uzaklarda aramaya gerek yok. Geçtiğimiz Salı günü, tanıtım filmlerinde kullanılan ama oylama esnasında heyete girmelerinden imtina edilen gençler, Anayasal hakları olan toplu yürüyüş haklarını kullanırken yine üzerlerine biber gazı sıkıldı. Biber gazının etkisi yakınlarda yapılan Türkiye – İsveç Ümit Milli maçını da etkiledi ve müsabakanın durmasına ve oyuncularında soluksuz kalmasına neden oldu.

İşte biz böyle sporun, sporcunun ve gençlerin yanında bir ülkeyiz, onlara sınırsız miktarda gaz ve su veririz, Tüm bu “güzelliklere” rağmen nasıl hala Olimpiyatları alamadık ben de anlamış değilim.